Yeşil Mavi

Gökhan Akkaynak, Seçici Geçirgen

Ebeveyn Lisansı

L koltuğumun üzerinde miskince oturmuş kahvemi içerken YouTube’da devamlı takip ettiğim BBC kanalında Afganistan savaşı ve Afgan göçmenlerin Türkiye’ye doğru yaptığı yolculuğa ilişkin röportajları izliyordum. BBC muhabirinin sorularının yanıtlayan değişik yaş gruplarından birçok Afgan göçmen, ülkelerindeki savaştan, sefaletten ve yoksulluktan kaçtıklarını; amaçlarının Türkiye üzerinden Avrupa’ya gitmek olduğunu söylüyorlardı. Çünkü onlara göre ülkelerinde insan gibi davranılmıyordu ve Avrupa insana insan gibi davranılan tek yerdi1,2. İnancı Müslümanlık olan ve inancıyla uygun bir rejim yönetiminden kaçan ve kendi inançlarının hâkim olmadığı bir coğrafyaya adeta bir cennet gibi koşan binlerce insan, ne kadar ironik ve trajik!

Türkiyelileri kaygılandıran ve hatta kızdıran bu göçmen akışı, maalesef geçici bir durum değil ve bana göre bu durum bir şeyler yapılmazsa yıllar içinde artarak devam edecek. Dünya yüz ölçümünün %1’i ve dünya nüfusunun %5’inin yaşadığı3 bir coğrafyaya dünyanın kabaca %80’i ya gitmekte ya da gitmeyi istemektedir. Bunun temel nedeni, tıpkı Afgan göçmenin söylemeye çalıştığı gibi bireylerin hak ve özgürlüklerinin kurumsallaşmış olması ile Avrupa nüfusunun yaşadığı görece yüksek refah düzeyidir. Bugün Avrupa, ileri karakoluna yığılmış bu insan sürüsünü Türkiye’ye yardım yaparak, sınırlarını güçlendirerek, vize prosedürlerini ağırlaştırarak yarattığı sanal cenneti korumaya çalışmaktadır. Peki bu sürdürebilir mi? Bence hayır!

Daha önce yayınladığım Ütopya yazı dizisi ve Bin Yılın Virüsü yazılarında ifade etmeye çalıştığım gibi, şu an günlük yaşamınızda karşılaştığınız ve sizi rahatsız eden birçok sorunun kaynağıdır aşırı nüfus. Sabah işe giderken yaşadığınız trafik sıkışıklığından, işinizde kendinizi güvende hissetmemenizden, gittikçe düşen reel ücretinizden, artan fiyatlardan, eğitim ve sağlık hizmetleri ile sosyal güvenlik masraflarının sürekli artmasından, Covid nedeniyle iki senedir evinize tıkılmanıza kadar yaşadığınız birçok olayın temel nedenidir bu nüfus artışı. Terimi daha doğru kullanırsak, fukara nüfusun geometrik hızda artışıdır dertlerin başı. Dünyanın kaynakları belli olduğuna göre bunun karşılayabileceğinin üzerinde nüfus artışı sefaletten başka bir şey üretmemekte, gelir dağılımını hızla bozmakta, bu durum da geri döndürülemez çevresel risklerin de dahil olduğu kaotik birçok soruna yol açmaktadır. (Selam olsun sana Malthus4 Usta!) Bugün dünyanın büyük bir çoğunluğu, bu çevresel riskleri önlemek için fosil yakıtların kullanımının önlenmesi konusunda çalışmalar yapmakta ve karbon emisyonunu düşürmeyi amaçlamaktadır. İyi bir çaba ama yeterli mi? Bence değil! Çünkü fosil yakıt salınımını artıran en önemli etkenlerden biri de yine bu orantısız nüfus artışıdır. Nüfus artışına dokunmayan her bir çözüm rahmetli Erbakan’ın TRT’nin 1991 seçim meydanı programında söylediği gibi sadece “pansuman” tedbirdir. Sorunun köküne inmek için nüfus ve özellikle doğum konusuna küresel olarak el atmak gerekir.

Şimdi bu satırları okuyanlardan bazılarının ne münasebet dediğini, çocuk sahibi olmanın kendi özgürlük alanında olduğunu düşündüklerini ve bu temelde itiraz ettiklerini duyar gibiyim. Belki haklı da olabilirler ama izin verin neden böyle düşündüğümü açıklamaya çalışayım.

Bugün Birleşmiş Milletler kararıyla ambargo uygulanan ülkeler listesinde iki ülke yer almaktadır: Bunlardan birisi İran diğeri ise Kuzey Kore’dir. Bu iki ülkenin ambargo listesinde olmasının nedenlerinden biri yürütmekte olduğu nükleer programlardır. Bu nükleer programlar ve sahip olacakları kontrolsüz güç nedeniyle dünya güvenliğine tehdit olacakları düşünülmektedir. Bir nükleer bomba sahibi olduğunuzda, siz de artık dünyayı yedi kere tuz buz edecek güce sahip olursunuz. Başka ülkede iki yüz tane olması ile sizde bir tane olması arasında sonuç olarak bir fark yoktur. Çünkü artık siz de yok edici bir güçsünüzdür. Dolayısıyla dünyaya bir tehditsiniz, o yüzden de yaptırım listesinde olabilirsiniz. Herhalde dünya üzerinde hiçbir akıl sahibi insanın nükleer silahlanmaya “efendim devletlerin egemenlik hakkıdır, her devletin nükleer silah yapma özgürlüğü vardır” gibi bir argümanla evet diyeceğini sanmıyorum. İşte nükleer silahın dünyayı bir seferde yok etme gücü varsa, artan fukara nüfusun da dünyayı yavaş yavaş aynı derecede yok etme gücü vardır. Dolayısıyla bu konuda da tıpkı nükleer silahlar konusunda olduğu gibi bence küresel bir iş birliği geliştirilmelidir. Hala bireysel özgürlükler penceresinden bu konuya bakanlar için şunu da söylemek isterim: Düşük gelir grubundaki bir aile bir çocuğu dünyaya getirdiğinde bu çocuğun yaşamı boyunca ihtiyacı olacak gıda, altyapı, enerji, sağlık gibi temel hizmetler, vergi mükelleflerinin sırtına yüklenmektedir. Ayrıca demokrasinin sadece sandıktan ibaret olduğu birçok ülkede doğan düşük gelir grubundaki ve bunun sonucu olarak yetersiz eğitim almış bir çocuk ilerde otomatik olarak oy hakkına sahip olarak, yaşadığı toplumu tasarlayacak yöneticileri seçme hakkına sahip olmaktadır. Çocuğun fukaralıktan kaynaklanacak psikolojik travmalarından bahsetmiyorum bile!

Gördüğünüz gibi bir çocuğun dünyaya gelmesi sonuçları toplumsal, hatta küresel olan bir konudur ve bu konu kesinlikle bireysel bir alan değildir. Diğer taraftan örneğin Çin’deki gibi büyük bir nüfus yeterli protein kaynakları olmadığından, vahşi hayvanlardan protein ihtiyacını karşılamakta ve bu da şu an hepimizin hayatını etkileyen büyük salgınlara yol açmaktadır. Öte yandan fukara nüfusları kötüye kullanmak çok kolaydır; yetersiz eğitim ve gelir nedeniyle ellerine silah vererek, vücutlarına bomba yerleştirerek bu insanları birer ölüm makinesi yapabilirsiniz. Onları fuhuşa, gaspa, hırsızlığa kolayca itebilirsiniz, köle olarak dünyanın her yerinde çalıştırabilirsiniz. Hatta bu insanlarla bir ilişki bile satın alabilirsiniz. İstediğiniz kadar zengin olun, bu fakir nüfus sayesinde kale gibi korunan sitelerinizin dışında yürüyemezsiniz, belli sokaklara giremezsiniz ve kendinizi hiçbir zaman tam güvende hissedemezsiniz. Yani gördüğünüz gibi bu konu bireysel özgürlük olarak adlandırılamayacak kadar önemli bir konudur.

Bu konuda birkaç örnek vermek istiyorum. 2019 yılı rakamlarına göre benzer coğrafyada bulunan iki ülkenin ekonomik büyüklüğüne bakalım. 2019 rakamlarına göre Yunanistan’ın ekonomik büyüklüğünü gösteren Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (“GSYH”)5si 209 milyar dolar iken Türkiye için bu rakam 761 milyar dolardır. Yani başka bir deyişle, Türkiye Yunanistan’dan 3.5 kattan fazla zengindir. Öyle ya, rakamlar yalan söylemez ama burada çok önemli bir değişkeni isin içine kattığımızda tablo değişmektedir. Yunanistan bu 209 milyar doları 10 milyon nüfusla yaparken ve bu zenginliği 10 milyon kişiyle paylaşırken, Türkiye 761 milyar dolar büyüklüğe 80 milyon kişiyle ulaşmış ve 80 milyon kişiyle paylaşmıştır. Böyle olunca ortalama bir Yunan’a Türkiye’nin nerdeyse dörtte biri kadar küçük olan pastadan kişi başı 20 bin dolar düşerken, bir Türkiyeli için bu rakam sadece 9,5 bin dolardır. Yani Yunanistan’da yasayan ortalama bir insan Türkiye’de yaşayan ortalama bir insandan iki katından daha fazla zengindir. Şimdi şunu diyebilirsiniz, Yunanistan’ın yüz ölçümü Türkiye’den çok daha küçüktür ve dolayısıyla Türkiye’nin nüfusunun fazla olması normaldir. Haklısınız. İstatistiklere göre Yunanistan’ın toplam yüzölçümü 131 bin kilometre karedir (km2), aynı rakam Türkiye için ise 783 bin km2.dir. Yani Türkiye yüzölçümü olarak Yunanistan’dan yedi kat büyük bir coğrafyada bulunmaktadır6. Ancak burada dikkate alınması gereken değer km2 başına olan nüfus miktardır ki bu Yunanistan için 79 kişi iken Türkiye’de bu sayı 109 kişidir. Yani bir kilometre karede Türkiye’de 109 kişi yasarken, Yunanistan da bu sayı 79 kişidir. Kabaca bir hesaplamayla eğer Türkiye’de Yunanistan kadar km2 başına bir nüfus yoğunluğu olsaydı bu durumda Türkiye’nin toplam nüfusu 61 milyon olacaktı ve bu durumda ortalama bir Türkiyelinin yıllık geliri %30 artarak 12,5 bin dolara yükselecekti (diğer değişkenler sabit).

2019 rakamlarına göre toplam 302 milyar dolarlık GSYH’a sahip ülkelerden biri Güney Asya’da bulunan, Hindistan ve Myanmar ile sınır komşusu olan Bangladeş Devleti (“BD”)’tir7. BD bu 302 milyar dolarlık Türkiye’nin yaklaşık yarısını oluşturan ekonomik büyüklüğü, 160 milyon kişi ile oluşturmakta ve paylaşmaktadır ki bu durum ortalama bir Bangladeşlinin yıllık 1800 dolar kazanması demektir8. Bu da günde beş dolar yapmaktadır. Günde beş dolarla yaşamaya çalışan 160 milyonluk bir nüfusu düşünün! Üstelik BD dünyanın en fakir ülkeleri listesinin diplerinde bile değildir9 ve BD için tek kötü haber bu da değildir. Dünya Bankası tahminlerine göre 2050’ye kadar BD’nin topraklarının %17’si yoğun küresel nüfusun sonucunda oluşan küresel ısınma nedeniyle sular altında kalacak, bu da yaklaşık 17 milyon kişiyi evinden edecektir10. Bu 17 milyon kişi sularla beraber buharlaşmayacağından, bu nüfus diğer kentlere taşınacak ve bu da, zaten şu anda km2 başına 1127 kişilik nüfus yoğunluğuyla dünyanın km2 başına en yoğun 10. nüfusunun olduğu Bangladeş’te11 nüfus yoğunluğunu daha da artıracaktır.

Öte yandan, gelişen iletişim araçları ve teknoloji de Avrupa’daki sanal cennetin tel duvarlarla korunmasını daha imkânsız hale getirecektir. Giderek artan fukara nüfusun her gün ellerindeki telefonlarla bu sanal cennetteki yaşamı gün be gün izlemesi sonucunda, yasal ve yasa dışı yollarla bu sanal cennetin kapılarına dayanacak ve oradaki yaşamı da tahrip edecektir. Çünkü kurulan düzende siz sırça köşklerinizde oturup hayatın tadını çıkarırken yüz milyonlarca fukara insanı makineli tüfeklerin ardında sefalet, yoksulluk ve zulme bir yere kadar terk edebilirsiniz. Bir gün gelir, insanlar duvarları parçalar, kale gibi korunan evlerinize girer veya sizi sokakta yürüyemez hale getirir. İşte nükleer silahlanmadan veya küresel ısınmadan daha tehlikeli bir şey varsa bu da artık dayanılmaz noktaya gelen fukara nüfus artışıdır.

Durum bu kadar tehlikeli iken yapılması gereken şey küresel ebeveyn lisans sistemini uygulamaya koymak ve her ülkenin tıpkı karbon emisyonu gibi dünyadaki sürdürebilirliği tehdit etmeyecek oranlarda belirlenecek doğum kotaları getirmektedir. Ebeveyn lisansı, sadece mali gücü yeterli olanlara verilerek tek boyutlu bir lisanslama sistemi olmamalı ayrıca ebeveynlerin psikolojik yeterlilikleri test edilerek bu yetkinliklere sahip olan ebeveynlerin ebeveyn olmasına izin verilmesini içermelidir. Ebeveyn lisansı olmadan ebeveyn olan çiftler küresel sosyal maliyetlere ortak olmaları amacıyla ağır bir biçimde vergilendirilmeli ve yasa dışı ebeveynlik yapanlardan vergi yükümlülüklerini yerine getirmeyenler para cezasına çevrilmeyecek hapis cezalarına çarptırılmalıdır. Devletler ayrıca mali kriterler nedeniyle ebeveyn lisansı alma kriterini sağlayamayan vatandaşları için dünyanın her yerindeki yoksul ve kimsesiz çocukları sahiplenmelerini teşvik edecek düzenlemeleri hayata geçirmelidir. Böylece dünya nüfusuna yeni bir katkı yapmak için yeterli şartı sağlamayan ancak orta gelir grubunda bulunup ebeveyn olmak isteyen çiftler hem yoksul çocuklara ebeveyn olmuş olacaklar hem de küresel sorunun çözümüne bir katkı sunacaklardır.

Bugün bir arabayı kullanmak için bile haftalarca eğitim alıp deneme sürüşleri yapıldığı bir dünyada, kişilere bireysel hürriyettir diyerek maliyetini tüm dünyanın ödediği ebeveyn olma hakkını lisanssız olarak vermek, topluma ve dünyaya yapılmış en büyük ihanettir. Ebeveyn lisanslama sisteminin düzgün çalışıp çalışmadığı, her ülkenin temsil edildiği küresel bir organizasyon tarafından izlenmeli, bu sistemi uygulamayan veya efektif uygulamayan ülkelere yaptırım uygulanmalıdır.

Buraya kadar yazanları sabırla okuyan okuyucu yazarın zalim biri olduğunu düşünebilir ve okuyucu eğer üzerine oturduğu saatli bombanın seslerini duyamayacak işitme sorunları yaşıyorsa yazar tarafından anlayışla karşılanabilir.


  1. “Türkiye’ye Gelen Afgan Göçmenler: 45 Gündür Yoldayız”, BBC Türkçe YouTube Kanalı, https://www.youtube.com/watch?v=L-hiqqbKd5Y , Erişim: 21 Temmuz 2021.
  2. “Afganistan: Taliban’la hükümet güçleri arasındaki çatışmalardan kaçanlar anlatıyor”, BBC Türkçe YouTube Kanalı, https://www.youtube.com/watch?v=AH-MBCTym4s, Erişim: 21 Temmuz 2021.
  3. Kıta Avrupası, Birleşik Krallık ve İskandinavya toplamıdır. Eski komünist devletler, balkanlar ve diğer Avrupa ülkeleri bu toplama dahil değildir.
  4. Malthus Teoremi: https://tr.wikipedia.org/wiki/Thomas_Robert_Malthus
  5. GSYH (Gross Domestic Product, GDP): Gayri safi yurt içi hasıla (GSYiH, GSYH), belirli bir zaman aralığında üretilen tüm nihai ürünlerin, piyasa değerindeki ekonomik ölçüsüdür.
  6. World Population Review, “Country Rankings by Density”, https://worldpopulationreview.com/country-rankings/countries-by-density, Erişim: 21 Temmuz 2021
  7. Dünya Bankası (The World Bank), World Development Indicators, https://datatopics.worldbank.org/world-development-indicators/ , Erişim: 21 Temmuz 2021.
  8. Dünya Bankası rakamlarına göre dünyadaki ortalama kişi başına gelir yaklaşık 10,4 bin dolardır.
  9. Dünya Bankası rakamlarına göre dünyanın kişi başına gelir rakamı en düşük on ülkesi şöyledir: 1. Burundi 274 dolar, 2. Somali- 309 dolar, 3. Mozambik-448 dolar, 4. Orta Afrika Cumhuriyeti- 476 dolar, 5. Sierra Leone- 484 dolar, 6. Madagaskar- 495 dolar, 7. Afganistan- 508, dolar, 8. Demokratik Kongo Cumhuriyeti- 556 dolar, 9- Nijer- 565 dolar, 10. Liberya- 583 dolar. Kaynak: Dünya Bankası, “GDP Per Capita”, https://data.worldbank.org/indicator/NY.GDP.PCAP.CD?most_recent_value_desc=false , Erişim:21 Temmuz 2021.
  10. Dünya Ekonomik Forumu (World Economic Forum), “These 11 sinking cities could disappear by 2100” https://www.weforum.org/agenda/2019/09/11-sinking-cities-that-could-soon-be-underwater/,  Erişim: 21 Temmuz 2021.
  11. World Population Review, ibid.

Kapak ve iç fotoğrafı: “Dhaka Bangladesh train full of passengers due to overpopulation”, Yahoo News, https://ph.news.yahoo.com/cost-overpopulation-around-world-090000594.html, Erişim: 21 Temmuz 2021.

100% LikesVS
0% Dislikes

Leave a Reply