Kıbrıs’a daha önce hiç gitmemiştim. Uzun süredir aklımdaydı. Aylar önce Pegasus’un kampanyasına denk gelince en mantıklı seçeneklerden birisi olarak Kıbrıs’ı görüp orası için bilet almıştım. Nihayet uçuş günü geldi. Sabah 6:25 uçağına bindim. Sabahleyin bir yanda dolunay, öte yanda çok güzel bir gün doğumu ile uçuşum resmen görsel bir şölene döndü. Lefkoşa’ya (Nicosia) varınca ilk olarak havaalanındaki otellerin bekleme locaları dikkatimi çekti. Bilinen otellerin çoğu müşterilerini havaalanında karşılıyor, orada dinlenmelerini sağlıyor daha sonra da araçlarla otellere transferlerini sağlıyorlardı. Bu arada yine özellikle Türkiye’den gelen yolcular arasında üçlü, dörtlü, beşli kadın gruplarını görmek de ilginçti. Daha çok beyaz yakalı çalışanlara benzeyen bu grupların Kıbrıs’a hem gezmek hem de belki ufak tefek eğlence oyunlarını (kumar deyince çok sert duruyor😊) oynamak için geldiklerini öğrendim. Hemcinslerimin hayata daha aktif katılmaları, gezmek-eğlenmek için böylesi bir bilinç ve çaba içinde olmaları beni de mutlu etti😊
Havaalanında diğer şehirlerden gelen arkadaşlarımla buluştuktan sonra araç kiralayarak Lefkoşa merkeze doğru yola çıktık. Tabi hem araçların direksiyonunun sağda olması, hem yollarda sağ şeritten gitmemiz hem de kullandığımız araca yabancı olmamız nedeniyle dakika bir gol bir diyerek yanlış yöne gitmişiz: Kırklar Türbesi. Fakat inanılmaz güzel bir yeşil alan içindeki müthiş sarı çiçekleri görünce yanlış yola girdiğimize sevindik😊 Etrafa bakınırken konuştuğumuz bir beyefendi, durumumuza gülerek herkesin bu yanlışı yaptığını söyledi. Arkasından da “bari buraya kadar gelmişken türbeye de dua edip de öyle gidin” diyerek yolu tarif etti. Gülerek kendisine veda edip yola koyulduk.
Lefkoşa‘ya gittiğimizde ilk olarak Girne kapısı karşıladı bizi. Arabamızı yakında bir otoparka bırakıp turizm enformasyon bürosuna gittik. Oradan hem genel bir bilgi hem de bol bol harita aldık ve şehir turumuza başladık. İlk olarak Venedik Sütunu olarak bilinen dikilitaşı görüp şehir merkezindeki çarşıya doğru yola çıktık. Çarşıya giderken çok güzel binalar (Adliye Sarayı, eski yapı camiler, Türkiye İş Bankası tarihi binası, vs.) gördük. Çarşı içinde meşhur Belediye Çarşısını gezdik. “Ledra Palas Sınır Kapısı“na geldik. Burası, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ile Güney Kıbrıs Rum Cumhuriyeti’ne (GKRC) arasını yaya olarak geçmek için kullanılan bir geçiş noktası (Araçla geçişler için daha ileride olan Metehan kapısı kullanılıyor.) Tabi GKRC, Avrupa Birliği’nin bir parçası ve Schengen bölgesi olduğu için diğer tarafa geçemeyip kapıdan dönmüş olduk. Tekrar çarşıya gelip buradaki küçük dükkanları gezip esnaf ile sohbet ettik. Daha sonra ünlü Büyükhan’a gittik.
Çok tarihi ve güzel bir hanı fotoğraf albümümüze ekledikten sonra köşedeki takıcı teyzeyle güzel bir sohbetimiz oldu. Bize Lefkoşa’yı ikiye ayıran surlar bölgesindeki bir parktan söz etti ve bu bölgeyi kendisinin çok sevdiğini söyleyip gitmemizi önerdi. Biz de sözünü ettiği parka gittik. Burası askeri bölge ile sınırı olan, yüksekçe bir yerde kurulmuş, güzel bir park. Parkın yanında Birleşmiş Milletler (UN) yazan gözetleme kuleleri ve tel örgüler bulunuyor. Onların arkasında da Güney Lefkoşa görünüyor. Lefkoşa’nın bölünmüş olan bu iki kesimi arasındaki mesafe o kadar yakındı ki o taraftaki insanlarla da çok rahatlıkla konuşulabiliyor. Takıcı teyzenin dediği gibi; o taraftaki birisi hapşurunca kendisi çok yaşa demiş, karşıdaki da sağ ol diyerek cevap vermiş😊
Burada Kıbrıs’a özel “Con” kahvesini yudumlarken hem oradaki dinginlik ve huzuru hissettik hem de karşı taraftaki yaşamlara uzaktan da olsa bakma şansımız oldu. Daha sonra bölgedeki Arapahmet Kültür Evini gördük. Sıra sıra tek bir merkeze açılan yedi sokaktan oluşan Samanbahçe evlerini gezdik. Bol bol fotoğraf çektik. Daha sonra arabamıza gelerek otoparktaki görevli sinirli😊 Karadenizli abiyle de kısa süreli hoş bir sohbetin arkasından tekrar arabamızla binip Girne‘ye (Kyrenia) doğru yola çıktık.
Girne‘ye girişte Beşparmak Dağları üzerinde kurulmuş bulunan Saint Hilarion kalesine çıktık. Girne‘yi tepeden gören, dik basamakları olan, her bir aşamasında farklı bir manzaraya pencere açan, kesinlikle gidilmesi gereken, çok özel bir yer. Tabi yanımıza su almayı unuttuğumuz için zorlu merdivenlerden çıkıp inme süreci biraz yorucu geçse de o manzaraya kesinlikle değdi.
Daha sonra merkeze, Girne Limanı’na indik. Arabamızı güzel bir otoparka park ettikten sonra kale ve iskeleye doğru yürüdük. Çoğu Akdeniz ve Ege kasabaları gibi şirin, sahilde kalesi, koyu ve yat limanı olan, son derece sevimli bir yer Girne. Kıbrıs’ın en gözde şehirlerinden birisi (birincisi mi demek gerek acaba?) olduğu için özellikle kale ve iskele civarı son derece hareketli ve kalabalıktı.
Özellikle sahildeki bütün mekanlar çok doluydu. Biz de zorlukla yer bulduğumuz bir kafede, Kıbrıs’ta öğrenci olan Gaziantep’li bir gençle ufak bir sohbetimiz oldu. Sonrasında kahvelerimizi, çaylarımızı içip tekrar Girne sokaklarındaki gizli keşfimize devam ettik. Güzel küçük evler, küçük sokaklar, birbirine açılan yollar derken keyifli bir geziydi. Özellikle bir sokaktan kulağımıza gelen güzel bir tango sesiyle yönümüzü çevirdik. Çok güzel bir sokakta çok hoş bir kahvenin önünde güzel bir çınar ağacının altında tango yapan insanları seyrettik. Girne merkezi de gezdikten sonra günün yorgunluğunun da etkisiyle artık otelimize giriş yapalım dedik. Otel, Zeytinlik Bölgesi olarak anılan bir bölgede, gerçekten de oldukça yeşil bir alanın içine konumlanmış, iki konağın bir köprü ile birleştirilmesi sonucu oluşan ve hem bütün odalarda hem de otelin içerisinde özel bir mimari ile inşa edilmiş, çok keyifli bir oteldi. Özellikle tesisin içerisinde orman görüntüsü olan bir bölge vardı ki her türden yeşili, çok çeşitli ağaçları ve özellikle enfes çiçekleriyle bizi mest etti. Akşam yemeğimizi de restoranda, şömine başında yedik. Bu arada yan masamızdaki misafirlerle kısa süreli sohbetimizde geziyle ilgili daha önce aldığımız notlara ilave olarak çok değerli bilgiler edindik.
Ertesi gün kaleye ve denize bakan odamızda kuş sesleri eşliğinde yeni güne uyandık. Güzel bir kahvaltının ardından Gazimağusa’ya (Famagusta) gitmek için yola çıktık. Kıbrıs’taki araç kullanma sistemi Türkiye’dekinden oldukça farklı olmasına rağmen hem trafiğin genel olarak yavaş akıyor olması hem de özellikle sağdan gelene yol verme, hız limitleri gibi kurallara uyulduğu için çok sorun yaşamadan yolunuza devam edebiliyorsunuz. Ve evet, Kıbrıs’ta gezmek, daha çok yer görmek için araç kiralamak en iyi çözüm gibi geldi bize de. Genel olarak araç kiralamanın ve çok yeri görmenin konforunu yaşadık diyebilirim.
Gazimağusa‘ya doğru geldiğimizde yine arabamızı güzel bir otoparka park ettikten sonra belki de Kıbrıs’ta en çok merak ettiğimiz yerlerden birisi olan Maraş (Varosha) bölgesine doğru yürüdük. Linkteki Wikipedia mesajında da ifade edildiği gibi Maraş, geçmişte belki de Kıbrıs’ın turistik açıdan en güzel bölgesiymiş. Özellikle beyaz kumlu plajları ve muhteşem renkli deniziyle gerçekten de insanı büyüleyen bir görüntüsü var. Maraş‘ın girişindeki turizm enformasyon bürosundan bilgi aldıktan sonra sol tarafa doğru yürüdük ve denize ulaştık. Gerçekten de çok değerli, altın gibi kumu olan, çok güzel bir sahile ulaştık. Deniz muhteşemdi. Orada bir süre kaldıktan sonra tekrar yürüyüşe devam edip diğer bölgeleri keşfetmeye koyulduk. Evleri, dükkanları, iş yerleri, eğlence mekanları vs. ile oldukça güzel ama tamamen terk edilmiş bir kasaba görüntüsü vardı. Bölgeyi keşfetmenin verdiği keyif bir yanda, bir sürü yaşanmışlıklara şahit olunan sokakları, evleri, dükkanları bu şekilde ıssız olarak görmenin verdiği hüzün diğer yanda, çok farklı hislerle Maraş turumuzu geride bıraktık. Daha sonra şehir merkezine, surlar içine geldiğimizde de arabamızı Othello Kalesine park ettik. Tesadüfen vitrinden çok etkilendiğim bir pastaneye hızlıca giriş yapıp gözüm dönmüş bir şekilde mozaik pastası yemek isterken krokan pastada karar kılıp ortasında şadırvan ve bir sürü turistin olduğu kalabalık ve hareketli bir mekanda biz de kahvemizi yudumladık.
Sonrasında Lalapaşa Mustafa Cami, Namık Kemal’in yattığı zindan ve çarşıdaki bir sürü ihtişamlı tarihi bina ile tarihin içinde bir yolculuk yaptık. Birkaç soru için girdiğimiz bir turistik eşya dükkanının sahibi Hüseyin Bey’in hoş sohbeti ve verdiği bilgilerden sonra dün akşamki sohbet arkadaşlarımızın ısrarla önerdikleri yemekleri yemek için Mutluyaka köyüne yöneldik.
Yolumuz üzerinde Salamis harabelerine uğradık. Kapanma saatine sadece iki dakika kala girebildiğimiz için müzenin güvenlik görevlisiyle biraz sohbet edip ek kısa bir zaman rica ettik. O da sağ olsun, bizim kısaca gezmemize yetecek kadar zamanı bize tanımış oldu. Oradan ayrıldıktan hemen kıyıdaki denizde de biraz deniz kokusunu içimize çektikten sonra bu kez tekrar St. Barnabas manastırına gittik. Kapalı olmasına rağmen dışarıdan görme fırsatı bulduk. Daha sonra ise günün hediyesi olarak Selçuk Dayı’nın yerine gittik. Oldukça salaş ve normalde hiçbir blogda veya internet sitesinde göremediğimiz ve tesadüfen öğrendiğimiz bu yer, bizim için gerçekten değerli bir keşif oldu. Sayısını hatırlayamadım kadar çok ve hepsi birbirinden lezzetli Kıbrıs’a özgü meze çeşitleri ve peyderpey gelen sıcaklar ile gerçekten hem ruhumuz hem gözümüz hem midemiz resmen bir şölen yaşadı. Hatta artık bir noktadan sonra gelecek bazı şeyleri biz durdurmak zorunda kaldık. Sonrasında da Kıbrıs’a özel iki tatlıyla da kapanış yaptık. Artık üç gün yemek yememize gerek olmadığını düşünerek otelimize geldik. Güzel manzaramız eşliğinde tekrar kahvelerimizi yudumladıktan sonra dinlenmek için odamıza çıktık.
Ertesi günkü planımız, Girne’nin batı tarafını keşfetmekti. Bu nedenle Kahvaltımızı yaptıktan sonra ilk durağımız Karaman (Rumca ismi: Karmi) köyü idi. Girne‘ye hâkim, çok güzel bir tepede bulunan köyü ziyaret ettik. Bahar’a dair bütün çiçeklerin resmen yarışırcasına açmış olduğu, çok sakin, tertemiz, tüm renklerin sanki tango yaptığı; kuş seslerinin arı vızıltılarına karıştığı; yeşilin, sarının, mavinin, kırmızının bütün tonlarına şahit olduğu o çiçekleri gördükçe heyecanlandığımız o köyde adeta kendimizi kaybettik. Köydeki güzel yürüyüşümüzden sonra gönlümüzü, ruhumuzu ve gözlerimizi doyurduktan sonra tekrar Güzelyurt için yola çıktık.
Yolumuzun üzerindeki barajı seyretmek ve havayı içimize çekmek için bir mola verdik. Ardından Mavi Köşk’e geldik. Oradaki görevli rehber askerin anlatımıyla Köşk ile ilgili birçok bilgi edindik. Hem konumundan hem manzarasından hem de hikayesinden çok etkilendik. 50 yıldan fazla bir süredir ayakta olan yapının o dönemki teknolojiyle yapılmış olmasına karşın birçok fonksiyonunun hala ayakta olduğunu gördük. Yine kalbimiz orada kalmış bir şekilde ayrılarak Kuruçay (Maronit) köyüne geldik.
Lübnan göçmeni Arap yurttaşların yaşadığı bir Hristiyan köyü olan bu köyde de çok güzel yapılar, kiliseler vb. gördük. Köy kahvesindeki kişilerle kısa da olsa bir selamlaşmamız, yaşlı bir amcayla yaptığımız göz ve mimik sohbetimiz ve bir köpeğin bizi uğurlamasının ardından Güzelyurt‘a (Omorfo) geldik. Güzelyurt çarşısında genel bir gezintiden sonra Lefke‘ye doğru yola çıktık. Lefke‘de portakal bahçeleri eşliğinde güzel bir seyahatimiz oldu. Sonrasında dönüş yolunu bulmak için biraz dolaşsak da Alsancak Karaoğlan kıyı şeridinden Girne‘ye doğru geldik. Yolda Kıbrıs Şehitleri anıtı ile 1974 harekatındaki restore edilen gemiyi ve helikopteri gördük. Girne’ye doğru giderken Merit Otele doğru döndük. Merit Otel’in önünden tekrar Karaoğlan’dan denizi seyrederek bir tarafımızda deniz diğer tarafımızda kara olmak üzere güzel bir yolculukla Girne merkeze geldik. Son olarak uğramayı planladığımız Eziç Restorana uğradık. Orada Kıbrıs’ın en ünlü tavuk dolmasını ve Kıbrıs patatesini yeme imkânı bulduk. Sonrasında otelimize geldik. Otelimizin ruhu ve havası da bize çok yardımcı oldu. Keyifli bir sohbetle kahvemizi içtik ve kısa süreli bu tatilimizin küçük bir özet tekrarını yaptık.
Ertesi gün yine mis gibi bir havada çok özel bir şekilde kahvaltımızı yaptıktan sonra aracımızı teslim etmek için havalimanına geldik. Teslim ettikten sonra gerekli alışverişlerimizi yaptık ve uçaklarımızla yaşadığımız şehre döndük.
Kıbrıs için bu güzel mevsimin zamanlaması bizim açımızdan çok iyi oldu. Alabildiğince yeşilin ve mavinin detoksu ile güzel seyahati anılarımıza ekledik.
Leave a Reply