Okur Söyleşileri’nin dördüncüsünde sevgili öğretmenim Fürüzan Bilir’le birlikteyim. Bundan kırk yıl önce ortaokul birinci sınıfta bize matematiği sevdiren Fürüzan öğretmenimizin çok iyi bir okur olduğunu geçen yıl beni, 2009’da kurduğu ve halen faaliyetini sürdüren Kitapkakan Okuma Grubu’nun Dickens oturumuna davet ettiğinde sevinerek görmüştüm. O toplantıda, üzerinde konuşmaktan en çok keyif aldığım konulardan biri olan Dickens hakkında konuşmakla yetinmeyip o aralar hayranlıkla okuduğum Arjantinli yazar Cesar Aira’yı da okuma programlarına dahil ettirmiştim🥰
Fürüzan öğretmenim on bir yıldır gönüllü olarak çalıştığı ÇYDD Ankara Şubesi’nin son iki yıldır da başkanlığını yürütüyor. Eğitimi, okuma tutkusunu, gençleri, kitap kulüplerini, evinde kurduğu kütüphane takip sistemini edebiyatın matematiğini konuştuğumuz bol kahkahalı çok güzel bir söyleşi yaptık. Sevgili öğretmenimle yıllar sonra hem de kitaplar üzerine konuşmak çok çok keyifliydi. Eski günleri de konuştuk tabi ki, ama onları buraya yazmadım😉
AA- Öğretmenim hoş geldiniz. Çok mutlu oldum zaman ayırdığınız için.
FB- Ben de öyle, çok mutlu oldum. Böyle çeşitli bahanelerle bir araya gelmemizden, tekrar buluşmamızdan çok çok mutlu oldum.
AA- İlk sorum standart oldu artık, sizinle de öyle başlayayım; Neden kitap okuyorsunuz öğretmenim?
FB- Nedenini bilemeyecek kadar içselleştirmiş vaziyetteyim. Okumadan ne yaparım bilmediğim için okuyorum herhalde😊
AA- Şöyle sorsam, bir kitabı okumak size neler hissettiriyor?
FB- Bir kere kesinlikle başka bir dünyaya geçiyorum; tamamen başka, bu dünyanın dışında. Onun içine girip, kendimi orada hapsediyorum. Hiçbir şey düşünmeden onu okuyabiliyorum. Bu benim çok hoşuma gidiyor. Yazarın anlattığı dünyanın içine girmek, hele de sürükleyici ise gerçekten çok hoşuma gidiyor.
AA- Okumayı sevenler genelde, bu dünyadan bir kaçış olarak bahsediyorlar kitap okumaktan. Sizin için de aynı şey geçerli. Peki neler okuyorsunuz? Ne tür kitaplar ilginizi daha çok çekiyor.
FB- Genelde roman ya da hikaye.
AA- Kurgu okuyorsunuz…
FB- Evet, kurgu okuyorum. Şiir okuyamıyorum. Kendimi o yetkinlikte görmüyorum. Tarihsel bazı kitaplar okuyorum; özellikle Türkiye’nin yakın tarihi ile ilgili. Bazen de güncel olaylara ilişkin yazılmış şeyler olursa, çok merak ettiysem onları okuyorum. Son zamanlarda günceli çok okumuyorum, çünkü sinir bozuyor böyle şeyler. En çok roman ve hikaye, özellikle roman okuyorum. Paralel olarak da yakın tarih, Atatürk, Cumhuriyet okumaları yapıyorum. İki sene önce o döneme ait her şeyi okumaya başladım. Kendime göre bir sıraya koydum, okuyorum. Dernekte de (ÇYDD) Ocak ayından itibaren “Cumhuriyet Söyleşileri”ni başlattık. Bununla ilgili öğrencilere gönderdiğimiz kitaplar vardı, paralel okumalarda da onları okudum.
AA- Ben de onu düşünmüştüm; şu an yaptığınız iş ile ilgili olarak da belki…
FB- Önceden kendim başlamıştım zaten, ama şimdi öğrenciler için aldığımız kitaplara öncelik verdim.
AA- ÇYDD çalışmalarınız ve okuma konusu sorularımın arasında var ama öncelikle bireysel okuma deneyiminizden devam edelim istiyorum. Öğretmenim, “okumayı, neden okuduğumu bilemeyecek kadar içselleştirdim” dediğinizde çok uzun zamandır okuma alışkanlığınız olduğunu anlıyorum.
FB- Aslında ben çok sokakta oynayan bir çocuktum. Beni zorla içeriye sokarlardı. Dolayısıyla ben okumayı sevmezdim.
AA- Okuma alışkanlığınızı çocukken mi edindiniz diye soracaktım ben de😂😂
FB- Babam okuyan bir insan zaten ama gerçekten çok sokakta oynardım; bisiklete bineyim, paten kayayım, gelmeyeyim içeriye.
AA- Ankara’da mı?
FB- Ankara’da evet, Selanik Caddesi’nde. Ortaokula geçtikten sonra, zaten kafa matematik kafası ya, öyle şeylerle hiç ilgim yoktu. Mesela tiyatro ödevi verirlerdi, özet çıkarılacak, ablamı da götürürdüm oyuna, onun edebiyat yönü çok yüksek, ona yazdırırdım özetleri. Sonra ablam “artık genç kız oluyorsun” diyerek küçük küçük kitaplar vermeye başladı; aşk romanları filan…😊 Orta sona doğru ben öyle öyle başladım okumaya. Üniversite’de malum siyasetle ilgili kitaplar, herkes okuyor… Sonra, artık çocukların da büyümesiyle sanırım, tamamen kendime ait bir okuma düzeneği oluşturdum. Romanlar, bir zamanlar Cüneyt Arcayürek vb… yazarların güncel kitapları vardı. 80’lerde yeni Türk romancılar, kadın yazarlar, Vedat Türkali’ler falan, hep o dönemin yazarları… Şimdi kütüphanemden onları okuduğumu görüyorum.
AA- Öğretmenim bunlar hep Ankara okumaları😂😂
FB- Tahmin edebiliyorum😂😂 Sonra da biliyorsun, 2009’dan bu yana kitap kulübü ile daha düzenli bir okuma dönemi başladı. Son birkaç senedir kendime sayı belirliyorum; şu kadar kitap okuyacağım bu sene diye.
AA- Nasıl bir hedef koyuyorsunuz?
FB- Mesela ayda iki kitap diyorum kendimce, onu aştığımı görünce bir tık daha yükseltiyorum; yirmi ise yirmi beş olsun, otuz olsun.
AA- Sistemli bir okursunuz o zaman, matematikçi olunca…
FB- Öyle oldum, gittikçe öyle oldum. Özellikle kitap kulübünde yazarı da kitabı da tartışmaya başladıktan sonra çok daha sistemli okurlar olduk.
AA- Onu da sormak istiyorum aslında. Kitap kulüpleri, okuma kulüpleri artmaya başladı. Kulüplerin okuma deneyimine nasıl bir katkısı olduğunu düşünüyorsunuz? Bir taraftan ben de çok keyifli olduğunu düşünüyorum ama diğer taraftan okumak bireysel bir deneyim diye de düşünmüyor değilim. Ne dersiniz?
FB- Başka kulüplere, okunan kitaplara baktığım zaman bizim biraz nitelikli işler yaptığımızı görüyorum, çünkü bazen çok basit kitapları okuyor insanlar ve sanki edebiyat dersindeymiş gibi inceliyorlar. Biz de o anlamda bir edebiyat incelemesi yok. Önemli olan çeşitli dünya yazarlarını, kültürlerini öğrenmek. O yüzden de herkesin çok katkısı oluyor. Hiçbir zaman kendin düşünemeyeceğin bir kitap ya da bir yazar önüne geliyor. O açıdan güzel, ben onu seviyorum.
AA- Okur açısından bir zenginlik yaratmış oluyor.
FB- Evet, Bir de klasikler de okunuyor, çevirmenler çağırılıyor, doktora tezi yapmış olanlar çağırılıyor, yazar çağrılıyor…
AA- Arada Ayşegül de çağrılabiliyor😊
FB- Evet, Ayşegül çağrılıyor. Bize çok güzel katkılarda bulunuyor. Sen olmasan ben hayatta Charles Dickens’ın o kalın kitaplarını okumazdım.(1)😂😂
AA- O zaman sonuçta kitap kulübü önemli bir motivasyon sağlıyor diyebiliriz.
FB- Benim açımdan seçeneklerimi genişletti. Bir de şu açıdan iyi oluyor, zaten insan biraz da öyle okuyor; okurken başka bir referans buluyorsun, oradan başka bir kitaba atlıyorsun. Mesela Japon Edebiyatı hakkında bilgili bir kişi var diyorlar, çağırıyoruz, böylece Japon yazarları da okuyoruz. Yani kendi başıma yapmayacağım şeyleri yapıyorum kulüpte. Bireysel okuma açısından da hem bahsettiğim “Cumhuriyet Söyleşileri”nin ışığında yakın tarih okumaları yapıyorum hem de daha farklı hikaye kitapları ya da arkadaşlarımın bana hediye ettiği kitapları aralarda vakit buldukça sıkıştırıyorum. O da güzel oluyor; hediye edilmiş bir kitap mesela geçen gün, o kadar hoşuma gitti ki, arkadaşım bunu bilerek mi hediye etti acaba diye düşündüm.
AA- Hangi kitap acaba?
FB- Dur, neydi adı? Yazmışımdır şuraya. Bir de yazıyorum okuduğum kitapları.
AA- Liste mi yapıyorsunuz?
FB- Liste yapıyorum, evet.
AA- Bu da “düzenli okur”.
FB- Evet.
AA- Okurları sınıflandırmayı seviyorum. Ben mesela takıntılı okurum. Hesap hatası falan varsa romanda, onu hesaplarım, oraya da not alırım yanlış diye, “o tarihte on üç yaşında olamaz” falan diye…😂😂
FB- Bazen onu ben de yapıyorum. Listeden bakıyorum şimdi; evet kitabın adı; Muhtelif Evhamlar, Ömür İklim Demir’in. Yapı Kredi Yayınları’ndan. Çok hoşuma gitti hikayeler.
AA- İsmi de ne güzelmiş, not alıyorum.
FB- Hikaye okumak biraz şey geliyor bana. Başka bir konuya atlıyorum ama; kitaba konsantre olurken başta biraz zorlanırım; karakterler o muydu, bu muydu, hatta not tutarım. Sonra kitaba dalıp ilerleyince de dönüp notlarıma gülerim; bunları mı yazmışım diye😊 Yine de ilk konsantrasyonumu sağlamak için yazmak benim için önemli. Ama hikaye öyle bir şey ki sen konsantre olana kadar hikaye bitiyor😂😂 Onun için bu da değişik bir konsantrasyon testi oluyor benim için.
AA- Hikaye ile roman yazan açısından çok farklı tabi ama okuyucu açısından da farkı var, çok güzel ifade ettiniz.
Nasıl seçiyorsunuz okuduğunuz kitapları diye sormak istiyorum ama biraz da bahsettiniz; kitap kulübü…
FB- Evet, biraz oradan oraya atlayarak… Ne bileyim bazen birisinin söyleşisinden duyduklarım… Onur Caymaz’ın birkaç tane edebiyat söyleşisine gitmiştik, o yazmak için çok iyi bir okur olmak gerektiğini iddia ettiğinden, harflerden başlayıp kelimelere, cümlelere, edebiyata giden bir söyleşi, onun çok kitap önerisi olmuştu. Kitap kulübünü kardeşimle birlikte yaptığımız için onunla çok buluyoruz böyle kitaplar. Ablamız da Fransız Dili ve Edebiyatı’nda çeviri bölümünde, onun da çok katkısı oluyor. Onun öğrencilerinin üzerinde tez yazdığı kitapları çok kaynak alıyoruz, kulübe davet ediyoruz. Mesela ben şimdi dört gözle bir tezin bitmesini bekliyorum. Tutunamayanlar’ın İngilizce çevirisi üzerine doktora tezi yapılıyor, tezi yapan da aslında gazeteci. Şimdi tezin savunmasının yapılmasını bekliyorum, geçsin hemen davet edeceğim kulübe😊 Aslında Tutunamayanlar’ı daha önce okuduk. Ama kulüp çok yaşayan bir hale geldi artık. İlk başlayanlardan birkaç kişi kaldı, değişik insanlar geldi. O yüzden de ilk başlarda okuduğumuz kitapları, yazarları hiç okumamış olanlar var, mutlaka okuyalım istiyorlar. O anlamda Tutunamayanlar da belki tekrar okunabilir.
AA- Kulüp 2009’da kurulmuştu değil mi?
FB- Evet, 2009. Yani on iki sene mi olmuş?
AA- On iki, evet. Çok güzel. Peki bu kadar kitap ve yazar arasında, güncel bir deyimle ifade edersem fanı olduğunuz yazar(lar) var mı? Tüm kitaplarını okumayı istediğiniz ya da yaşayan bir yazarsa yeni kitap çıkartsın diye beklediğiniz yazar(lar)?
FB- Aslında birlikte okumanın şöyle bir etkisi var; bazen bir yazara doyamayıp peş peşe okuyamıyorsun. Onun yerine başka kitaba geçiyorsun. Belki de tadında kalıyor. Öyle bir kimse (tüm kitaplarını okuduğumuz) olmadı diyebilirim.
AA- Peki sizde çok iz bırakan, kitap deyince aklınıza gelen ya da belki dönüp dönüp okuduğunuz kitap(lar) var mı?
FB- Aslında ben dönüp dönüp hiç kitap okumuyorum. Çok enteresan, hiç dönüp okumuyorum. Mesela geçen Sıfır Noktasındaki Kadını okuduk ve üzerinde konuştuk. Aslında ben o kitabı 2009’da okumuşum. Tekrar okuyunca başka bir gözle okuyorsun. Bazen böyle eskilerden alıp alıp okumam lazım diyorum. Bizim dernekte (ÇYDD) ikinci el kitap satışı da var. Dolayısıyla insanlar kitaplarını bağışlıyorlar, ben de oradan satın alıyorum. Bir de böyle satın aldığım kitaplar olduğu için geçen gün kütüphanemi excel tabloya geçirdim, yani Kütüphane Takip Sistemi yaptım.
AA- Aşırı düzenli okur😂😂
FB- O sırada baktım ki hem unuttuklarım var hem de hiç okumadıklarım var. Dedim ki “Senin ömrün kesinlikle yetmeyecek kütüphanedekilere, bir daha alma kitap, bari kütüphanedekileri bitir.” Yok, olmuyor, yine alınıyor.
AA- Öğretmenim geçen ay üç gençle yaptım bu söyleşiyi; 9., 10., 11. sınıftalar. Onlara da “gençler okumuyor diyorlar, ne diyorsunuz?” diye sordum. Bir tanesi, “bence orta yaş ve üstündekiler hiç okumuyorlar. Bir sürü kitap alıyorlar, hepsi kütüphanelerinde öylece duruyor.” dedi.
FB- Doğru söylemiş😂😂
Mesela bizim babamız da çok okuyan birisi. Hatta biz kitap kulübünü kurunca da merakla beklerdi her ay, “Hangisini seçtiniz? Ben de onu okuyayım.” diye. O da bizim uzaktan okurumuzdu. “Evladım bana bir şey almayın, kitap alın hediye.” derdi. Biz de ona doğum günlerinde, babalar günün de falan sürekli kitap alırız. Ama ben tabi uyanıklık yaparak kendi okuyacağım kitapları babama alırdım😊 Nasıl olsa babam okuduktan sonra ben okuyacağım. Fakat gidiyorum eve kitap yok. Arıyorum yok, babamın kütüphanesi böyle temiz temiz, birkaç tane kitap kalmış. Meğerse çok sevdiği bir arkadaşı vardı, Hollanda’da yaşayan bir Türk doktor, yazları Marmaris’e geliyorlar ailece, babam da kitaplarını koli koli ona gönderiyor; “Doktor Bey, sen de oku.” diye. “Baba, kitaplar nerede?” “E, doktora gönderdim.” “Baba, ben daha okumamıştım. Bundan sonra doktora göndermek yok. Önce ben kontrol edeceğim.”😂😂 Bu da başka bir şey; gerçekten okuduğun kitabı saklamadan gönderebilmek de başka bir yetenek mi diyeyim, duygu mu diyeyim bilemiyorum. Mesela o anlamda Türkan Saylan’ın yaptığı çok takdir edilecek bir şey; elinde sadece okuduğu kitabı tutuyor. Onun dışındakilerin hepsini vermiş, hepsini çocuklara vermiş. Bunu bilince de şu kütüphaneden utanıyorum o zaman.
AA- Ben de arada bakıyorum, ayıkladıklarım da oluyor, ama hepsini de veremem.
FB- O bir aşama herhalde. O da gelir belki bilemiyorum.
AA- Belki…
FB- Geçen kardeşim de taşınma sebebiyle kitaplarını derneğe vermeye karar verdi; bir yığın kitap. Bir yandan derneğe gelecek, içinden ben de satın alırım, yani onun kitaplarında bile gözüm var. Ondan sonra çocukları dediler ki, “biz gözden geçirmeden sakın verme”, paket halinde aldılar. Ama her şeyi veriyor, diyorum ki “Ya nasıl yaparsın böyle bir şeyi, gerçekten kıyacak mısın?” Veriyor hepsini, çünkü o bir yandan da tabletten okumaya geçti. Yer olmayınca, bazen de teknede yaşıyorlar, orada hiç yer yok, pdf okuyor O.
AA- Aslında onu da sormak istiyorum size. E-kitap hakkında ne düşünüyorsunuz, okuyabiliyor musunuz?
FB- Okuyorum. Onu da okuyorum. Hatta eskiden çok küçüktü ya, telefonlar, ekranlar, oradan bile okudum😊 Köpeği dışarıya çıkarmışım, o kendi dolaşıyor, ben elimde kitap, okuyorum o küçücük ekrandan. Sonuçta e-kitap okuyabiliyorum, bazen hatta daha çok hoşuma gidiyor, sanki daha hızlı sayfa geçiyormuşum gibi geliyor yukarıya doğru kaydırarak okuyunca. Bazılarında not da alabiliyorsun, üzerini çizebiliyorsun, ama dönüp bakıyor musun? Yok😂😂 Ama bak, oradan da silemiyorum.
AA- Kitapların giriş var, çıkışı yok.
FB- Evet, gelecek mi öyle bir gün bilmiyorum. Yalnız bir öğrenciye verdiğim zaman kitabı, değerlendirebileceğini bildiğim bir öğrenciye, orada kalmasını istiyorum kitabın. Ama arkadaşıma verdiğim zaman not ediyorum “geri vermedi hala” diye😂😂 Öyle bir gariplik…
AA- Gariplik değil aslında, kitaba verdiğiniz değeri gösteriyor, kitabın sizin için ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Bu da çok güzel bir şey. Zaten genelde çok okuyanlar kitap vermeyi sevmiyor. Verse de not alıyor, bir şey yapıyor yani…
FB- Evet, ama geri de isteyemiyorum.
AA- Listeye bakıp bakıp sinir oluyorum.
FB- Aynen öyle😂😂 Ya da gidip kendime bir tane daha alıyorum o kitaptan. Geçen gün bir arkadaşım kendi kütüphanesini düzenlerken benim üç dört tane kitabım çıkmış. Daha hangileri olduğunu öğrenemedim ama aklıma yazdım üç dört kitabım var orada diye.
AA- İsim yazıyor musunuz içine? Ben yazıyorum ismimi.
FB- Yazıyorum, yazıyorum. Ama eskiden tükenmez kalemle yazıyordum şimdi kurşun kalemle yazıyorum.
AA- Neden? Ben tükenmezle yazıyorum.
FB- Şöyle, derneğe getirilen kitaplarda çok karalananlar gördüm. Onun için kurşun kalemle yazıyorum, isteyen silsin.
AA- Yine bir incelik …
Peki, bir okur olarak, çok okuyan bir okur olarak hoşunuza giden kitaplarda ortaklaştırabildiğiniz özellikler var mı? Bir kitapta şu olursa hoşuma gidiyor ya da şu olursa okumaya devam etmiyorum diyebileceğiniz, ortaklaştırabileceğiniz özellikler var mı?
FB- Bilemiyorum…
AA- Yarım bıraktığınız kitap oluyor mu?
FB- Çok nadir. Allem kallem edip inatla devam ediyorum. Bazen öyle kitaplar oluyor ki anlayamıyorsun, mesela bazı post modern metinler. Ama onu bile anlamaya çalışarak inatla okuyorum. Ama klasikleri, Rus yazarları çok seviyorum. Onları okuyunca gerçekten bir başka dünyaya gittiğini hissediyorsun.
AA- Bu yaptığım dördüncü okur söyleşisi. Geçen ayki gençlerle yaptığım söyleşiydi. Ondan önceki iki söyleşiyi de çok iyi okurlarla yaptım, ikisi de mühendisti. Ve siz de matematikçisiniz. Edebiyatın bir matematiği var mı sizce?
FB- Kendi içinde, romanı yazarken yazarın bir matematiği vardır diye düşünüyorum, bir düşünce sistemi vardır. Çünkü matematik dediğin şey bir düşünce sistemi olarak gelişiyor. Muhakkak vardır diye düşünüyorum. Ama onun üstüne bir de o kelimeler, o benzetmeler, onlar bambaşka bir dünya. O, mühendis ya da matematik kafasıyla yapabileceğin bir şey değil diye düşünüyorum ben. Onlar insanın beynine üşüşen şeylerin kağıda dökülmesi.
AA- Buradan belki şunu da sorabilirim, tam o noktaya gelmiş oldunuz. Mesela ben Poe’nun ünlü Kuzgun şiirini yayımladıktan sonra bir de şiiri nasıl yazdığını anlatan bir makale yayımlamasından çok etkilenmiştim.(3) Şiir büyülü bir dünya yaratan muhteşem bir şiir, makaleyi de okuyorsunuz baya hesap kitapla yazmış.
FB- Çok enteresan.
AA- Evet. Bu durumda ben kendi adıma da düşünüyorum, size de sormak istiyorum; edebiyat ya da daha genişletirsek sanat, hesaplı kitaplı bir yaratım mı, yoksa dediğiniz gibi kafaya üşüşen düşünceler mi ya da ikisi birden mi?
FB- Bence ikisi birden. Çünkü o yapıyı kurgulamak gerçekten mantık işi. Onu soyut olarak görmesi lazım bir de, düşünce düzeyinde. Bazen işin içine girince kaptırıp başka bir yere gidiyor olabilir ama en azından kurguda mantık, matematik devrede oluyor. Ama dile dökmek bence biraz kabiliyet meselesi.
AA- İlham denen de o belki.
FB- Belki. Bir keresinde Ayla Kutlu ile konuşuyorduk. Kitapta bir tane yaşlı nine var. “Bunu nasıl yazdınız?” derken, çok yakın arkadaşı ressam İmren Erşen’le kitabı yazdıkça konuştuklarını anlattı. İmren Hanım da merak ediyor metnin gelişimini. Bir gün yazmış yazmış nineyi öldürmüş. Diyor ki (Ayla Kutlu); “İmren’e telefon ettim, telefonda bir ağlıyorum bir ağlıyorum nine öldü diye.” Hemen bir araya geliyorlar, dertleşiyorlar nine öldü diye. Bunu böyle anlatınca ben şunu anladım; demek ki bazen insanın içinden öyle taşıyor ki, işin içine öyle giriyor ki, o noktada… Mesela Onur Caymaz da öyle söylemişti, “sonrasında romanın içinden çıkamadım, terapiye gitmek zorunda kaldım” dedi. Gerçekten bu dünyaya tekrar gelmek gibi bir şey. Yazmak o anlamda baya zor bir şey. Psişik bir durum var orada.
AA- Biz nasıl okur olarak başka bir dünyaya giriyorsak yazar da o dünyaya…
FB- Evet, kendisi oraya girip, yaratıp, sonra çıkmak durumunda kalıyor.
AA- Benzer bir hikaye Balzac için de anlatılır.(4) O da çok kendini vererek, perişan olarak yazarmış.
FB- Kendi öldürüyor, kendi yasını tutuyor.
AA- Kurguda matematik demişken şunu sormak istiyorum. Biz ortaokuldayken sizi çok seviyorduk, onun için matematiği de seviyorduk🥰
FB- Bunu söylüyorlar çok seviniyorum.
AA- Buradan yola çıkarak, benzer bir ilişki kitapla yazar arasında sizin için var mı? Yazarın kim olduğu, nasıl bir insan olduğu kitapla ilgili düşüncenizi etkiliyor mu yoksa kitap ayrıdır yazar ayrıdır diye mi bakıyorsunuz?
FB- Bence etkiliyor. Mesela hemen Nawal El Saadawi’nin kitaplarını örnek vereyim. Kadının o cevvalliği, mücadelesi, bakışı, genel hali hakikaten yazdıklarının ötesinde sevdirdi hem kendini hem kitaplarını. Klasiklerde yazarı tam olarak ne kadar tanıyabiliriz, çok etkili olmayabiliyor. Şöyle görüyorum, özellikle iyi kitaplardaki iyi yazarlar gerçekten hayatta bir derdi olan insanlar. O insanlara da ben hayatta hep empati ile bakmışımdır, üzülmüşümdür. O yüzden belki o insanların kitapları beni daha çok etkiliyor olabilir. Mesela eşcinseller için de aynı şey. Onun içinden çıkamadıkları için, bir dertleri olduğu için özellikle daha eski dönemlerde, o kadar güzel yazmışlar ki.
AA- Dezavantajlı gruplardan iyi yazarlar çıkabilir diyorsunuz.
FB- Çıkabiliyor. Bir şekilde bir derdi var dünyada; mücadele ediyor, anlaşılmıyor…
AA- Kendini sanatla ifade etme yolunu seçiyor.
FB- Evet, onların kitapları beni daha çok etkiliyor.
AA- Ben şöyle bir açıdan da soruyorum aslında, diyelim ki çok güzel eserleri var ama, kendisi sizin değerlerinize göre çok da iyi diyemeyeceğimiz bir insansa eğer, “beni ilgilendirmez, kitapları ile ben onunla tanışırım” mı dersiniz…
FB- Yok şöyle, ilk kitaplarını okuyup çok beğendiğim bir yazar mesela sonradan başka bir yola girince kitapları da bunu yansıtıyor. Tavrı değiştikten sonraki kitaplara bak onların da değiştiğini görüyorsun.
AA- Eserinde belli oluyor yani…
FB- En azından bazı yazarlarda böyle. Dünya görüşünde, tavrında evrensel doğrular yer almıyorsa kendini belli ediyor diye düşünüyorum. Deneyebilirim, hadi bir deneyeyim derim ama muhakkak bir yerden bir şey çıkar.
AA- Biraz da ÇYDD’ndeki görevinizle ve oradaki çalışmalarınızla ilgili konuşalım istiyorum. Derneğin misyonuna baktım, toplumumuzda olmasını isteyeceğimiz özelliklerden bahsediyorsunuz; Cumhuriyet’in kazanımlarını korumak, bilimsel düşünme ve sorgulama yetileri gelişmiş, insan haklarına saygılı bireyler, çağdaş bir yaşam için bir çözüm üretmek diyorsunuz ve bu özelliklere sahip insanlar yetiştirebilmek için emek harcıyorsunuz bildiğim kadarıyla, gençlerle özellikle çalışıyorsunuz.
FB- Evet, öyle…
AA- Bu misyonunuz çerçevesinde tüm bu çalışmaları yaparken kitabın, edebiyatın nasıl bir rolü olduğunu görüyorsunuz bu özlediğimiz, istediğimiz toplum yapısına ulaşmakta? Ya da eksikliğinin hissedildiğini düşünüyor musunuz? Okuyanla okumayan genç arasındaki farkı görebiliyor musunuz?
FB- Biz çocukları mülakatla seçiyoruz, belli oranlarda başarılarına bakıyoruz. Gerçekten okumaya meraklı öğrenciler genelde başarılılar. Çalışkan çocuk her yerde çalışkan oluyor; okumada da, okulunda da. Bunu görüyoruz. Biraz önce senin söylediğin gibi mühendislik eğitimi de alsa bakıyorsun okuyor. Bizim de mümkün olduğunca okumaya yönlendirmek gibi bir çabamız var. Bir kere en başta mülakatlarında soruyoruz; en son okuduğun kaç tane kitap var?
AA- Bu sizin seçim kriterlerinizden biri yani? FB- Evet, öyle. En son ne okudun? İki, üç tanesini söyle. Ne anladın? Niye onu okudun? Böyle sorularımız var. Ayrıca Ankara Şube olarak çeşitli öbeklerimiz var. Bunlardan bir tanesi kitap öbeği, onu da yıllardır ben yürütüyorum, kardeşim ve bir arkadaşımla birlikte. Orada öğrenciler bir araya gelmeye çalışıyorlar. Kitapları kendileri seçiyorlar, teklif ediyorlar, niye teklif ettiklerini açıklıyorlar. Sonra da kitabı okuyup, toplanıp tartışıyoruz. Orada da görüyorsun tartışmaya katılanı, okumaya katılanı. Mesela bir doktor kızımız var, bir keresinde nöbetten çıktı geldi toplantıya, üzerinde yeşil doktor elbisesi. “Buradan gidince uyurum ben hocam” diyor😍 O kadar şeker ki. Öyle bir insan istediği her şeyi yapabilir. Tıp öğrencilerinden katılanlar o kadar çok ki. Bir başarının içinde her şeyi görüyorsun. İyi yetişen her konuda iyi oluyor ve bunun içinde de okuma çok önemli bir yer alıyor. Mesela Cumhuriyet Okumaları için öğrencilere dört beş tane kitap gönderdik, çeşitli dönemleri anlatan. Osmanlı’dan başlayıp günümüze kadar gelen bir tarih serisi okusunlar istedik ve buna göre de söyleşiler düzenledik. Şimdi de telefonla geri bildirim alıyoruz; “Okudunuz mu? Nasıldı? Söyleşiye katıldınız mı?” diye. Özellikle tıp öğrencileri okuyamamışlar. Çünkü biz bu etkinliği özellikle son sınıflara yapalım demiştik.
AA- Vakit bulamamışlardır.
FB- Evet, şimdi artık birinci sınıflardan başlayıp devam edeceğiz. Yeni başladığı için bu yıl bir denemeydi. Onun için de geri bildirim almaya çalışıyoruz. 325 öğrencinin her birinin adresine teker teker bu kitapları gönderdik. Epeyce bir emek harcandı. Şimdi de yine emek harcayarak geri bildirim almaya çalışıyoruz. Çoğu, okumamış olsa bile kendisine kitap gönderilmiş olmasından çok mutlu. “Hocam, kütüphaneme koydum, bu yaz okuyacağım.” Bunu duymak da çok güzel. Bir şekilde “siz bu kadar uğraşmışsınız, ben de bundan çok mutlu oldum” etkileşimini görüyorsun gençlerde. Kitap geldiği zaman çok mutlu oluyor; “Yaa siz bize kitap göndermişsiniz!” diyerek. Sonuçta benim kitap öbeğinde de diğer etkinliklerde de gördüğüm okuyan ve dünyasını farklı şekilde geliştiren öğrenciler hep başarılı.
AA- Peki bu açıdan baktığımızda, öğretmenlik deneyiminizi de göz önüne alarak sormak istiyorum; bizim okullarımız okumayı destekliyor mu acaba?
FB- Okuluna bağlı, bir kere. Mesela Ankara Koleji çok destekliyor, Tevfik Fikret çok destekliyor. Yine Ankara örnekleri veriyorum ama bildiklerim bunlar😊😊 Tevfik Fikret’in okuma saatleri var mesela. Kolej’i yeğenimden biliyorum, hakikaten devamlı bir şeyler okutturuyorlardı, yorumlattırıyorlardı. İki paralel yazar okutup karşılaştırma yaptırıyorlardı. Bunlar iyi örnekler ama başka okulları bilmiyorum. Kendi çocuklarıma gelince…
AA- Evet, onlar?
FB- Her gün onlara kitap okudum. Büyük oğlum bir kitap delisi. Zaten ilkokul birinci sınıfta okumayı öğrenince yaz tatilinde on kitap okuyup gelin denir ya, bizimki elli kitap okuyup geldi. Öyle biriydi o. Öbürü, hiç. Ona da ne taklalar attım ne taklalar attım; “bir satır sen oku bir satır ben okuyayım”, “Bir sayfa ben okuyayım sen dinle, sonraki sayfayı sen oku ben dinleyeyim.”, “Hadi üçümüz beraber okuma günü yapıyoruz.” Sonuç; hiç. Bir ara sadece İstanbul’da yaşarken bir kitap merakı oldu, baya bir okudu, bir, iki sene kadar. O da biraz daha popüler kitaplar falandı, sonra yine kayboldu. Hala eline kitap almıyor.
AA- O dönemdeki kız arkadaşı okumayı seviyorsa ondan olmuş olabilir😂😂
FB- Olabilir, olabilir.
AA- Aslında sormak istediğim sorulardan biri de oydu. Bu çok ilginç, annesi babası çok okuyan çocuklar illa okuma alışkanlığı kazanacak diye bir şey olmuyor. Size de soracaktım, çocuklarınıza geçirebildiniz mi diye…
FB- Yok, gerçekten bu konuda iki ayrı kutup oldular. Bu konuda konsantrasyon sorunu da etkili olabiliyor. Ama ben kendi açımdan gerçekten çok çaba sarf ettim. Sonunda pes ettim, genetik dedim, bıraktım.
AA- Elinizden geleni yapmışsınız.
FB- Şimdi bir çocuk için “Kitap okumuyor.” dedikleri zaman içimden diyorum, okumaz o uğraşmayın😂😂
AA- Yine de biraz çaba göstermekte fayda var😊
Benim sorularım bu kadar öğretmenim, sizin söylemek istediğiniz bir şey var mı okumakla ilgili, kitaplarla ilgili? Önerileriniz var mı, bu söyleşiyi okuyacak “az” kitap okuyanlar için?
FB- Aslında şöyle… Mesela şimdi sesli kitaplar da var. Her şey var; dinle, oku. O dünyalara muhakkak girmek lazım. Ben mesela seyahatlerimde sesli kitap dinliyorum. Yalnız da seyahat ediyorsam dinleye dinleye gidiyorum. Bazen o kadar heyecanlı oluyor ki duramıyorsun. Onun için, edebiyat dünyasında sana hitap edecek her şeyi okumak lazım diye düşünüyorum. Bir de insanda yavaş yavaş bir birikim oluyor. Bazen ben mesela dernekte insanların okuduklarına bakıyorum; çok popüler yazarlar; olsun, yeter ki okuyun, bunu da okuyun. Sonra başkalarını da okursunuz😊 Mesela bizim kitap kulübünü “ağır geldi bana” diyerek bırakanlar oldu. Popüler yazarlara devam ederlerse olmuyor tabii.
AA- Herkesin bakış açısı farklı ama hiç okumamaktansa o deneyimi yaşıyor olmaları daha iyi.
FB- Bence de. Bizim gazetelerimiz de böyle değil mi? Kimse Cumhuriyet’i okumuyor. Hürriyet’ten sonra okunan gazete Sözcü oldu şimdi.
AA- Şöyle bir şey de yok mu? Yaşamın genel olarak şekli de değişti. Eskiden ben hatırlıyorum biz çocukken Cumhuriyet gelirdi, sabah önce babam bir kısmını okur, işe giderdi. Sonra annem okurdu. Sonra okuldan gelince biz bakardık. Sonra babam akşam gelince bir daha okurdu, kalan kısımlarını. Gazetenin canını çıkarırdık😊 Ama şimdi öyle bir imkan da yok, herkes sabahın köründe evden koşarak çıkmak zorunda. Uzun okumalar vakit alıyor, konsantrasyon gerektiriyor ve özellikle büyük şehir hayatı buna çok da imkan vermiyor. Ama orada da, sizin dediğiniz gibi sesli kitap var, e-kitap var, bunlardan faydalanmak mümkün.
FB- Evet. Mesela ben geceleri kitap okumadan imkanı yok yatamam. Seyahatlerimde de mutlaka yanımda kitap olur. Hatta “ya biterse” diye iki kitap falan götürürüm😊 Çin’de tuhaf bir trende seyahat ediyoruz, hepimiz ranzalardayız. Ben Güney Amerikalı bir yazarın kitabını okuyordum; kitabın içine de dalıyorsun, gidiyorsun ya, Çinliler de, özellikle iç bölgelerde Ekvator, Bolivya halklarına benziyorlar; çekik gözlü, ufak tefek, kitaptan başımı kaldırıp trenin penceresinden bakınca “Ben neredeyim?” diye ne olduğumu şaşırdım😂😂
AA- Kitap başka bir dünyaya götürmüş sizi.
FB- Kesinlikle. Ama işte o kitabı götürürüm oraya. Yanında kitabı olan hiçbir arkadaşım yoktu. Benim muhakkak vardır kitabım yanımda. Araba kullanmak zorunda kaldığım zaman çok üzülürüm, birisi kullansa da ben kenarda otursam, kitap okusam diye😊
AA- Çok keyifli bir söyleşi oldu öğretmenim, çok teşekkür ederim vakit ayırdığınız için.
FB- Ben de çok zevk aldım seninle sohbet etmekten.
AA- Edebiyat iyi bir bahane oldu görüşmek için😍
FB- Kesinlikle. Başka bahaneler de bulalım.
AA- Görüşmek üzere.
(1) Charles Dickens kitapları; Müşterek Dostumuz 1.192 sayfa, Kasvetli Ev 990 sayfa.
(2) Dickens’s Dream/Dickens’ın Düşü tablosu, yazarın ölümünden beş yıl sonra hayranlarından ressam Robert William Buss tarafından yapılmıştır. Yazarın canlı hayal gücünü ortaya koyan tabloda, ‘Mr. Pickwick’ten ‘Edwin Drood’a kadar yazarın tüm eserlerindeki karakterler, Gad’s Hill’deki çalışma odasında Dickens’ı çevrelemiş şekilde resmedilmiştir.
3) Edgar Allan Poe, Essay on Poetic Theory: The Philosophy of Composition, Nisan 1846, web: https://www.poetryfoundation.org/, Ekim 2009
(4) Hikayeye göre ağır hasta olan Balzac kendisine bakması için Dr. Horace Bianchon’ın çağrılmasını ister. Bianchon kendi yarattığı kurgusal karakterlerden biridir. Hikaye gerçeği tam olarak yansıtmıyor olabilir ancak Balzac’ın yarattığı dünyada kendisinin de yaşadığının bir göstergesi olarak kabul edilmektedir. Peter Brooks, What Is So Special About Balzac’s Thousands of Characters, 23.09.2020, https://lithub.com
Ugur Ayman
Cok zevk aldim okurken😊
Ayşegül
Sevindim, teşekkürler 🙏🥰