Pişekar, müzik eşliğinde sahneye gelir. Eğilerek seyirciyi selamlar.
PİŞEKAR: Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz. Ramazan ayının bu güzel akşamında bizleri şereflendirdiniz. Efendim bugünkü temaşamızın ismi “Karabaş”. O güzel yüzünüzde bir parça tebessüm bırakabilirsek ne mutlu bize. İyi seyirler!
Müzik çalar, Pişekar oyuna geçer. Sahnede ileri geri yürür. Arada bir saatine bakar.
PİŞEKAR: Hay Allah! Yine gecikti Kavuklu. Buluşma yerine, saatinde gelmeyi öğretemedim bir türlü.
Kavuklu müzik eşliğinde sahneye gelir.
PİŞEKAR: Nerede kaldın be adam?
Kavuklu sağına soluna bakar, kimseyi göremez. Pişekar yine sorar.
PİŞEKAR: Nerede kaldın be adam?
Kavuklu kendi etrafında bir tur atar, tekrar sağına soluna şaşkın şaşkın bakar.
PİŞEKAR: Sana diyorum be adam!
KAVUKLU: Bana mı?
PİŞEKAR: Niye sen adam değil misin?
KAVUKLU: Adam mıyım?
PİŞEKAR: Değil misin?
KAVUKLU: Adamım değil mi?
PİŞEKAR: Adamsın tabii. On numara, beş yıldız adamsın. Hem de normal yıldız değil, kuyruklu yıldızsın.
Kavuklu kasılır. Pişekar, Kavuklu’nun arkasına bakar.
PİŞEKAR: Sahi kuyruğun nerede?
KAVUKLU: Ne kuyruğu?
PİŞEKAR: Ne kuyruğu olacak pide kuyruğu. Malum ramazan ayındayız. Akşam, sıcak sıcak pide almak için kuyruğa girmiyor musun?
KAVUKLU: Girmez olur muyum Mirim, giriyorum elbette. Taze taze, sıcak sıcak! Offf ya canım çekti! Akşam olsa da yesek.
PİŞEKAR: Ha ha haah! Aman Kavuklu Efendi sen bu kafayla pide mi yersin, kötek mi yersin orasını Allah bilir!
Kavuklu kafasını eller.
KAVUKLU: Ne varmış kafamda?
PİŞEKAR: Bir şey yok!
KAVUKLU: E o zaman niye öyle söyledin?
PİŞEKAR: Bir şey yok işte, onu söyledim. Keşke biraz akıl olsaymış o kafanda.
Kavuklu güler.
KAVUKLU: Kıl değil Mirim kafada olan. Saç, saç!
PİŞEKAR: Sen insana saç baş yoldurursun vallahi. Ben akıl diyorum, sen kıl diyorsun. Neyse! Nerede kaldın?
KAVUKLU: Evde kaldım.
PİŞEKAR: Nasıl evde kaldın? Bi alan çıkmadı mı seni?
KAVUKLU: Çıkmadı.
PİŞEKAR: Vah vah! Bu sene de bekar gezelim diyorsun yani.
KAVUKLU: Demiyorum. Niye diyeyim ki?
PİŞEKAR: Az önce evde kaldım dedin ya be adam!
Kavuklu etrafına bakar.
KAVUKLU: Adam bendim değil mi? Evet ben adamım!
PİŞEKAR: Adamsın dedim ya! Başa dönmeyelim lütfen?
KAVUKLU: Ne başı?
PİŞEKAR: Çeşme başı!
KAVUKLU: Allah Allah! Ne işimiz var çeşmede?
PİŞEKAR: Susadım. Su içeceğim.
KAVUKLU: Aman ha, sakın!
PİŞEKAR: Niye, ne oldu ki?
KAVUKLU: Oruçlusun unuttun mu?
PİŞEKAR: İnsanda akıl mı bırakıyorsun?
Kavuklu kendi kendine söylenir.
KAVUKLU: Bak hala kıl diyor. Berbere mi götürsem ne yapsam?
PİŞEKAR: Kavuklu Efendi, Kavuklu Efendi! Ne o öyle kedi gibi mır mır edip duruyorsun?
KAVUKLU: Kedi dedin de aklıma ne geldi Mirim?
PİŞEKAR: Ne geldi? Ne geldi?
KAVUKLU: Hani şu bizim mahallede dolaşan sarı kedi var ya!
PİŞEKAR: Sarman!
KAVUKLU: I ıh! Değil.
PİŞEKAR: Nasıl değil? Mahallede başka sarı kedi yok ki. Bir tane sarı kedi var, o da Sarman. Diğerleri siyah, beyaz, gri, bilmem ne! Senin dediğin hangisini?
KAVUKLU: Karabaş!
PİŞEKAR: Sarı kedi. Karabaş, öyle mi?
KAVUKLU: Öyle!
PİŞEKAR: Emin misin?
KAVUKLU: Emin değil Kavuklu’yum.
PİŞEKAR: Hah hah haaaa! Güleyim de boşa gitmesin!
KAVUKLU: Sen gül bakalım. Son gülen iyi güler.
PİŞEKAR: Ne alaka?
KAVUKLU: Sensin yalaka.
PİŞEKAR: Kavuklu Efendi, ne diyorsun sen öyle.
KAVUKLU: Allah Allah! Öğle de derim, ikindi de derim. Akşam da. Sana mı soracağım ne vakit diyeceğimi?
PİŞEKAR: Aman efendim estağfurullah. Bana ne! İster yatsı de ister teravih de. Ben karışmam.
KAVUKLU: Ben de yarışmam.
PİŞEKAR: Kiminle?
KAVUKLU: Kiminle istersen onunla yarışmam. Ne yarışacağım ya bu yaştan sonra.
PİŞEKAR: Ben de çok meraklısıydım, yarışmazsan yarışma.
KAVUKLU: Mirim benim okumam yazmam yok ki. Sen de tutmuş yazışma diyorsun.
PİŞEKAR: Yazışma mı diyorum? Ne yazışması ne yazması?
KAVUKLU: El yazması!
PİŞEKAR: Bırak şimdi azmayı yazmayı. Sen şu Karabaş olan sarı kedi Sarman’ı anlat. Ne olmuş Sarman’a? Şey yani Karabaş’a?
KAVUKLU: Ne olmuş?
PİŞEKAR: Ben de onu diyorum, ne olmuş?
KAVUKLU: Kime ne olmuş?
PİŞEKAR: Sarman’a. Amaaan! Karabaş’a işte.
KAVUKLU: Karabaş’a bir şey mi olmuş?
PİŞEKAR: Olmuş efendim olmuş?
KAVUKLU: Ne olmuş?
PİŞEKAR: Neye ne olmuş?
KAVUKLU: Karabaş’a bir şey mi olmuş?
PİŞEKAR: Nereden bileyim efendim.
KAVUKLU: Az önce dedin ya?
PİŞEKAR: Ne dedim?
KAVUKLU: Karabaş’a bir şey olmuş dedin.
PİŞEKAR: Ben mi dedim?
KAVUKLU: Yok anan dedi.
PİŞEKAR: Anamı karıştırma bu işe bozulurum.
KAVUKLU: İlahi Mirim, sen para mısın ki bozulasın?
PİŞEKAR: Hah hah haaa! Çok komik. Sahi Kavuklu Efendi, sen iş arıyordun değil mi?
KAVUKLU: Arıyorum.
PİŞEKAR: Buldun mu bari?
KAVUKLU: Bulamadım.
PİŞEKAR: Niye?
KAVUKLU: Çok iyi saklamışlar. Arıyorum arıyorum, bulamıyorum.
PİŞEKAR: Önüm arkam ebe sobe deyip mi arıyorsun?
KAVUKLU: Yok.
PİŞEKAR: Nasıl arıyorsun?
KAVUKLU: “Allah rızası için şu işsize bir iş” deyip arıyorum.
PİŞEKAR: Sokak sokak?
KAVUKLU: Yok canım ne sokağı?
PİŞEKAR: Ya nerede?
KAVUKLU: Evde. Oturduğum divanın üstünde.
PİŞEKAR: Allah Allah! Evde, oturduğun divanın üstünde iş arıyorsun ve sana iş vermiyorlar öyle mi?
KAVUKLU: Aynen öyle.
PİŞEKAR: Vah vah! Bu kadar helak etme kendini. Yorulunca, iş ararken oturduğun divana oturup dinlen biraz. Dinlendikten sonra oturarak iş aramaya kaldığın yerden devam edersin.
KAVUKLU: Haklısın Mirim. Sonra ayaklarıma karasuları iniyor.
PİŞEKAR: Karasuları?
KAVUKLU: Evet karasuları.
PİŞEKAR: Yemin et!
KAVUKLU: Valla billa.
PİŞEKAR: Bu karasuları kaç mil iniyor ayaklarına?
KAVUKLU: Altı mil iniyor. Aslında on iki mil inmek istiyor ama sonra ayağıma dolanır diye korkumdan on iki mile indiremiyorum.
PİŞEKAR: De git işine!
KAVUKLU: Ne oldu Mirim?
PİŞEKAR: Ayağa kara sular iner. Karasuları değil.
KAVUKLU: Yapma ya! Hay Allah! Bu yaşıma geldim, ilk kez ağzımdan yanlış bir kelime çıktı.
PİŞEKAR: İlk kez mi?
KAVUKLU: İlk. İlk ve son.
PİŞEKAR: Kabuklu Efendi?
KAVUKLU: Kabuklu değil. Kavuklu.
PİŞEKAR: Pardon! Yavuklu Efendi!
KAVUKLU: Yavuklu mu? Kavuklu, Kavuklu!
PİŞEKAR: Tamam canım celallenme hemen!
KAVUKLU: Celal de değil. Benim adım Kavuklu.
Elini Pişekar’ın omuzuna atar.
PİŞEKAR: Kavuklu Efendi?
KAVUKLU: Efendim.
PİŞEKAR: Kavuklum!
KAVUKLU: Pişekarım!
PİŞEKAR: Kavuklum!
KAVUKLU: Pişekarım!
Pişekar, Kavuklu’nun elini omuzundan aşağıya atar.
PİŞEKAR: Karabaş’ı anlatacaktın hani?
KAVUKLU: Bizim Karabaş’ı mı?
PİŞEKAR: Sizin Karabaş’ı.
KAVUKLU: Hani şu sarı renkli olan Karabaş’ı?
PİŞEKAR: Evet, sarı renkli olan Karabaş’ı.
KAVUKLU: Bütün mahallenin Sarman diye çağırdığı Karabaş’ı mı?
PİŞEKAR: Evet o Karabaş’ı.
KAVUKLU: Öyle söylesene Mirim.
PİŞEKAR: Öyle söylüyorum Kavuklu Efendi.
KAVUKLU: Hay hay! Anlatayım
PİŞEKAR: Zahmet olmazsa.
KAVUKLU: Ne zahmeti canım. Bu arada, iki de çay söylesen diyorum.
PİŞEKAR: Zevzekliği bırak. Anlatacaksan anlat, işim gücüm var benim.
KAVUKLU: Benim yok ama!
PİŞEKAR: Sana iş bulayım ister misin?
KAVUKLU: İstemez olur muyum hem de nasıl!
PİŞEKAR: Şu ileride Kirkor Efendi’nin dükkânı var. Onun yanında çalışmak ister misin?
KAVUKLU: Saat tamircisi Kirkor Efendi’nin mi?
PİŞEKAR: Evet, saat tamircisi Kirkor Efendi’nin.
KAVUKLU: Ama ben saat tamirinden anlamam ki.
PİŞEKAR: Zaten o da senden saat tamiri yapmanı istemeyecek.
KAVUKLU: Ne iş yapacağım o zaman?
PİŞEKAR: Bazı müşteriler, Kirkor Efendi’ye iş karşılığı bozuk para veriyorlar. Sen bozuk paraları tamir edeceksin.
KAVUKLU: Bozuk paraları mı tamir edeceğim?
PİŞEKAR: Evet, bozuk paraları tamir edeceksin.
KAVUKLU: Mirim, sen benimle dalga mı geçiyorsun?
PİŞEKAR: Sence?
KAVUKLU: Kesin dalga geçiyorsun.
PİŞEKAR: Hadi onu bunu boş ver de Karabaş’ı anlat.
KAVUKLU: Anlatayım. Bizim evin kapısı açık kalmış. O arada Karabaş içeri girmiş.
PİŞEKAR: Sizin evin kapısı açık kalınca Karabaş niye içeri girsin ki? Kesin bir suç işlemiştir ki, almışlardır. Durduk yere niye içeri alsınlar?
KAVUKLU: Mirim içeri derken hapishaneyi kastetmedim. Bizim eve girmiş anlamında içeri dedim.
PİŞEKAR: Tamam tamam! Şimdi oldu.
KAVUKLU: Derken bu Karabaş dosdoğru muhabbet kuşunun yanına gitmesin mi?
PİŞEKAR: Vah vah! Canı sıkılmış demek zavallının. Gideyim de muhabbet kuşu ile biraz muhabbet edeyim demiş.
KAVUKLU: Keşke öyle olsa Mirim. Sen aç kuşun kafesini!
PİŞEKAR: Ben mi? Deli miyim, durduk yere niye sizin kuşun kafesini açayım?
Kavuklu kendi kendine söylenir.
KAVUKLU: Rolleri mi değiştik, ne oldu buna böyle? Ne desem ters anlıyor.
Pişekar’a döner.
KAVUKLU: Estağfurullah Mirim, sana demedim. Lafın gelişi o. Neyse! Sen aç kafesin kapısını. Muhabbet kuşunu yemeye çalış.
PİŞEKAR: Pist! Pist! Dur yapma! Yapma, zarar verme kuşa.
KAVUKLU: Bilirsin muhabbet kuşumuz ne kadar ehlidir, ne kadar evcildir, ne kadar insancıldır.
PİŞEKAR: İnsancıl?
KAVUKLU: Evet insancıl. Eve bir misafir gelince hemen kafesinden çıkar, misafirin elini öper.
PİŞEKAR: Elini öper?
KAVUKLU: Yani gagalar. Gagalar dediysem öpermiş gibi gagalar. Sonra da “Hoş geldiniz.” der, misafire.
PİŞEKAR: Misafire hoş geldiniz der. Ne yapar misafir, kuşa cep harçlığı mı verir?
KAVUKLU: Bazen veren olur. Cep harçlığı değil de yem harçlığı diyelim.
PİŞEKAR: Kedi gelince, kuş kafesten çıktı diyorsun yani?
KAVUKLU: Çıktı çıktı. Hem de ne çıkış. Öyle böyle değil.
PİŞEKAR: Kedi yemeye çalışınca ne yapmış kuş?
KAVUKLU: Ne yapsın! “Dur” demiş kediye, “Sen ne yaptığını sanıyorsun?” Kedi de “Seni yemeye çalışıyorum.” demiş.
PİŞEKAR: Bak sen şu işe. Kedi dile gelmiş desene.
KAVUKLU: Kedi dile gelmiş. Hem de ne dile gelme. Başlamış anlatmaya. Bu Karabaş daha yavruyken, annesi bunu sokağa atmış meğer.
PİŞEKAR: Vah vah!
KAVUKLU: Vah ki ne vah!
PİŞEKAR: Peki bu Karabaş’ın annesi, ciğercinin kedisi miymiş?
KAVUKLU: Yok Mirim, o da sokak kedisiymiş.
PİŞEKAR: Ne yapsaydı? Kedi Esirgeme Kurumu’na mı bıraksaydı Karabaş’ı?
KAVUKLU: Ah keşke, keşke keşke! İşte bu Karabaş sokaklarda büyümüş. Çöpleri karıştırmış bir lokma yiyecek bulmak için. Ne yurt sahibi olabilmiş ne yuva!
PİŞEKAR: Fakirliğin gözü çıksın.
KAVUKLU: İşte o günde yemek bulamamış, acıkınca da girmiş bizim eve ve muhabbet kuşunu da o yüzden yemeye çalışmış. Allah’tan kuşta, kuş aklı yok. Almış kediyi karşısına. Mükellef bir sofra kurmuş. Evde yiyecek ne varsa getirmiş önüne. “Önce gözü doysun, karnı nasılsa doyar” demiş.
PİŞEKAR: Kuş diyor bütün bunları öyle mi?
KAVUKLU: Evet kuş diyor. Akşam ben eve gidince anlattı olanı biteni. Almış götürmüş banyoya, sıcak suyla tertemiz yıkamış üstelik. Sonra aklayıp paklayıp göndermiş.
PİŞEKAR: Oooo! Çok iyi yapmış. Kedi dediğin suyu sever. Nerede su görse koşar gelir zaten.
KAVUKLU: Üzüldüm kedinin durumuna. Elden bir şey de gelmiyor. Neyse dedim odaya geçeyim. Demez olaydım.
PİŞEKAR: Ne oldu?
KAVUKLU: O masum, o zavallı dediğimiz Karabaş beslenip büyüyüp kocaman olmuş mu?
PİŞEKAR: Olmuş demek ki!
KAVUKLU: Sonra benim odanın camını kırıp içeri girmiş. Odaya girmemle Karabaş’ı görmem bir oldu. Ben Karabaş diyeyim, sen ormanlar kralı aslan de. O nasıl büyümek, o nasıl güçlenmek öyle?
PİŞEKAR: Eeeee?
KAVUKLU: Birdenbire üzerime atlamasın mı?
PİŞEKAR: Atlamasın, atlamasın!
KAVUKLU: Atladı.
PİŞEKAR: Sen ne yaptın peki?
KAVUKLU: Bağırarak uyandım.
PİŞEKAR: Ne yani bütün bu anlattıkların rüya mıydı?
KAVUKLU: Rüyaymış çok şükür.
PİŞEKAR: Neyse bununla geçmiş olsun.
KAVUKLU: Sağ ol Mirim!
PİŞEKAR: Hadi artık oyalanmadan gidelim. Bak saat kaç oldu!
KAVUKLU: Nereye Pişekar’ım?
PİŞEKAR: Seni yardım etmen için çağırdım. Şuradan, biraz yiyecek içecek alıp fakir fukaraya dağıtalım. Ramazan ayında sevap olur.
KAVUKLU: İyi düşünmüşsün, alalım Mirim.
Pişekar ve Kavuklu seyirciye döner.
PİŞEKAR: Bu günlük bu kadar efendim. Sürçü lisan ettiysek affola!
KAVUKLU: Sürçü lisan ettiysek affola!
Leave a Reply