Yeşil Mavi

Ercan Taş, Öyküler

Güncel Bir Orta Oyunu Denemesi

Pişekar, müzik eşliğinde sahneye gelir. Eğilerek seyirciyi selamlar.

PİŞEKAR: Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz. Ramazan ayının bu güzel akşamında bizleri şereflendirdiniz. Efendim bugünkü temaşamızın ismi “Karabaş”. O güzel yüzünüzde bir parça tebessüm bırakabilirsek ne mutlu bize. İyi seyirler!

Müzik çalar, Pişekar oyuna geçer. Sahnede ileri geri yürür. Arada bir saatine bakar.

PİŞEKAR: Hay Allah! Yine gecikti Kavuklu. Buluşma yerine, saatinde gelmeyi öğretemedim bir türlü.

Kavuklu müzik eşliğinde sahneye gelir.

PİŞEKAR: Nerede kaldın be adam?

Kavuklu sağına soluna bakar, kimseyi göremez. Pişekar yine sorar.

PİŞEKAR: Nerede kaldın be adam?

Kavuklu kendi etrafında bir tur atar, tekrar sağına soluna şaşkın şaşkın bakar.

PİŞEKAR: Sana diyorum be adam!

KAVUKLU: Bana mı?

PİŞEKAR: Niye sen adam değil misin?

KAVUKLU: Adam mıyım?

PİŞEKAR: Değil misin?

KAVUKLU: Adamım değil mi?

PİŞEKAR: Adamsın tabii. On numara, beş yıldız adamsın. Hem de normal yıldız değil, kuyruklu yıldızsın.

Kavuklu kasılır. Pişekar, Kavuklu’nun arkasına bakar.

PİŞEKAR: Sahi kuyruğun nerede?

KAVUKLU: Ne kuyruğu?

PİŞEKAR: Ne kuyruğu olacak pide kuyruğu. Malum ramazan ayındayız. Akşam, sıcak sıcak pide almak için kuyruğa girmiyor musun?

KAVUKLU: Girmez olur muyum Mirim, giriyorum elbette. Taze taze, sıcak sıcak! Offf ya canım çekti! Akşam olsa da yesek.

PİŞEKAR: Ha ha haah! Aman Kavuklu Efendi sen bu kafayla pide mi yersin, kötek mi yersin orasını Allah bilir!

Kavuklu kafasını eller.

KAVUKLU: Ne varmış kafamda?

PİŞEKAR: Bir şey yok!

KAVUKLU: E o zaman niye öyle söyledin?

PİŞEKAR: Bir şey yok işte, onu söyledim. Keşke biraz akıl olsaymış o kafanda.

Kavuklu güler.

KAVUKLU: Kıl değil Mirim kafada olan. Saç, saç!

PİŞEKAR: Sen insana saç baş yoldurursun vallahi. Ben akıl diyorum, sen kıl diyorsun. Neyse! Nerede kaldın?

KAVUKLU: Evde kaldım.

PİŞEKAR: Nasıl evde kaldın? Bi alan çıkmadı mı seni?

KAVUKLU: Çıkmadı.

PİŞEKAR: Vah vah! Bu sene de bekar gezelim diyorsun yani.

KAVUKLU: Demiyorum. Niye diyeyim ki?

PİŞEKAR: Az önce evde kaldım dedin ya be adam!

Kavuklu etrafına bakar.

KAVUKLU: Adam bendim değil mi? Evet ben adamım!

PİŞEKAR: Adamsın dedim ya! Başa dönmeyelim lütfen?

KAVUKLU: Ne başı?

PİŞEKAR: Çeşme başı!

KAVUKLU: Allah Allah! Ne işimiz var çeşmede?

PİŞEKAR: Susadım. Su içeceğim.

KAVUKLU: Aman ha, sakın!

PİŞEKAR: Niye, ne oldu ki?

KAVUKLU: Oruçlusun unuttun mu?

PİŞEKAR: İnsanda akıl mı bırakıyorsun?

Kavuklu kendi kendine söylenir.

KAVUKLU: Bak hala kıl diyor. Berbere mi götürsem ne yapsam?

PİŞEKAR: Kavuklu Efendi, Kavuklu Efendi! Ne o öyle kedi gibi mır mır edip duruyorsun?

KAVUKLU: Kedi dedin de aklıma ne geldi Mirim?

PİŞEKAR: Ne geldi? Ne geldi?

KAVUKLU: Hani şu bizim mahallede dolaşan sarı kedi var ya!

PİŞEKAR: Sarman!

KAVUKLU: I ıh! Değil.

PİŞEKAR: Nasıl değil? Mahallede başka sarı kedi yok ki. Bir tane sarı kedi var, o da Sarman. Diğerleri siyah, beyaz, gri, bilmem ne! Senin dediğin hangisini?

KAVUKLU: Karabaş!

PİŞEKAR: Sarı kedi. Karabaş, öyle mi?

KAVUKLU: Öyle!

PİŞEKAR: Emin misin?

KAVUKLU: Emin değil Kavuklu’yum.

PİŞEKAR: Hah hah haaaa! Güleyim de boşa gitmesin!

KAVUKLU: Sen gül bakalım. Son gülen iyi güler.

PİŞEKAR: Ne alaka?

KAVUKLU: Sensin yalaka.

PİŞEKAR: Kavuklu Efendi, ne diyorsun sen öyle.

KAVUKLU: Allah Allah! Öğle de derim, ikindi de derim. Akşam da. Sana mı soracağım ne vakit diyeceğimi?

PİŞEKAR: Aman efendim estağfurullah. Bana ne! İster yatsı de ister teravih de. Ben karışmam.

KAVUKLU: Ben de yarışmam.

PİŞEKAR: Kiminle?

KAVUKLU: Kiminle istersen onunla yarışmam. Ne yarışacağım ya bu yaştan sonra.

PİŞEKAR: Ben de çok meraklısıydım, yarışmazsan yarışma.

KAVUKLU: Mirim benim okumam yazmam yok ki. Sen de tutmuş yazışma diyorsun.

PİŞEKAR: Yazışma mı diyorum? Ne yazışması ne yazması?

KAVUKLU: El yazması!

PİŞEKAR: Bırak şimdi azmayı yazmayı. Sen şu Karabaş olan sarı kedi Sarman’ı anlat. Ne olmuş Sarman’a? Şey yani Karabaş’a?

KAVUKLU: Ne olmuş?

PİŞEKAR: Ben de onu diyorum, ne olmuş?

KAVUKLU: Kime ne olmuş?

PİŞEKAR: Sarman’a. Amaaan! Karabaş’a işte.

KAVUKLU: Karabaş’a bir şey mi olmuş?

PİŞEKAR: Olmuş efendim olmuş?

KAVUKLU: Ne olmuş?

PİŞEKAR: Neye ne olmuş?

KAVUKLU: Karabaş’a bir şey mi olmuş?

PİŞEKAR: Nereden bileyim efendim.

KAVUKLU: Az önce dedin ya?

PİŞEKAR: Ne dedim?

KAVUKLU: Karabaş’a bir şey olmuş dedin.

PİŞEKAR: Ben mi dedim?

KAVUKLU: Yok anan dedi.

PİŞEKAR: Anamı karıştırma bu işe bozulurum.

KAVUKLU: İlahi Mirim, sen para mısın ki bozulasın?

PİŞEKAR: Hah hah haaa! Çok komik. Sahi Kavuklu Efendi, sen iş arıyordun değil mi?

KAVUKLU: Arıyorum.

PİŞEKAR: Buldun mu bari?

KAVUKLU: Bulamadım.

PİŞEKAR: Niye?

KAVUKLU: Çok iyi saklamışlar. Arıyorum arıyorum, bulamıyorum.

PİŞEKAR: Önüm arkam ebe sobe deyip mi arıyorsun?

KAVUKLU: Yok.

PİŞEKAR: Nasıl arıyorsun?

KAVUKLU: “Allah rızası için şu işsize bir iş” deyip arıyorum.

PİŞEKAR: Sokak sokak?

KAVUKLU: Yok canım ne sokağı?

PİŞEKAR: Ya nerede?

KAVUKLU: Evde. Oturduğum divanın üstünde.

PİŞEKAR: Allah Allah! Evde, oturduğun divanın üstünde iş arıyorsun ve sana iş vermiyorlar öyle mi?

KAVUKLU: Aynen öyle.

PİŞEKAR: Vah vah! Bu kadar helak etme kendini. Yorulunca, iş ararken oturduğun divana oturup dinlen biraz. Dinlendikten sonra oturarak iş aramaya kaldığın yerden devam edersin.

KAVUKLU: Haklısın Mirim. Sonra ayaklarıma karasuları iniyor.

PİŞEKAR: Karasuları?

KAVUKLU: Evet karasuları.

PİŞEKAR: Yemin et!

KAVUKLU: Valla billa.

PİŞEKAR: Bu karasuları kaç mil iniyor ayaklarına?

KAVUKLU: Altı mil iniyor. Aslında on iki mil inmek istiyor ama sonra ayağıma dolanır diye korkumdan on iki mile indiremiyorum.

PİŞEKAR: De git işine!

KAVUKLU: Ne oldu Mirim?

PİŞEKAR: Ayağa kara sular iner. Karasuları değil.

KAVUKLU: Yapma ya! Hay Allah! Bu yaşıma geldim, ilk kez ağzımdan yanlış bir kelime çıktı.

PİŞEKAR: İlk kez mi?

KAVUKLU: İlk. İlk ve son.

PİŞEKAR: Kabuklu Efendi?

KAVUKLU: Kabuklu değil. Kavuklu.

PİŞEKAR: Pardon! Yavuklu Efendi!

KAVUKLU: Yavuklu mu? Kavuklu, Kavuklu!

PİŞEKAR: Tamam canım celallenme hemen!

KAVUKLU: Celal de değil. Benim adım Kavuklu.

Elini Pişekar’ın omuzuna atar.

PİŞEKAR: Kavuklu Efendi?

KAVUKLU: Efendim.

PİŞEKAR: Kavuklum!

KAVUKLU: Pişekarım!

PİŞEKAR: Kavuklum!

KAVUKLU: Pişekarım!

Pişekar, Kavuklu’nun elini omuzundan aşağıya atar.

PİŞEKAR: Karabaş’ı anlatacaktın hani?

KAVUKLU: Bizim Karabaş’ı mı?

PİŞEKAR: Sizin Karabaş’ı.

KAVUKLU: Hani şu sarı renkli olan Karabaş’ı?

PİŞEKAR: Evet, sarı renkli olan Karabaş’ı.

KAVUKLU: Bütün mahallenin Sarman diye çağırdığı Karabaş’ı mı?

PİŞEKAR: Evet o Karabaş’ı.

KAVUKLU: Öyle söylesene Mirim.

PİŞEKAR: Öyle söylüyorum Kavuklu Efendi.

KAVUKLU: Hay hay! Anlatayım

PİŞEKAR: Zahmet olmazsa.

KAVUKLU: Ne zahmeti canım. Bu arada, iki de çay söylesen diyorum.

PİŞEKAR: Zevzekliği bırak. Anlatacaksan anlat, işim gücüm var benim.

KAVUKLU: Benim yok ama!

PİŞEKAR: Sana iş bulayım ister misin?

KAVUKLU: İstemez olur muyum hem de nasıl!

PİŞEKAR: Şu ileride Kirkor Efendi’nin dükkânı var. Onun yanında çalışmak ister misin?

KAVUKLU: Saat tamircisi Kirkor Efendi’nin mi?

PİŞEKAR: Evet, saat tamircisi Kirkor Efendi’nin.

KAVUKLU: Ama ben saat tamirinden anlamam ki.

PİŞEKAR: Zaten o da senden saat tamiri yapmanı istemeyecek.

KAVUKLU: Ne iş yapacağım o zaman?

PİŞEKAR: Bazı müşteriler, Kirkor Efendi’ye iş karşılığı bozuk para veriyorlar. Sen bozuk paraları tamir edeceksin.

KAVUKLU: Bozuk paraları mı tamir edeceğim?

PİŞEKAR: Evet, bozuk paraları tamir edeceksin.

KAVUKLU: Mirim, sen benimle dalga mı geçiyorsun?

PİŞEKAR: Sence?

KAVUKLU: Kesin dalga geçiyorsun.

PİŞEKAR: Hadi onu bunu boş ver de Karabaş’ı anlat.

KAVUKLU: Anlatayım. Bizim evin kapısı açık kalmış. O arada Karabaş içeri girmiş.

PİŞEKAR: Sizin evin kapısı açık kalınca Karabaş niye içeri girsin ki? Kesin bir suç işlemiştir ki, almışlardır. Durduk yere niye içeri alsınlar?

KAVUKLU: Mirim içeri derken hapishaneyi kastetmedim. Bizim eve girmiş anlamında içeri dedim.

PİŞEKAR: Tamam tamam! Şimdi oldu.

KAVUKLU: Derken bu Karabaş dosdoğru muhabbet kuşunun yanına gitmesin mi?

PİŞEKAR: Vah vah! Canı sıkılmış demek zavallının. Gideyim de muhabbet kuşu ile biraz muhabbet edeyim demiş.

KAVUKLU: Keşke öyle olsa Mirim. Sen aç kuşun kafesini!

PİŞEKAR: Ben mi? Deli miyim, durduk yere niye sizin kuşun kafesini açayım?

Kavuklu kendi kendine söylenir.

KAVUKLU: Rolleri mi değiştik, ne oldu buna böyle? Ne desem ters anlıyor.

Pişekar’a döner.

KAVUKLU: Estağfurullah Mirim, sana demedim. Lafın gelişi o. Neyse! Sen aç kafesin kapısını. Muhabbet kuşunu yemeye çalış.

PİŞEKAR: Pist! Pist! Dur yapma! Yapma, zarar verme kuşa.

KAVUKLU: Bilirsin muhabbet kuşumuz ne kadar ehlidir, ne kadar evcildir, ne kadar insancıldır.

PİŞEKAR: İnsancıl?

KAVUKLU: Evet insancıl. Eve bir misafir gelince hemen kafesinden çıkar, misafirin elini öper.

PİŞEKAR: Elini öper?

KAVUKLU: Yani gagalar. Gagalar dediysem öpermiş gibi gagalar. Sonra da “Hoş geldiniz.” der, misafire.

PİŞEKAR: Misafire hoş geldiniz der. Ne yapar misafir, kuşa cep harçlığı mı verir?

KAVUKLU: Bazen veren olur. Cep harçlığı değil de yem harçlığı diyelim.

PİŞEKAR: Kedi gelince, kuş kafesten çıktı diyorsun yani?

KAVUKLU: Çıktı çıktı. Hem de ne çıkış. Öyle böyle değil.

PİŞEKAR: Kedi yemeye çalışınca ne yapmış kuş?

KAVUKLU: Ne yapsın! “Dur” demiş kediye, “Sen ne yaptığını sanıyorsun?” Kedi de “Seni yemeye çalışıyorum.” demiş.

PİŞEKAR: Bak sen şu işe. Kedi dile gelmiş desene.

KAVUKLU: Kedi dile gelmiş. Hem de ne dile gelme. Başlamış anlatmaya. Bu Karabaş daha yavruyken, annesi bunu sokağa atmış meğer.

PİŞEKAR: Vah vah!

KAVUKLU: Vah ki ne vah!

PİŞEKAR: Peki bu Karabaş’ın annesi, ciğercinin kedisi miymiş?

KAVUKLU: Yok Mirim, o da sokak kedisiymiş.

PİŞEKAR: Ne yapsaydı? Kedi Esirgeme Kurumu’na mı bıraksaydı Karabaş’ı?

KAVUKLU: Ah keşke, keşke keşke! İşte bu Karabaş sokaklarda büyümüş. Çöpleri karıştırmış bir lokma yiyecek bulmak için. Ne yurt sahibi olabilmiş ne yuva!

PİŞEKAR: Fakirliğin gözü çıksın.

KAVUKLU: İşte o günde yemek bulamamış, acıkınca da girmiş bizim eve ve muhabbet kuşunu da o yüzden yemeye çalışmış. Allah’tan kuşta, kuş aklı yok. Almış kediyi karşısına. Mükellef bir sofra kurmuş. Evde yiyecek ne varsa getirmiş önüne. “Önce gözü doysun, karnı nasılsa doyar” demiş.

PİŞEKAR: Kuş diyor bütün bunları öyle mi?

KAVUKLU: Evet kuş diyor. Akşam ben eve gidince anlattı olanı biteni. Almış götürmüş banyoya, sıcak suyla tertemiz yıkamış üstelik. Sonra aklayıp paklayıp göndermiş.

PİŞEKAR: Oooo! Çok iyi yapmış.  Kedi dediğin suyu sever. Nerede su görse koşar gelir zaten.

KAVUKLU: Üzüldüm kedinin durumuna. Elden bir şey de gelmiyor. Neyse dedim odaya geçeyim. Demez olaydım.

PİŞEKAR: Ne oldu?

KAVUKLU: O masum, o zavallı dediğimiz Karabaş beslenip büyüyüp kocaman olmuş mu?

PİŞEKAR: Olmuş demek ki!

KAVUKLU: Sonra benim odanın camını kırıp içeri girmiş. Odaya girmemle Karabaş’ı görmem bir oldu. Ben Karabaş diyeyim, sen ormanlar kralı aslan de. O nasıl büyümek, o nasıl güçlenmek öyle?

PİŞEKAR: Eeeee?

KAVUKLU: Birdenbire üzerime atlamasın mı?

PİŞEKAR: Atlamasın, atlamasın!

KAVUKLU: Atladı.

PİŞEKAR: Sen ne yaptın peki?

KAVUKLU: Bağırarak uyandım.

PİŞEKAR: Ne yani bütün bu anlattıkların rüya mıydı?

KAVUKLU: Rüyaymış çok şükür.

PİŞEKAR: Neyse bununla geçmiş olsun.

KAVUKLU: Sağ ol Mirim!

PİŞEKAR: Hadi artık oyalanmadan gidelim. Bak saat kaç oldu!

KAVUKLU: Nereye Pişekar’ım?

PİŞEKAR: Seni yardım etmen için çağırdım. Şuradan, biraz yiyecek içecek alıp fakir fukaraya dağıtalım. Ramazan ayında sevap olur.

KAVUKLU: İyi düşünmüşsün, alalım Mirim.

Pişekar ve Kavuklu seyirciye döner.

PİŞEKAR: Bu günlük bu kadar efendim. Sürçü lisan ettiysek affola!

KAVUKLU: Sürçü lisan ettiysek affola!

50% LikesVS
50% Dislikes

Leave a Reply