“Oğlum bütün gece napıyosun dışarıda? Domuzlardan da korkmuyor musun?”
“Domuzlar” dediği uzun burunlular çetesi herhalde. Gece yarısından sonra geliyorlar ve çok kalabalık oluyorlar, büyüklü küçüklü. Tabii ki onlardan biraz korkuyorum ve yollarına çıkmıyorum. Onlar meyve ağaçları ve su ile ilgileniyorlar zaten, biz kedilere dönüp bakmıyorlar bile.
Buradaki günlük programım şöyle; gece herkes yatarken dışarıya çıkıyorum, sabah karnım acıkınca -annem sabahın körü diyor, hava hala aydınlanmadığı için herhalde-eve gelip yemek yiyorum. O tatsız tuzsuz veteriner maması bile o kadar güzel geliyor ki o saatte. Sonra tekrar bahçe. Sonra saat on gibi balığımı da yiyip uykuya yatıyorum. Hava çok sıcaksa panjurla pencerenin arasına sıkıştırıyorum kendimi, orası esintili oluyor. Yataklar da rahat 😊
Akşamüstüne kadar uyuyorum, zaten sıcakta başka bir şey yapmak mümkün değil. Uyanınca yine yemek ve yine bahçe.
İşte bu programın gece kısmını çok merak ediyor annem. Bir kere biraz ipucu vereyim dedim, ortalığı birbirine kattı. Sürekli “cır cır” diye ses çıkaran büyükçe bir böcek yakaladım ve ağzımda eve getirdim. Bana göre çok başarılı bir avdı ve annem de sevinir sandım. Böceğin cırıltısını bastırdı doğrusu annemin çığlıkları. Pişman oldum getirdiğime. E ben şimdi kirpileri, kertenkeleleri, kırmızı kuyruklu tilkiyi, yeşil çekirgeleri, aşağı yolda bir uçtan bir uca koşturduğum çimenli parkı, sürekli dövüştüğüm kesik kuyruklu tekiri, üst komşularda balık yediğimi falan nasıl anlatayım. Zaten merak etmiyor artık. “Oğlum, dudağının üst kenarını nerede bıraktın?” deyip gülümsüyor. Birazcık acıyor ama olsun, ben de gülümsüyorum. Her sabah karanlıkta beni balkonun kapısında görünce seviniyor, sağ salim dönmüş olmam ona yetiyor, o kadarını anlıyorum.
Leave a Reply