Yeşil Mavi

Ayşegül Ayman, Okur Söyleşileri

M. Cem Özmen: “Bunu insan okuyacak!”

Hep yazarlarla mı söyleşi yapılacak? Bu kez sözü okurlara vermek istedik. Kim okuyor? Ne okuyor? Neden okuyor ya da okumuyor? Bu soruların peşinde, değişik okur bazen de okumazlarla Okur Söyleşileri’nde birlikte olacağız.

İlk konuğum YeşilMavi’nin sevgili editörü, hem okuyan hem de yazan M. Cem Özmen.

Cem, elektrik-elektronik mühendisi. Uzun yıllardır bilişim teknolojileri ve bilgi güvenliği alanında çalışıyor. Yirmi yıl önce başladığı ODTÜ Felsefe yüksek lisansını 2019’da “Yapay Zeka ve Etik” konusunda tamamlayarak bence müthiş bir iş başardı. 2008 yılında denemelerini Suya Atılan Taşlar kitabında toplamıştı. YeşilMavi.com’u da bir yıl önce hayata geçirdi ve halen editörlüğünü yapıyor.

Cem’le Kemalettin Tuğcu’dan, Harari’den, okuma havuzundan, ağlayarak okunan kitaplardan, okuyucunun bahanelerinden, yazara düşen görevden, sürekli gelişimden ve daha pek çok konudan bahsettiğimiz renkli ve keyifli bir söyleşi yaptık.

AA- Cem hoş geldin, ilk konuğum olmayı kabul ettiğin için teşekkür ederim. Ben senin iyi bir okur olduğunu biliyorum, bu yüzden de ilk söyleşiyi seninle yapmak istedim. Her ne kadar seninle aynı türde okumalar yapmıyorsak da senin iyi bir okur olmak dışında geniş anlamıyla edebiyatın içerisinde yer aldığını da düşünüyorum. Dolayısıyla seninle başlamak istedim bu söyleşilere, devamını da birlikte getiririz artık.

MCÖ- Davet ettiğin için ben teşekkür ederim, Ayşegül. Dediğin gibi hep tersi olur, yazarlarla, sanatçılarla konuşulur. Bu ürünleri alan, onları bir şekilde tüketecek olan kişiler tarafına da bir bakmak çok iyi bir fikir. Güzel düşünmüşsün, teşekkür ederim, beni de bu sürece dahil ettiğin için.

AA- Senin ülkemizin standartlarına göre oldukça çok kitap okuduğunu düşünüyorum.(1) Yazıyorsun da, basılmış bir kitabın var; Suya Atılan Taşlar. Öncelikle şunu sormak istiyorum. Sen kişisel olarak neden kitap okuyorsun? Hem de biz neden kitap okuyoruz, insanlık olarak? Ne dersin?

MCÖ- Çok düşündüğüm bir konu değil aslında bu. Belki -benim özelimde- şöyle bir bakış açısı durumu yansıtabilir. Şimdi aslında doğuyoruz, ne olduğunu bilmeden okula gidiyoruz; ilkokul, ortaokul, lise vs.., bir öğrenim hayatı içerisine giriyoruz. Belli toplumsal çevrelerin içerisine giriyoruz. Bu arada birtakım normlar, kurallar, referans bilgiler, davranış kalıpları öğreniyoruz. Deniyor ki “Bunlar iyidir, bunlar güzeldir, bunları yapmak lazım. Bir kısım şeyler de kötüdür, bunları da yapmamak lazım”. Ben kendi yolculuğuma baktığımda, çevremde çok insanda da benzer şeyleri görüyorum, aslında sen kendin ne olduğunu bilmeden, bir kişilik haline gelmeden, bu yapılması gerekenler, doğrular seti içerisinde bir “kitap okuma” kavramı ile karşılaşıyorsun. Yani “Kitap okunmalı, kitap güzel bir şeydir, mutlaka okuyun.” diye bir gereklilikle karşılaşıyorsun. Kendime geniş bir açıdan baktığımda, okuduklarımı niçin okudum diye en geriye doğru gitmeye çalıştığımda, aslında temel olarak bu cevabı buluyorum. Sonuçta ben kendimi ilk tanımaya başladığımdan beri, birilerinin “Kitap okumak iyidir, kitap okuyun” dediğini duyduğumu ve oradan yola çıkarak, böyle bir motivasyonla okumaya başladığımı düşünüyorum. Bunların içerisinde tabi çok genel geçer birtakım kutsallaştırdığımız kavramlar da (bilgi, bilim, ışık, aydınlanma gibi) olabilir. Diğer taraftan somut olarak kendi hayatımızda değer verdiğimiz öğretmenler, büyükler, örnek alınacak kişiler de olabilir. Ama nihayetinde birileri bize “Kitap okumak iyidir, güzeldir okuyun” dediği için kitap okumaya başladığımı düşünüyorum. Çoğunluk da böyle midir bilmiyorum ama benim gördüğüm birçok insanda da benzer durum var sanırım. Bunun bir alternatifi var mıdır? Yani insanlar gerçekten faydasını bildikleri, gördükleri için kitap okuma sürecine girmiş olsalar daha farklı bir şey olur muydu? Yoksa bunun başka bir yolu yoktur, birileri söyleyecek, sen de bilinçli bilinçsiz gireceksin o işe, yaptıkça da bir zaman sonra faydasını görüyorsan devam edeceksin, görmüyorsan bırakacaksın mıdır, onu da bilmiyorum tabi 😊

AA- Dediğine katılıyorum tabii, bize verilen bir değer bu; “kitap okumak iyidir”. Yola çıkışımız oradan belki ama, bu değere maruz kalanların bazıları hala kitap okuyor, bazıları ise okumuyor. Dolayısıyla sen mesela, şimdi neden okuyorsun?

MCÖ- Evet, aslında ben yanıtlarken konuyu biraz geniş aldım kendi yaşam çizgim üzerinden. Ortaokul, lise zamanlarında okuduğum kitapları bu motivasyonla okudum. Hatta bir süre sonra şunu fark ettim, kitap artık bir araç değil bir amaç haline gelmişti benim için. Ne kadar çok kitap okursan o kadar iyidir gibi. Orada bir saygınlık da görüyorsun. İnsanlar sana kitap okuduğun için değer veriyorlar, o da insanın hoşuna gidiyor. Sonra çok da içerikle uğraşmamış olduğumu fark ettim, en azından o dönemlerde. O dönemlerde okuduğum kitaplarda içeriği ile beni çok etkileyen, çok sarsan da olmamış sanırım. Oradan anlıyorum ki, kendi inisiyatifimle, faydasını görerek yaptığım işler değildi aslında. Sonra üniversite yıllarında kitap okumalarım azaldı, daha çok ders kitapları öne çıkmaya başladı. İş hayatına başladıktan sonra tekrar çok okumaya başladım. İş hayatımın ilk yıllarında özellikle, bir kamu kuruluşunda çalışıyordum, zamanım da boldu. İşte o zaman gerçekten öğrenme amaçlı, seçici, ne istediğini bilerek okumaya başladım. Orada artık amaç kitap okumak değildi, okumak amaç olmaktan çıkıp öğrenmek için bir araç haline geldi. O dönem gerçekten okumaktan müthiş keyif aldığımı hissediyordum. Çünkü bir konu ile ilgili bir şey öğrenmek istiyorum, merak ediyorum, onu araştırmak istiyorum ve ona yönelik olarak kitap okuyordum. Dolayısıyla amaca yönelik bir okuma oldu. İyi de okuduğumu söyleyebilirim o dönem. Okuduklarım da tabi değişmişti. Ortaokul, lise döneminde çoğunlukla bilinen klasik edebiyat kitaplarını okurken üniversite ve sonrasındaki dönemde hayata daha farklı bakış açıları getiren psikolojik, sosyolojik, siyasal, felsefi kitapları daha çok okumaya başladım.

AA- Yani temel motivasyon “öğrenmek” idi o zaman okumalarında.

MCÖ- Evet, daha çok öğrenmekti ve bu dönemde okuduklarımın bana yaşantımda çok faydalı olduğunu düşünüyorum. Gerçekten okumanın keyfine, zevkine o dönemde vardım. Sabah sekizde işe gideceğim, altıda kalkıp sekize kadar kitap okuyordum, sonra işe gidiyordum.

AA- Tahmin ettiğimden daha da iyi bir okurmuşsun Cem!

MCÖ- O dönem öyleydi. Ondan sonra özel sektöre geçince, İstanbul’a da gelince zamansızlıktan, gece gündüz çalışmaktan belli bir dönem yine çok fazla okuyamadım. Müfettişlik döneminde de işim gereği çok fazla rapor, yönerge, mevzuat vd. belge okuyordum. Bunun da diğer okumalarım üzerinde olumsuz etkileri oldu, dolayısıyla çok fazla okuyamadım. İş hayatımdaki değişikliklerden sonra yani son çalıştığım işyerinden ayrıldıktan sonra tekrar zaman buldum. Şimdi yine amaca yönelik, öğrenmeye yönelik, seçerek, bilerek okumaya çalışıyorum. Soruna özet bir yanıt vermem gerekirse, belki şöyle söyleyebilirim; benim şu andaki temel motivasyonum bir konuda bir şeyi öğrenmek, o konuda kendimi geliştirmek, değişmek, yenilenmek, eksik olduğum tarafları tamamlamak. Hayat çok hızlı değiştiği için, benim de, herhangi bir insanın da yaşamın bu hızına yetişmesi mümkün değil. Mükemmel bir noktada olsak bile -ki değiliz- onun bir günde, bir haftada, bir ayda eskidiğini bilmek, sürekli bir yenilenme, değişme, gelişme ihtiyacı hissetmekten kaynaklı bir okuma motivasyonum var şu anda.

AA- İkinci ve üçüncü soruma da bu arada cevap vermiş oldun Cem. Kitap okuma alışkanlığını nasıl edindiğini soracaktım, onu anlatmış oldun. Bir de bazen insanların hayatında çok yer eden, çok etkilendiği, kitap okuma ile ilgili eşik atlatan, hala hatırladığı kitaplar vardır, benim vardır mesela. Böyle bir kitap(lar) çocukluğundan, gençliğinden yok gibi anladım ben. Var mı?

MCÖ- Sanırım bir çocuk olarak kitap okumaya biraz geç başladım. Ailenin içerisinde çok okuyan kişiler yoktu. Öyle bende derin izler bıraktı diyeceğim pek bir kitap hatırlamıyorum. Fakat tabi şu var, bazı bölümler var hatırladığım; mesela Jules Verne’in kitapları (Ay’a Seyahat vd), Guliver’in Maceraları, vd…

Ama asıl derin izleri, daha çok okuduğum Kemalettin Tuğcu kitaplarından edindim. Benim kişiliğimin oluşmasında, -bizim kuşaktan pek çok insanda da gördüm bunu- yani bizim hayatımızın kararmasında diyeyim kısaca 😊, çok etkili olduğunu düşünüyorum. Çünkü zaten biraz böyle arabesk, biraz kaderci bir toplumda yaşarken ve o doğrultuda bir kişilik oluşturmak üzereyken, doğal gidişatımız da o yöndeyken bu kitaplar o süreci çok hızlandırıp çok derinleştirdi. Mesela şunu hatırlıyorum; ben üniversiteye gittiğimde birinci sınıfta hep şöyle düşünürdüm; “Ben çok şanssız bir insanım.” “Hep kötü şeyler başıma geliyor” falan diye dolaşıp duruyordum. Neden? Bu kitapların çok etkisi oldu bende.

AA- ODTÜ Elektrik-Elektronik Mühendisliği’ni kazanmışsın, okuyorsun ve çok şanssız olduğunu düşünüyorsun.  

MCÖ- Tabi. Çünkü şunu düşünüyorsun, o kitaplarda mutlaka seni üzecek, mutsuz edecek bir şey olacaktır. Ya annene bir şey olmuş ya baban bir şey yapmış ya fakirsin ya ustan tokat atmış vs. Yani demek istediğim hayata iyi ve kötü yanlarıyla, şanslı ve şanssız yönleriyle bir bütün olarak bakma anlayışı olması gerekirken böyle bir anlayış yoktu o kitaplarda. Sadece yazarına bütün suçu da yüklemek istemiyorum ama çok etkisi var muhtemelen. Bunları okudukça hayatın sadece negatif taraflarını, sahip olmadığın, seni mutsuz eden yönlerini görüp oradan yürüyorsun, “ben de mahvolmuş bir insanım” diyorsun. Onu çok zor attım üzerimden. Yurt yaşamının bana kazandırdığı en güzel şeylerden birisi odur belki de; çevremde o kadar zorluk çeken insan gördüm ki, o zaman uyandım, “bir dakika ya” dedim “şanssızım diye dolaşıyorum ama birçok insana göre en iyi, en şanslı durumda olan benim aslında”. O kitapların etkisinden öyle kurtuldum. Uzun bir cevap oldu ama tek bir cümleyle özetlemem gerekirse beni etkileyen tek bir kitap hatırlamıyorum ama tek bir yazar hatırlıyorum. Kitapları çok etkiledi beni.😂😂

AA- Yine ilk soruya cevap verirken bende az çok bir fikir oluşturdun; sen kurgu kitaplardan çok kurgu-dışı kitapları, bir şeyler öğrenebileceğin, kendini geliştirebileceğin kitapları okuyorsun diye anlıyorum. Ne tür kitaplar okuyorsun Cem? Kitap ya da yazar olarak neler, kimler senin gündeminde oluyor? Ve nasıl seçiyorsun şu anda okuduğun kitapları?

MCÖ- En temel olarak şöyle söyleyebilirim; hayatın gerçek problemlerine çözüm olabilecek birtakım ipuçları, bilgiler, yardımcı olabilecek konular var mı?

AA- Burada kurmacaya üstü örtülü bir dokundurma var mı acaba? Hayatın gerçek problemleri derken…

MCÖ- Yok, öyle örtülü hiçbir şey yok kurmacaya. Neden yok? Çünkü “hayatın gerçek problemleri nedir?” sorusu bile başlı başına bir tartışma konusu. Dolayısıyla bilim, felsefe, psikoloji, ekonomi kitabı hayatın gerçek sorunlarına dokunuyor ama diğeri dokunmuyor diyemiyoruz maalesef. Kurmacaya hiçbir gönderme yok, sadece benim bulunduğum noktada, benim gördüğüm şekilde gerçek problemlerimize çözüm olabilecek kitaplar nelerdir bakışı biraz egemen benim kitap seçimimde. Burada da tabii, hayatın gerçek problemlerinin hangilerine müdahale edebilirsin, hangilerine çözüm konusunda bir şeyler yapabilirsin, hangilerine yapamazsın gibi bir ayrım maalesef oluyor. Çok genel, çok evrensel, daha derinde, ciddi problemlerin çoğuna fazla bir şey yapamıyoruz. Mesela ekonomi konusunda bir şey yapamıyoruz, dolayısıyla o anlamda ekonomi kitabı okumak o kadar çekici gelmiyor, çünkü o tarz sorunlar o kadar büyük ki, bir iki kitapla çözülecek gibi değil. Bu da beni biraz uzaklaştırıyor.

Buna karşın son dönemlerde daha çok psikoloji kitapları ilgimi çekiyor. Gerek birey olarak her birimizin yaşadığı problemler ve ruh halimiz gerekse ilişkiler ve toplumsal yaşamda her gün karşılaştığımız sorunlar var. Bir şekilde bunlarla ilgili, belki biraz geçmiş yıllarda bunları çok fazla ihmal ettiğimiz için -bunların bir kısmı belki bize bağlıydı, bir kısmı belki yetişme koşullarımıza bağlıydı- ama nihayetinde buralarda kendimizi geliştirmemiz gereken birçok alan olduğunu, bilmediğimiz bir sürü konu olduğunu, en başta çoğunlukla kendimizi bile tanımadığımızı gördükçe, o taraftaki eksikliklerimizi -kendi adıma en azından- kapatmaya çalışıyorum, öyle bir motivasyonum var. Dolayısıyla temelde psikoloji kitapları diyebilirim. Zaten felsefe bir şekilde hayatımızın içinde. Felsefeyi ben şöyle anlıyorum; hayattaki birtakım soruları ortaya koymak ve o sorulara çözümler aramaya çalışmak, onun üzerinde kafa yormak. Dolayısıyla bu anlamdaki kitaplar zaten doğal olarak gündemimde oluyor. Bir de böyle insanlık tarihi, insanlığın geçmişten bugüne ne yaşadığı ile ilgili bilmediğimiz çok konu var, çok boyutlu, çok derinlikli, çok geniş alanlar. Biraz belki o konudaki kendi açığımı kapatmaya yönelik tarih, insanlık tarihi, sosyoloji, antropoloji ya da tarih felsefesi diyebileceğimiz konularda kitaplar da ilgimi çekiyor, onları okuyorum. Mesela Harari’nin kitapları bu anlamda ilgi çekici. Benzer şekilde gelecekle de ilgiliyim. “Nereden geliyoruz?”, “Bugün ne durumdayız?” ve “Nereye gidiyoruz?” tarzı çok genel birkaç soru hep önümde duruyor ve muhtemelen okumak istediğim kitaplar bu temel sorulardan kaynaklı gibi geliyor. Çok farkında olmasam da bakıyorum hep o tarz kitaplar ilgimi çekmiş, elim onlara gidiyor.

AA- Aslında çok güzel bir çerçeve çizdin; “nereden geliyoruz-neredeyiz-nereye gidiyoruz” çerçevesinde okuyorsun, çok da bilinçli seçimler yapıyorsun ama bu konularda bir sürü kitap var. Bunların arasından ne okuyacağını nasıl seçiyorsun? Gidip bir kitapçıda dolaşıp bakıyor musun? Artık kitaplara ulaşmak için bir sürü yol var, e-kitap var. Ya da insanların tavsiyelerini mi dikkate alıyorsun? Nasıl bir yol izliyorsun okuyacağın kitapları seçerken?

MCÖ- Aslında bunların hepsini yapıyorum. Benzer konulara ilgi duyduğumuz arkadaşlarıma soruyorum ya da onlar öneriyorlar. Kendi araştırdığım konularda kitaplar da olabiliyor. Ya da internette, gazetelerde okuduğum köşe yazarlarından, haberler üzerinden de haberdar olabiliyorum. Mesela değer verdiğim, benimle benzer kaygıları duyan bazı köşe yazarları var, onların okumuş oldukları ya da önerdikleri kitaplar zaman zaman oluyor. Kitapların kendi içlerinden referanslar çok oluyor. Mesela Nihan Kaya’nın bir tek kitabı içerisinden belki on tane, on beş tane kitap çıkıyor, o kitabı yazma sürecinde onun yararlandığı kitaplar oluyor. İşte onların bir kısmını okuyabiliyorum, bir kısmını okuyamıyorum ama bu bir havuz oluşturuyor; bir okuma havuzu. Bu şekilde tek bir kaynaktan beslenmiyorum. Biraz algılarımı açık tutmaya çalışıyorum, onu söyleyebilirim. Sonuçta herhangi bir yerde birisi bir kitaptan bahsetmişse, beğenmişse, önermişse genelde onları not alıyorum. Belki hemen değil ama belki altı ay sonra okuyabilirim ama orada o kitap havuzu duruyor, zaman zaman onları almaya çalışıyorum. Şu anda okumasam bile, uzun dönemde de okumak istediğim kitaplar gibi bir liste oluşturmuş oluyorum. O havuz sürekli doluyor. Yani şu merakım var, o güzel bir duygu, çoğu insana da öneriyorum; “Acaba ne tür kitaplar var şu konuyla ilgili?” “Ya da insanların ilgisini çeken, onları etkileyen ne tür şeyler var?” tarzı bir ilgim var. Öyle olunca da bir şekilde bir yerlerden karşıma çıkıyor.

AA- Şu anda ne okuyorsun mesela?

MCÖ-Şu anda çok yeni ‘Şiddetsiz İletişim’ kitabını bitirdim, Rosenberg’in. Psikoloji-sosyoloji kitabı diyebiliriz, iletişim ile ilgili.

AA- Bundan sonra ne okuyacaksın? Belli mi?

MCÖ- Şöyle bir bakayım… Burada bir havuzum var. Mesela ‘Sihirli Çocuk’ diye bir kitap var, şu anda sırada o gözüküyor. O da yine Nihan Kaya’nın önerdiği bir kitaptı, psikoloji kitabı. İlk sırada o mu olur bilmiyorum ama yakın zamanda onu okumayı planlıyorum.

AA- Baya da bir sıra varmış Cem. 😂😂😂

Aslında okur olarak bir kitapta hoşuna giden şeyler nedir, hangi özellikleri ararsın aşağı yukarı anlatmış oldun. Var mı eklemek istediğin bir şey? Dili açısından ya da fiziksel özellikleri açısından; ince olsa iyi olur, büyük harflerle yazılsa iyi olur gibi…

MCÖ- 😂😂😂

AA- Aradığın özellikler var mı kitapta?

MCÖ- Evet, var aslında. Öncelikle kitabın rahat, kolay okunabiliyor olması bence çok önemli. Hangi konuda yazılmış olursa olsun kolay anlaşılabilir olması çok önemli. Tabi bu söylemesi yarım cümlelik olan bir şey ama gerçekleştirmesi oldukça zor.

AA- Zor, gerçekten.

MCÖ- Ama bu çok önemli, çünkü şu anda kitap okumak insanları zorlayan bir konu. Sen de biliyorsun, birçok insan okumuyor, okumak istemiyor, okumak isteyen insanların da önünde problemler var. Bir kere çok ciddi sayıda kitap üretimi var. Şimdi bir liste yapsak, senin bin tane vardır okuman gereken kitap, benim iki bin tane vardır.

AA- Ben kabullendim ama, okumak istediğim kitapların hepsini okuyamayacağımı, belli bir sayı okuyabileceğiz ömrümüz boyunca.

MCÖ- Ama işte yine de o okuyabildiğinin sayısını arttırmaya çalışıyorsun sonuçta. Belki bin tane okumayacağız, yüz tane okuyacağız, onu da yüz elliye çıkartmaya çalışıyorsun. Kaldı ki o da yetmiyor; şu anda bin tane eksiğimiz varsa bir ay sonra bin yüz tane oluyor. Dolayısıyla kitap okumak bu anlamda, okumayı çok isteyen insanlar için bile zor bir süreç. Bu anlamda bence bir şekilde yazarın görevi, yazdığı kitabın okuyucuları tarafından rahat okunabilir olması. Hafifleştirmek, basitleştirmek anlamında söylemiyorum tabii, ama bir kitap ne kadar rahat, kolay okunabilir hale gelirse o kadar çok insan onu okuyor, okuyan insan o kadar çok içine giriyor ve kitaptan yararlanıyor. O insanın zamanına da saygı gösterilmiş oluyor. Kolay okunur, iyi anlaşılır bir kitap bulduğum zaman çok mutlu oluyorum. Çok olmuyor ama olduğu zaman görüyorsun ki demek ki yapılabiliyor. Bu anlamda ben Türkçe yazılmış bir kitapla yabancı dilde yazılmış bir kitabın Türkçe çevirisi arasında da fark görüyorum. Anadilimde yazılmış bir kitaba, dil konusundan da öte coğrafya aslında -lokal/yerli bir kitaba diyelim- daha yakın hissediyorum kendimi. Yaşadığımız yerin gerçeğine daha çok hakim, onu daha güzel ifade edebiliyormuş gibi geliyor. Başka bir ülkenin insanının başka bir dilde yazılmış kitabının bu tarafa, bizim gerçeğimize uyarlanması her zaman büyük bir başarıyla olmayabiliyor. Genel olarak söylüyorum, bunun istisnasının olduğu durumlar oluyor ama az oluyor. Mesela Harari’nin kitaplarında hiçbir zaman, ne başka bir coğrafyadan bir insan ne de başka dilde yazılmış bir kitap duygusu hiç oluşmadı bende. Yazan da bu kaygıyla yazmıştı zaten, yani çok genel şeyleri yazarken bile lokal özellikleri de göz önünde bulundurarak yazmıştı ve çeviriler de çok iyiydi. Buna benzer kitaba çok rastlayamıyorum. Bu açıdan çeviri kitaplarda daha seçiciyim mi diyeyim ya da daha çok beklentim var belki. Mesela şu an okuduğum Rosenberg’in ‘Şiddetsiz İletişim’ kitabında eleştireceğim noktalar vardı bu açıdan. Bir de kitabın hacmi; tabi ki illa ince bir kitap olsun demiyoruz ama, hani var ya “bunu insan yiyecek!”, bunu da insan okuyacak yani! 😂😂

AA-😂😂

MCÖ- Yazarın biraz o kaygıyla da yazması lazım.

AA- Manşeti böyle atacağım: “Bunu insan okuyacak!”

MCÖ- Evet, çok önemli bu! İnsan okuyacak yani, biraz ona göre yazın lütfen😊 Bizim halkımızın gerçeğini göz önünde bulundurursan sadece hacmine bakarak -onun içinde ne kadar güzel şeyler yazarsa yazsın- dünyanın bütün sorunlarını, benim bütün problemlerimi çözecek bilgiler yazsa bile sadece kalın olduğu için okumayacak çok insan var. Yazarın bunu biraz gözetmesi lazım. Söyleyeceği çok şey olabilir yazarın ama bir şekilde onları bölmesini falan bilmek lazım. Nuri Bilge Ceylan filmleri gibi, üç buçuk saat yapmaya gerek yok, bunu insan izliyor. İki film yap, bir şey yap. (Bu arada en sevdiğim yönetmen de Nuri Bilge Ceylan.) Yani yedi yüz sayfa, sekiz yüz sayfa kitaplar olmasın gözünü seveyim, nasıl okuyacak bu insanlar? Sonra ne oluyor, özeti çıkıyor değil mi? Tolstoy, Dostoyevski kitaplarının özetleri varmış anladığım kadarıyla.

AA- Kısaltılmış versiyonları.

MCÖ- Kısaltılmış versiyon ve o da bir kitap. Biraz bunları abartıyorum ve çok üzerinde duruyorum, işin sanki özü değil de biçimi üzerinde duruyormuşum gibi görünüyor ama, biçimin de çok önemli olduğunu unutmamamız lazım. Yazılan dil, kitap sayfası, iyi çevrilip çevrilmediği vb… biçimsel etkenler de çok önemli, çünkü bir süre sonra biçimsel engellerden dolayı insanlar içerideki öze ulaşamıyorlar. Yani bunun kaygısını yazarın duyması lazım. “Halkımız okumuyor, ben kalın, güzel kitap yazdım.” değil yani. Halkımıza gelmeden önce yazarın bu hassas durumu düşünmesi lazım ki daha kolay okunabilecek şekilde yazsın kitabı.

AA- Bu konuda bir okur olarak sana çok katıldığım örnekler var. Çok ünlü yazarlarımızın, mevcut halinin yarısı kadar yazsa belki meramını daha da iyi anlatabileceği kitapları lüzumsuz yere uzattıklarını ben de görüyorum ve okurken çok da sıkılıyorum. Bunu biraz, senin de dediğin gibi okuyucuya saygısızlık gibi değerlendirebileceğimizi düşünüyorum, çünkü daha iyisini yapabilir o yazar. Orada bir emek vermemek ya da özensizlik olduğunu düşünüyorum ama diğer taraftan yazarın illa kitabını herkese okutmak gibi bir amacı da olmayabilir. Daha doğrusu şöyle söyleyeyim; basıldıysa bir kitap okunsun diye basılıyor tabii, ama yazarın amacı “öyle bir yazayım ki bunu, bütün halkımız okusun” olmayabilir. Bunu da dikkate almak gerekir diye düşünüyorum.

MCÖ- Tabii kitabın niteliği de çok önemli, kategorisi, ne üzerine yazıldığı. Belki bütün kitapları, kategorileri tek başına karşılayacak bir cümle kurmak çok doğru olmayabilir ama bizim konuştuğumuz kitaplar daha genel, daha herkese hitap edecek kitaplar. Yoksa mesela bir kısım akademik kitaplar okuyorsun, yani ağlayarak okuyorsun. Çok zor, günde bir sayfa okuyorsun ama okuyorsun, yapacak bir şey yok. Yüksek lisans tez sürecinde bazı kitapları, makaleleri zorlukla okuyordum. Anlamıyorsun, üç kere, beş kere okuyorsun. Mesela orada kızamıyorsun, yazar niye böyle yazmış değil, yazarla ilgili bir konu değil. Bir şekilde üzerine eğilip onu anlayana kadar okuyacaksın. Bunları kastetmiyoruz. Genele yönelik bir kitap yazıyorsan, yani bir mahallede bir fırın açmışsın, o işin bir standardı var. “Ben de ekmeği böyle yapıyorum” olmaz.

AA- İşte ben olabilir diyorum. Özellikle kurmaca olarak düşünüyorum ben, konuşurken genelde kurmaca açısından konuşuyorum. Yazarda “Tamam bunu çoğunluk anlamayabilir, sevmeyebilir ama benim yapmak istediğim budur.” özgürlüğü de olabilir.

MCÖ- Tabi, tabi, biliyorsun özgürlük en temel felsefemiz. Yazar istediği gibi yazar. Ama o da madalyonun diğer yüzü, beraberinde şunu da getiriyor; okuyucu senin kitabını almazsa, ya da iyi niyetle aldı diyelim, üç beş sayfa okudu, sonra sıkıldı, anlayamadı, yoruldu ve sonra da bıraktıysa, artık ona üzülmeyeceksin😊

AA- Tabi ki. Yazardan bahsetmişken şunu sormak istiyorum; -Harari ismi de birkaç kez geçti konuşmalarında- özellikle bütün kitaplarını okuduğun, kitap çıkartsa da okusam diye beklediğin yani bir anlamda ‘fan’ı olduğun yazarlar var mı? 

MCÖ- Var. Bu soruyu bekliyordum. Geçekten şu anda bir tane var; Harari. Bekliyorum, ara ara bakıyorum yeni bir kitap çıkartmış mı diye. Onun çok başarılı bir iş yaptığını düşünüyorum. Güzel bilgi verebiliyor, tartıştığı konular, ilgilendiği alanlar hoşuma gidiyor ve bunu da güzel bir ifade ile ortaya koyabiliyor diye düşünüyorum. Dolayısıyla merak ediyorum ve onun kitaplarını bekliyorum. Daha öncesinde de Vedat Türkali’nin kitapları öyleydi. Bir kitabını okurken diğer kitaplarını da hemen alayım, okuyayım demiştim. Biraz Vedat Türkali artık dönemsel olarak geçmişte kaldı gibi. Hayat da çok hızlı değişince eskiyor biraz bazı şeyler. Tabi ki o eskiyenlerin de başka bir değeri var ama insan ya da en azından ben biraz da güncel kalmak isteyebiliyorum. Biraz Nihan Kaya’da da onu hissediyorum. Yalnız Nihan Kaya’nın kitapları iki tür; birincisi daha gerçekçi kitaplar diyelim, psikoloji kitapları falan, o kitapları, oradaki bakış açıları çok ilgimi çekiyor. O tarz kitaplarının hepsini okumak istiyorum. Birkaç tanesini okudum, yeni kitabı çıksa yine alırım, okurum. Bir de onun kurmaca kitapları var, yine aslında psikoloji ağırlıklı. Mesela onlar o kadar ilgimi çekmiyor. Daha doğrudan bu tür konuları tartıştığı kitapları daha iyi geliyor. Mesela onun kitaplarının bir kısmında da benzer şekilde çıksa da alsam duygusunu yaşıyorum.

AA- Nihan Kaya’dan da bahsetmişken şunu sormak istiyorum. Mesela Nihan Kaya’nın sosyal medya hesapları var ve orada düzenli olarak fikirlerini paylaşıyor. Hatta kendi hayatından, çocukluğundan, ailesinden anılar anlatıyor, onlar üzerine tartışmalara giriyor. Yani biz bir anlamda yazarı tanıyoruz, onu tanıma imkanlarımız çok fazla, hatta iletişim kurabiliyoruz. Nihan Kaya’ya bir sürü insan yazıyor, o da onlara cevap veriyor, bazen tartışıyorlar, bazen anlaşıyorlar… Bu durumda kitabı yazarından ayrı düşünebiliyor musun? Kitapla ilgili bir fikir oluştururken yazarla ilgili duygu ve düşüncelerin de işin içine giriyor mu yoksa kitabı yazarından tamamen bağımsız tutabiliyor musun? Yani önce yazar mı yoksa kitap mı geliyor bir okur olarak senin için?

MCÖ- Biliyorsun bu insanlık tarihi kadar eski sorulardan biri😂😂😂

Seninle de bol bol tartıştığımız bir konu. Sanatçıyla eseri arasındaki ilişki; hangisine bakmak lazım, birisi olmadan öbürü olabilir mi? Ben biraz ayırmak gerektiği tarafındayım, biliyorsun. Şöyle bakıyorum; bu kitabı birisi yazmış, ben söylenen şeye bakıyorum, üretilmiş esere bakıyorum. Oradan bir şey alabiliyor muyum, faydası oluyor mu bana, daha çok o tarafındayım işin. Dolayısıyla kitabı okurken o kitabı kimin yazdığını çok fazla düşünmüyorum, düşünmemeye çalışıyorum. Fakat diğer taraftan yazarı da tabi merak ediyorsun, onu anlamaya, tanımaya çalışıyorsun, söyleşilerini belki dinliyorsun, başka kitaplarını okuyorsun, yani onu da bir kişi, karakter olarak tanımaya çalışıyorsun. Tanıdıktan sonra gerçekten iyi bir karakter ise, bu tabii bence kitabına da ayrıca değer katan bir şey. O zaman daha çok güveniyorum, daha çok okuma isteğim oluşuyor, olumlu bir etki sağlıyor. Sanatçının kimliği üretimine olumlu bir katkı sağlamış oluyor. Tersinde ise, yani birtakım problemleri varsa, skandalları ortaya çıkıyorsa o zaman tamamen ayırıyorum, beni olumsuz etkilememesine çalışıyorum.

AA- Aslında kitap lehine…

MCÖ- Evet, pozitif ayrımcılık yapıyorum. Önce kesinlikle kitaba bakıyorum. Yazar da iyiyse kitaba ekstra on-yirmi puan veriyorum. Yazar kötüyse, yokmuş gibi davranıyorum😊

AA- Cem, sen bir mühendissin, yazılım, müfettişlik gibi analitik bakış açısıyla yer alabileceğin, sınırlarını çizebileceğin alanlarda çalıştın. Gerçi sonra felsefe yüksek lisansını tamamlayarak muhteşem bir karışım yarattın ama yine de mühendis bakış açısıyla sana sormak istiyorum; edebiyat alanı içerisinde, kurmacayı da dahil ederek, buradaki yaratıma nasıl bakıyorsun? Hesaplı kitaplı bir yaratım mı yoksa daha “ilham” diyebileceğimiz belki, daha içten gelen, daha kendiliğinden, daha özgür bir alan mı? Eğer ikisi de bu alanın içerisinde var diye bir cevap vereceksen, o zaman sen okur olarak bu ikisini ayırıyor musun, bir tercihin var mı?  

MCÖ- Ben okur olarak hem mühendis hem müfettiş kimliğimden, yani daha doğrusu “sayısalcı” deniyor ya, oradan gelmiş olmamdan kaynaklı ya da belki yetişme koşullarımın da etkisiyle daha çok hayatın somut yönleriyle ilgilenen birisi olduğum için ilgilendiğim alanlar da okuduğum kitaplar da ona göre şekillenmiş oldu. Bundan çoğunlukla şikayet ediyorum ve kendimi geliştirmeye çalışıyorum ama henüz tam anlamıyla başardığımı söyleyemem. Öte yandan işin kurmaca tarafına olan saygım hiç azalmadı aslında, özellikle de onu diri tutmaya çalışıyorum. Çünkü yine bizim ünlü bir arkadaşımızın dediği gibi “hayaller schedule edilmemiş planlardır.” (2)

AA- 😂😂😂

MCÖ- O anlamda gerçeklik, planlama diye bakarsak olaya, aslında hayaller de yani kurmaca da planlarla ve hayatın gerçekleriyle ilişkili şeyler. O yönüyle de bağı koparmamak lazım aslında. Bir insan o tarafa daha az zaman ayırıyorsa, ihmal ediyorsa o insan için bu bir eksiklik demektir. Bu bakış açısını korumaya çalışıyorum ama bunun okuduğum kitaplardaki yansıması %50-%50 olmuyor. Bir önceliklendirme yapmak zorunda kalıyoruz sonuçta.

AA- Seni kurmaca tarafına çekmek için söylemiyorum ama mesela Karl Marx’ın, Charles Dickens, Bronte kardeşler, Thackeray gibi Viktoryen dönem İngiliz yazarları için “Ne bir siyasetçi ne bir sosyolog işçi sınıfının hayatı ile ilgili gerçekleri onlar kadar anlatamamıştır.” diye bir sözü var. Freud’un, Jung’un edebiyatla, sanatla içi içe geçmiş fikirleri, eserleri var. Dolayısıyla insanı, toplumu tanımak açısından kurmacanın da önemli bir yeri var.

MCÖ- Dediğin çok doğru, tamamen katılıyorum, fakat biraz şöyle gibi; ulaşılması gereken çok bilgi var. Düşünsene bir insanın duygu dünyası, toplumsal ilişkiler, dünya, yaşam, tarih, geçmiş, gelecek, inanılmaz derecede konu var öğrenilmesi gereken. Bir yerden başlamışız, harıl harıl öğrenmeye çalışıyoruz. Çok kabaca söylersek, kurmaca olmayan kitaplar hayatın gerçeklerine daha doğrudan dokunuyor, kurmaca olanlar biraz daha dolaylı şekilde bunu yapmaya çalışıyor diye bir genelleme yapabilirsek eğer -yapamaya da biliriz- bu kadar çok öğrenilmesi, bilinmesi gereken konuya mümkün olduğunca kısa yoldan, doğrudan gitmeye çalışıyor insan. Öbür türlü yol uzuyor gibi bir anlayış var ama, bu da tartışmaya çok açık tabi 😊

AA- Tabi senin okur olarak okuduğun kitaba yaklaşımınla mesela benimki çok farklı. Senin temel amacın bir şey öğrenmek, kendini geliştirmek, benim temel amacım keyif almak. Ben de tabii hayattaki bu hızlı değişimin bir ucundan tutmak istiyorum, bir şeyler öğrenmek istiyorum ama benim bunu yaparken temel bir noktam var, bunu keyif alarak yapmak istiyorum. Demin verdiğim örnekte, İngiltere’de sanayi devriminin başlangıcındaki kötü koşullar, yoksulluk, çocuk işçiler gibi konularda yazılmış bir tez ile bir roman arasında bir seçim yapmam gerekirse, tez belki yüz sayfadır, Dickens yazmış iki cilt, bin sayfadır ama ben Dickens’ı tercih ederim. Çünkü onu okumak bana inanılmaz bir keyif veriyor, başka bir dünya yaratıyor bana. Bilgi vermenin ötesinde beni o dünyanın içerisine ışınlıyor bir anlamda. Tabi bunu her yazar yapamıyor, yapan için söylüyorum. Sonuçta ben o senin uzun dediğin yoldan gitmeyi tercih ediyorum. Burada bir doğru arayışında da değiliz zaten. Okur olarak tercihlerimiz farklı farklı.

Ben senin okumak dışında yazmakla da ilgilendiğini, yazdığını biliyorum. Basılmış bir kitabın da var, denemelerini topladığın. O açıdan şunu sormak istiyorum. Sen bir yazar olarak kitaplarını kimler okusun istersin, nasıl bir okur hayal edersin? Ya da ben yazdım kim okursa okusun mu dersin?

MCÖ- Kitap yazmanın bir amacı var herhalde, herkes için. Benim için amaç; duygularımı, düşüncelerimi, söylemek istediklerimi, mesajlarımı, dertlerimi, kaygılarımı insanlara aktarmak ve insanların bunları ciddiyetle okuyup, onlar üzerinde düşünüp, öğrenmeye değer, değişmeye değer yönleri varsa onları alıp kendi yaşamlarında kullanmalarını sağlamak. Benim yazmaktaki amacım böyle; insanlara ulaşsın, üzerinde düşünsünler ve onlara katkı sağlasın. Yazıda, kitapta kendi hayatlarında eksik kalan, gelişmeye ihtiyacı olan noktalar varsa, onları karşılıyorsa alsınlar. Yani bir dinamizm olsun, bir alışveriş olsun istiyorum. Buradan yola çıkarsak, yazdığım her şeyin ciddiyetle okunup üzerinde düşünülmesi gerektiğine inanan birisi olarak bunu isterim aslında; okuyup üzerinde düşünecek, bir şekilde fayda sağlayacak. Bu arada söylediklerime karşı da çıkabilir okur, ters taraftan da fayda sağlanabilir, bu düşünceler üzerinden araştırıp doğrusunu da bulabilir. Sonuçta okuru yerinden kaldıran, harekete geçiren bir şey olsun istiyorum ben, daha çok o amaçla yazıyorum. Okur kitlesinin de bu tip istekleri, kaygıları olan veya bu tip değişimlere açık, bundan mutlu olacak insanlar olmasını isterim. Ya da okuyan insanlar da böyle bir nitelik kazansın isterim. Seçme şansım olursa, böyle yani. Bunu zaman zaman YeşilMavi.com’daki yazılarımda da görüyorum. En son mesela çocuklarda tuvalet iletişimi konusunda yazmıştım. Bazı arkadaşlarım okuduktan sonra çok faydası olduğu konusunda yorumlar yaptılar, sevindim mesela buna. Kısacası bir etkileşim içinde olunsun istiyorum. Üretilen herhangi bir sanat eserinin amacı da o değil mi sonuçta? Onu alacak olan kişi onu kullansın, işine yarasın.

AA-Yine mühendis ve yazılımcı kimliğinle de bağlantılı olarak digital (elektronik) kitapları sormak istiyorum. Seviyor musun, okuyor musun, nasıl buluyorsun o gelişimi?

MCÖ- Digital kitap okumuyorum sayılır, henüz okumaya başlamadım daha doğrusu. Ancak hayat o tarafa doğru gidiyor gibi gözüküyor. Henüz geleneksel yapıdan kopmak istemiyor olabilirim ama şunu görebiliyorum. Bir zaman sonra daha çok o tarafa doğru kayacağız, onları okuyacağız eninde sonunda gibi hissediyorum. Aslında çok fazla ekran başında kalacağımız için çok tercih etmem. Zaten şu anda çok fazla bakıyoruz ekrana, bu süreyi daha da artıracak, o anlamda sevimli gelmiyor bana. Ama bir süre sonra mecburen okuyacağız. Çünkü bir kere fiziksel kısıtlar var; bir tablete okumak istediğin on-on beş kitabı sığdırabilirken aynı kitapları bir koliye koyman gerekiyor. Fiziksel anlamda kesinlikle kolaylık sağlıyor. Okuma mantığı içerisinde kolaylık sağlıyor; geri dönmek, arama yapmak daha kolay. Yani gidişat o taraf, eninde sonunda teslim olacağız gibi görünüyor.

AA- Son sorumu, senin hem okur hem yazar olmandan faydalanarak sormak istiyorum. Bir kitabı yazarı olarak elinde tutmakla okuru olarak elinde tutmak arasında nasıl bir fark vardı, nasıl hisler vardı?

MCÖ- Ben kitabı yazdığımda, on üç on dört yıl oldu aslında, tam istediğim gibi olmadı. Bugünden dönüp baktığımda doğal olarak biraz ürkekçe, çekinerek yazılmış bir kitap görüyorum. Şimdi olsa, öyle değil de böyle yaparım dediğim bölümleri var. O anlamda çok da içime sinmedi gibi sanki. Kendimi daha rahat hissedeceğim bir kitap olabilirdi gibi.

AA- Belki olur.

MCÖ- Belki yine olabilir tabi ki. Yani bu sebeplerden elime aldığımda çok memnun olacağım bir kitap gibi hissetmedim açıkçası. Tabi okur olarak, güzel, beğendiğin kitaplar için daha büyük bir mutluluk duyuyorsun. Yazar olarak aynı mutluluğu yaşayabilmen için yazdığın kitabın birilerine bir şeyler kattığını görebilmen lazım. Ben de çok fazla geri dönüş almadım sayılır.

AA- Birden fazla kez okuduğun kitap oldu mu Cem?

MCÖ- Çok olmadı galiba.

AA- Benim sorularım bu kadardı, çok teşekkür ederim. Son olarak senden söylemek istediğin bir şeyler varsa onları isteyeceğim. Ve bir de benim sormadığım ama sorulmasını istediğin bir soru varsa onu da kendine sorabilirsin.

MCÖ- Bizim doğu toplumlarında birisine “söylemek istediğin bir şey var mı?” dersen…

AA- Sonu gelmez mi diyorsun 😂😂

MCÖ- Yani bütün dünyanın problemlerini anlatabilirim. Bize hiçbir zaman “senin bir düşüncen, görüşün, sözün var mı?” denmez ya, kırk yılda bir soran olursa bütün hıncını alabiliriz ondan😊

AA- Söyle Cem ne olacak? Söyleşi de bizim, YeşilMavi de bizim, söyleyebilirsin istediğini. 😂😂

MCÖ- Benim açımdan önemli bir konu var aslında. Her ne kadar bir kitabın hem içerik hem biçim olarak okuyucuya ulaşmasında sorumluluğu yazara versem de bizlerin de okuyucu olarak kendimizi her zaman değişmeye, gelişmeye açık tutmamız gerekiyor. Bence bu çok önemli. Kendimizi durağanlaştırmışsak, sabitleştirmişsek; kişilik, görüş, düşünce, yaşam olarak, yeniliklere açık değilsek, gelişmek merakı ve arzusu içinde değilsek bu çok kötü bir durum. İnsanı çok tüketen, bitiren bir yaklaşım. Bunu kendimize yapmaya hakkımız yok bence. Hayatın en önemli dinamiklerinden, kavramlarından birinin değişim, sürekli gelişim, yeniliklere açık olmak, sürekli bir şeyler öğrenmek olduğunu düşünüyorum. Bu, birey olarak kendimizi de değerli kılmaya, mutlu etmeye yarıyor. Ayrıca toplumsal yaşam içinde de varlığımızı güçlendiriyor, diğer insanlarla da ilişkilerimizi olumlu etkiliyor.

Sürekli değişim, gelişim, öğrenme gibi bir motivasyonumuz, felsefemiz varsa kitaplar bunun en temel ve en doğrudan araçlarından bir tanesi, belki birincisi. Kurguyu böyle yaparsak eğer, o zaman kitapların mutlaka hayatımızda yer alması gerekiyor. Gelişim sürecinde onlardan bol bol yararlanmamız gerekiyor. Bu anlamda kitap demeyelim de “okumak” diyelim belki; kitap, dergi, makale, sesli kitaplar ve hatta bazı YouTube konuşmalarını da dahil edebiliriz geniş anlamıyla okumaya, bunları bol bol kullanmamız gerekiyor. Ki öncelikle kendimiz sağlam birer birey olalım, sonra diğer insanlar, toplumsal yaşam, dünya içerisindeki konumumuz daha güçlü olsun. Ben bir okur olarak bunu yapmaya çalışıyorum, diğer insanlara da bunu öneriyorum açıkçası. Okurdaşlarıma diyeyim, öyle bir kelime uydurdum şu anda, naçizane önerim, okumaya mutlaka yaşamlarında yer versinler; “bu konuyu anlamak zor, bu kitap kalın, bu söyleşi uzun” gibi birtakım bahaneler üretmeyip, doğrudan oradaki bilgiyi, güzelliği, lezzeti almak için çabalasınlar. Bu tabii herkes her yazılanı, her yazarı okusun anlamına gelmiyor. Kendimizi temel alarak ama konfor alanımızdan da çıkarak okuma sürecini yaşamalıyız. Kendini temel almazsan, sana hitap etmeyen bir şey dünyanın en değerli metni de olsa hiçbir faydası olmuyor, eziyet oluyor okuyan için. Kendini çok abartılı bir şekilde temel alırsan bu sefer de değişime, gelişime kapalı oluyorsun. Orada güzel bir denge var; insan kendisini temel almalı ama kendi dışındaki her türlü kitaptan, yazıdan, söyleşiden, videodan da alabileceği güzellikler, yenilikler olduğunu kabul etmeli. Ben kendi hayatımda bunu uygulamaya çalışıyorum.

AA- Cem, sözünü kestim ama burada tarif ettiğin sadece bir okur tipi değil aslında, hayata bakış tarif ediyorsun. Evet, benim bir duruşum var, ama bu duruşum mutlak değil. Başka duruşlar, başka bakışlara da açığım, değişebilirim de, değiştirebilirim de. Yani geniş ve özgürlükçü bir hayata bakıştan bahsediyorsun aslında, bu tabi ki bir okur için okuma deneyimine de yansıyacaktır. Toplumumuz için, insanlık için çok da arzu ettiğimiz bir bakış açısı.

MCÖ- Teşekkür ederim, katılmana sevindim. İşte bu süreçte kitapların da yeri çok önemli. Kendimizi geliştirebileceğimiz şeyler nedir; kitaptır, yazıdır, filmdir, videodur, birkaç tane bir şey. Dolayısıyla kapsamı itibarıyla kitabın, okumanın yeri çok çok önemli, belki de en önemlisi.

AA- Aslında burada da açık fikirli olalım. Bu Okur Söyleşileri’nin devamında okumayan ya da az okuyan kişilere de soralım, biz genelleme yapmayalım. Onlar kendilerini nasıl geliştiriyorlar, kendilerini geliştirmek gibi bir kaygıları var mı, kendilerine soralım. Belki bizim orada bilmediğimiz bir şey de vardır.

MCÖ- Evet, tabi dediğin çok önemli. Belki de daha güzel yollar bulunmuştur da bizim haberimiz yoktur.

😊😊

AA- Olabilir, tabii

MCÖ- “Siz hala kitap mı okuyorsunuz?” diyebilirler 😂😂

AA- Evet, hala kitap okuyanlar olarak söyleşimiz burada sona eriyor. Cem, çok teşekkür ederim bu keyifli söyleşi için.

MCÖ- Ben çok teşekkür ederim Ayşegül.


  • TÜİK’nun Eylül 2020’de açıkladığı verilere göre Türkiye’de kitap okumaya ayrılan süre günde 1 dakika.
  • “Hayaller schedule edilmemiş (düzenlenmemiş) planlardır.” Derya Arıkan
100% LikesVS
0% Dislikes

Leave a Reply