Yeşil Mavi

Ercan Taş, Öyküler

Limooon – Sirkeee

Veyahut Sadece Ben Bilirimci Demokratik Yaklaşım

Daha önceden var ise orasını bilemiyorum, yeme/içme ile ilgili kayıt altına alınmış ilk ifşadır “limon-sirke” diyaloğu. “Neşeli Günler” filmindeki; Münir Özkul ve Adile Naşit’in turşu yapımı konusundaki unutulmaz atışması, ülkemizde damak tadı ile ilgili tartışmanın başlangıcı olarak kabul edilebilir. Öylesi bir damak tadıdır ki; sonunu boşanmayla bitirir bir evliliği.

Birinin beğendiğini başkasının beğenmemesi, birine doğru gelenin diğerine yanlış gelmesi, hayatın olağan akışı içindedir. Olağan olmayan; karşı görüşü, düşünceyi, beğeniyi, kabullenmemenin ilerisinde; onu aşağılamak, küçük görmek, rencide etmektir. Ve fakat maalesef, hatta maalesefin esefinde, ben bilirimci yaklaşım ve ötekini şiddetle reddediş ile karşıt düşünceyi yok sayma işi, öylece cereyan etmeye devam etmektedir.

Hayatın pek çok alanında olduğu gibi yeme/içme konusunda da ikilem ve karşıtlık, zaman zaman hoşgörü sınırlarını zorlamaktadır. Bazen de keyifli tartışmalara sebebiyet vermektedir. “Bana bunlarla gel” yaklaşımını benimseyerek tatlı atışmalara (Dikkat buyurunuz tatlı atışma! Tatlı atıştırma değil!) yol verip konuya dahil olalım (bir ben eksiktim, tamamlayayım dedim).

Limon-sirke dışında, ciddi anlamda ses getiren bir konu menemen olmuştur. “Menemen soğanlı mı olur, soğansız mı?” tartışması; bir tarafın, anketlerde bir tık fazla çıkması ile sonuçlansa da henüz bu konuda tam bir konsensüs sağlanamamıştır. Soğancılar ile soğansızlar, oldukları yerden bir ekmek banımı bile adım atmamışlardır. Konu muallakta kalakalmıştır.

Menemen kadar ses getirmese de diğer bir uzlaşı dışı konu mercimek çorbasıdır. Buradaki temel ayrılık; “Mercimek çorbası salçalı mı olur, salçasız mı?” şeklindedir. Taraflar birbirlerini menemenciler kadar örselemeseler de salçacıların ve salçasızların birbirlerine karşı olan alaycı tavırları halen sürmeye devam etmektedir.

Avrupa Birliği’ne girememiş olmanın en sevindirici yanı kuşkusuz kokoreçtir. Kokoreç konusu, ülkemiz insanını “taka da tuka” şeklinde ikiye bölmüştür. Bu bölünme, “Kokoreç domatesli olur. Hayır, kokorece domates konulmaz.” şeklinde bir gelişim sergilemiştir. İstanbul ve yandaşları; kokorece domates koyarken, Ankara ve paydaşları; kokoreci sade yemeyi tercih etmektedir. Her iki klik de kendi düşüncesini diğerine empoze etmenin beyhude çabası içinde, karşıtlıklarını sürdürmeye devam etmektedir. Her iki görüşü de dinleyip, “Kokoreç olsun da nasıl olursa olsun.” diyen “üçüncü yol” kokoreç severler de yavaş yavaş konuya müdahil olmaya başlamışlardır. Bu olay, bir yerde büyük patlayacak ama bakalım nerede ve nasıl, yaşayıp göreceğiz.

Diğer bir ayrışımcı yaklaşımı, simit konusunda görmekteyiz. Bir zamanlar “memur tavuğu” olarak ününe ün katan simit, şimdilerde saray hayatı sürerek lüks mekanların taam’ı olma yolunda büyük bir aşama kaydetmiştir. Hal böyle olunca simit, yağlara ballara yatırılarak servis edilmeye başlanmıştır. İşte ikilem de bu noktada çıkmaktadır; “Simit tereyağlı olur ve simitte yağ kullanılmaz.” şeklinde. Bu konuda yenilikçilerle gelenekselciler arasında alttan alta, havanda su dövme mücadelesi başlamış bulunmaktadır ki; vatana millete hayırlı olsun!

Yemek dünyasının diğer bir problemi ise yıllardan beri var olan, herkesçe bilinen, sık rastlanılan ama hiçbir zaman ayyuka çıkarılmayan bir konudur. O da “Balığa limon sıkılır mı, sıkılmaz mı?” şeklinde tezahür eder. Bu olay tüm gastronotların (gastronomik şahısların) en bilindik tartışma konusu olmasına rağmen, sessiz ve derinden götürüldüğü için, konu enine boyuna masaya yatırılamamıştır. Sanıyorum ki herkes bir gün, içinde tuttuğunu açığa çıkardığında, bir kaşık suda büyük fırtınalar kopacaktır.

Gelelim asıl konuya! Benim için büyük, yemek camiası için küçük olan meseleye. Hoşgörümün, anlayışımın, empati yapışımın zirvesi olan realiteye. “Pideye, yeşil biber doğranır mı, doğranmaz mı?” olan en önemli memleket meselesine! Lahmacuna yeşil biber doğranabileceği ama kıymalı pideye doğranmayacağı konusunda zaten herkes hemfikir. Peki kuşbaşılı pidede durum ne? Söyleyeyim. Kuşbaşılı pideye asla ve kat’a yeşil biber doğranmaz! “Doğruyorlar ama!” diyebilirsiniz ki; işte asıl mesele burada ortaya çıkıyor. Maalesef doğruyorlar. Yazın da doğruyorlar, kışın da. Biber doğradıklarını sanıyorlar ama aslında kuşbaşılı pideyi lime lime doğruyorlar da farkında değiller. Kuşbaşılı pideye sadece; kuşbaşı, domates ve maydanoz konulur. Şimdilerde maydanoz out, yeşil biber in! Niye bu böyle diyecek olursanız açıklayayım; kuşbaşılı pidenin iç harcı günlük hazırlanır. Şimdiki tembel ustalar; 4-5 günde hatta haftada bir iç harcı hazırladıkları için, harca konulan maydanozlar rengini kaybeder, pörsümeye başlar ve çamurumsu bir görüntü ortaya çıkar. Biber öyle mi? Doğra ince ince; bir hafta hatta 10 gün bana mısın demez! O nedenle yeşil biberli kuşbaşılı pide, tembel usta pidesidir. Bu da gastronomi dünyasında; “Kötü pide harcı, iyi pide harcını kovar.” gerçeğiyle, önümüzde aleni bir şekilde durur. Sonradan Gurme(!) arkadaşlar durumu bilmedikleri için bu yeşil biberli kuşbaşılı pideyi matah bir şey zannederler. O nedenle bir kez daha bütün anlayışım, hoşgörüm ve de sıkılmış bir yumruk gibi duran empati duygum ile diyorum ki; bu konu benim söylediğim gibidir. Sözümün üstüne söylenecek söz yoktur. Karşıt fikirlerinizi kendinize saklamanız, destekleyici ve olumlayıcı açıklamalarınızı herkesle paylaşmanız, oldukça demokratik bir çözüm olacaktır.

Yemeğin kefinden, insanın gafından uzak günler dilerim sevgili dostlar…

100% LikesVS
0% Dislikes

Leave a Reply