Yeşil Mavi

M. Cem Özmen, Okur-Yazar

Başkalarının Sorunlarına Sahip Çıkmak

Susan Sontag, Başkalarının Acısına Bakmak* adlı kitabında insanların yaşadığı acıların diğer insanlar tarafından nasıl algılandığı üzerine yoğunlaşıyor. Özellikle de savaşların başka coğrafyalardaki insanlar üzerindeki etkilerini anlamaya çalışıyor. Beklenenin aksine tarihin genelinde dünyaya savaşların egemen olduğunu, buna karşın barışın istisnai bir durum olduğunu iddia ediyor. Aynı şekilde yönetimlerde olan erkeklerin savaşa neredeyse bir tutku düzeyinde bağlı olduklarını ve yol açtığı her türlü acıya rağmen vazgeçmediklerini ileri sürüyor. Bu nedenle bu tür acıların gelecekte de yaşanmaya devam edebileceğini ve diğer insanların da bir şekilde bu acıyla yüz yüze gelebileceğini belirtiyor.

Sontag, insanların savaşlar hakkında çoğunlukla fotoğraf, film ya da televizyon gibi araçlar üzerinden haberdar olduklarını belirtiyor. Buna karşın sürekli insanların üzerine boca edilen görüntülerin ve tekrarların, aynı zamanda insanların ilgisini de kaybettirdiğini, olayın gerçekliğine zarar verdiğini, hatta giderek gerçeği bir kurguya dönüştürme riski taşıdığını ifade ediyor. Bu arada çeşitli bölgelerde acılara yol açan insanların -sanıldığının aksine- genelde barbar veya sapık insanlar olmadıklarını, hatta gündelik hayatta karşılaştığımız, son derece normal insanlar olabildiklerini iddia ediyor. Örneğin ABD.de geçmişte zencilere uygulanan linçlerle ilgili görüntülerin hemen yanında kameraya poz vermiş, her pazar kiliseye giden dindar vatandaşlar görülebiliyor. Yine ikonik bir sembol olarak, akşamleyin evine dönüp eşini ve çocuklarını kucaklayan, daha sonra akşam yemeğinin hazırlanmasını beklerken piyanonun başına geçip biraz Schubert çalan Nazi komutanı örneğini veriyor.

Sontag, kitapta çoğunlukla başka insanların yaşadığı acıların farkında olan ve üzülen ancak elinden bir şey gelmeyen (Ukrayna ve Gazze için acı çekenler için gibi – yn) insanlardan bahsediyor. Buna karşın ben bu yazıda çerçeveyi biraz daha genişletip başkalarının yaşadığı sıkıntıların farkında olmayan (veya olup da ilgilenmeyen) ve hatta daha da ileri giderek bu acının farkında olan ama çeşitli nedenlerle ilgili sorunun çözümüne engel olan kesimlerden bahsetmek istiyorum.

Ötekinin yaşadığı sorunların farkına varmak

İnsanın özünde iyi olarak doğduğuna inanan birileri olarak bizler, normalde insanlardan olumsuz davranışlar beklemeyiz. Ancak özellikle çok sayıda sorun yaşayan ve genelde bu sorunları çözme konusunda zorluk yaşayan toplumlarda insanların kendileri dışındaki diğer kesimlerin sorunlarının farkına varmasını, o sorunlarla ilgilenmesi beklemek çok gerçekçi olmayabiliyor. Herkes zaten kısıtlı olan güç, zaman, enerji vs. kaynağını kendi yaşamını sürdürmek için zar zor kullanırken diğer insanların sorunlarını görme konusunda isteksiz olabiliyor. “Benim derdim bana yeter.” diye düşünebiliyor ya da öyle davranabiliyor. Bu durum bir yere kadar anlaşılabilir. Ancak durum böyle olursa herkes sadece kendi sorunuyla baş başa kalmış olmaz mı? Yalnız kaldığı için sorunlarının çözümü zorlaşmaz mı? Hatta giderek herkes kendi sorunun önemli olduğunu düşünüp diğerlerinin sorunlarını küçümseyen, değersizleştiren bir pozisyon almaz mı? Böyle olunca da herkes birbirine yabancılaşıp uzaklaşmaz hatta giderek düşmanlaşmaz mı?

İnsanlık tarihi bize gösteriyor ki hiçbir toplumsal grup, sorunlarını (ekonomik, toplumsal, kültürel, siyasal vd.) sadece kendi çabalarıyla çözemiyor. Özellikle toplumsal yaşamın dinamikleri ve ortak yaşam kültürü nedeniyle sorunların çok daha karmaşık bir hal aldığı günümüzde herhangi bir toplumsal grup, çözüm ararken mutlaka diğer kesimlerin de yardımına ihtiyaç duyuyor. Bu desteği alabilenler bir ölçüde de olsa sorunlarına çözüm bulabilirken alamayanların problemlerinin çözümü güçleşiyor hatta zaman zaman kangren haline gelebiliyor.

Ne yazık ki şu anda dünyada ve ülkemizde de benzer bir durumu yaşıyoruz. Çok istisnai bazı örneklerin dışında genelde toplumda herkes yalnızca kendi sorununu görüyor, onun en önemli sorun olduğuna inanıyor, diğer insanların sorunlarına kayıtsız kalıyor. Hatta kendi sorunlarının kaynağı olarak onları görüp giderek düşmanlaştırarak toplumun kamplaşmasına katkıda bulunuyor. Böylece hemen hemen hiçbir sorun çözülmüyor ve sorunları çözülmemiş milyonlar, on milyonlar… gittikçe mutsuz hale geliyorlar. Ayrıca bu mutsuzluklarının sebebi olarak da diğer sorun sahiplerini görüp doğrudan onları karşılarına alıyorlar.

Örneğin ülkemizi ele alalım. Sorun yaşamayan insan yok gibi. Bu sorunların hemen hemen tamamı da toplumsal nitelik taşıyor. Örneğin emekliler geçim sıkıntısı yaşıyor ve yaşam kalitelerinin yükselmesi için uğraşıyorlar (ya da elinden bir şey gelmediği için çoğunlukla uğraşmıyorlar). Benzer şekilde özellikle büyük şehirlerde ciddi bir barınma sorunu var. Üniversite öğrencileri vd. bu sorunu yaşayan insanlar bu konuda bir çaba içindeler (ya da değiller). Kadın cinayetleri sürüyor ve kadınlar hala erkek şiddetinden kurtulmak için çaba harcıyorlar. Yakın zamana kadar başörtülü kadınların üniversite eğitimi engelleniyordu. Aleviler hala ayrımcılığa uğradıklarını düşünüyorlar ve eşit haklar istiyorlar. Ülkenin kronikleşen sorunları nedeniyle Ermeni, Rum, Yahudi, Kürt, Roman hatta Gürcü, Çerkes, Arap vatandaşlar çeşitli düzeylerde haksızlığa uğradıklarını düşünüyorlar ve hak talebinde bulunuyorlar. Çeşitli meslek grupları, ev sahipleri, kiracılar vd. herkes çeşitli nedenlerle sorun yaşadığını düşünüyor ve bunun için mücadele ediyorlar ya da etmiyorlar. Aklımıza gelen-gelmeyen her türlü toplumsal kesimin çeşitli konularda çeşitli sorunları var.

Sorun şu ki herkes yalnızca kendi derdinin peşine düşüp diğer toplumsal kesimlerin sorunlarına karşı duyarsız kalıyor. Hatta giderek onların sorunlarını yok sayıyor ya da daha da ötesinde onları sorun çıkaran bireyler/kesimler olarak görüp karşısında duruyor. Böyle olunca da kimse kimseye destek olmuyor, dayanışma içine girmiyor ve çoğu sorun hiç çözülmeden kördüğüm halinde durmaya devam ediyor.

Açıktır ki insanların -kendileri o sorunu yaşamasalar bile- diğer insanların yaşadıkları sorunların farkında olmaları, onların neler hissettiklerini anlamaları, onların hak arama çabalarına saygı göstermeleri, mümkünse onlara destek olmaları, hem insani/ahlaki değerlerin hem de karşılıklı saygı içinde bir arada yaşama kültürünün bir gereğidir. Toplumsal barış, sorunların çözümü, insanlar arasındaki sevgi ve saygıya dayalı kardeşçe ilişkiler, ancak bu şekilde bir iyi niyet, anlayış ve yardımlaşma çerçevesinde çözülebilir. İnsanların birbirlerinin sorunlarından haberdar olmadıkları, haberleri olduğunda umursamadıkları, destek olmadıkları, hatta çeşitli nedenlerle zaman zaman köstek oldukları bir toplumsal yapıda herhangi bir sorunun çözülmesi de mümkün değildir, insanların ve genel olarak toplumun barış, huzur ve mutluluk içinde yaşaması da.

Bazı somut örnekler vermek istiyorum: Örneğin İstanbul’da taksiye binen-binemeyen her insan korkunç derecede mutsuz. En sevilmeyen meslek grupları listesinde muhtemelen taksiciler ilk sıraya oturmuş olabilirler. Olayın belediye, UKOME vd. teknik boyutları bir yana benim merak ettiğim konu şu: Bu kadar çok insanın mağdur ve mutsuz olması, birer insan olarak taksici kardeşlerimizi nasıl etkiliyor? Bunca insanın yaşadığı -ve kendilerinin neden olduğu- sorunların farkında değiller mi? Umursamıyorlar mı? Yoksa farkındalar da çözüm konusunda herhangi bir şey yapmaya niyetleri mi yok? Yoksa bu kadar çok insanın yaşadığı böyle bir soruna insanların kayıtsız kalması gerçekten pek mümkün değil. Bir insanın “Bunlar insan; aralarında hasta var, çocuk var, yaşlı var, acelesi olan var; üstelik bir suçları da yok, sadece ulaşım hizmeti almaya gelmişler, bunlara niye böyle eziyet ediyoruz?” diye düşünmemesi nasıl bir şey acaba? (Bir taksici arkadaşımız bu yazıyı okuyup da “Bizim de sorunlarımız var, bize ne olacak?” diyebilir. Onların da sorunlarının çözümü için benzer sorular sorulabilir, benzer desteklere ihtiyaç duyabilirler. Ancak “Bizim de sorunlarımız var, o zaman size verdiğimiz hizmeti de burnunuzdan getiririz.” mantığıyla herhangi bir sorunun çözülemeyeceği ortadadır sanırım.)

Yine örneğin eşcinsel bir birey bu toplumda ne tür zorluklarla karşılaşıyor, bunu anlamak, hissetmek için mutlaka eşcinsel olmak mı gerekiyor? Diğer bireyler bu vatandaşlarımızı insan olarak görmüyorlar mı? Görüyorlarsa yanı başımızdaki bir insanın sorunu bizi bu kadar mı ilgilendirmemeli? Eksik kalır diye tek tek bütün örnekleri vermek istemiyorum ama örneğin bu ülkede yaşayan Ermeni bir yurttaş ne sorunlar yaşıyor acaba? O da bir insan değil mi? Diğer insanlar için, bizler için o kişinin hiç mi bir değeri yok? Hala Meclis kürsüsünde Kürtçe konuşulurken mikrofon kapatılıyor. Bir Kürt yurttaşımız bunu gördüğünde ne hissediyor acaba, bu durum diğer insanlar için hiçbir şey mi ifade etmiyor? “Ben Türkçe konuşurken mikrofon kesilseydi ne hissederdim acaba?” diye düşünmek gerekmez mi? Ya da bazı yerlerde hala kapılara bunlar Alevi diye çarpı işareti konuyor. Bir Alevi yurttaş bunu duyduğunda/gördüğünde ne hisseder? Alevi olmayan yurttaşlar bu durum karşısında ne hissetmeli acaba? Herkesin o çarpıyı kendi kapısında hissetmesi gerekmez mi? Kadınların dışarı çıkarken güvenlik nedeniyle yaşadıkları korkuları biliyoruz. Bunu hissetmek için mutlaka kadın olmak mı gerekir? Yaşlı bir kişi otobüse bindiğinde “Amca, senin ne işin var otobüste, git evinde otur” bakışları, engelli bir birey sokakta yürümeye çalıştığında “Bu halinle ortada ne dolaşıyorsun?” sözleri, bir çocuk veya gencin yaşadığı “Büyüklerin varken sana söz düşmez” ifadeleri, sadece o kesimler için mi sorun acaba? Yoksa böyle bir durum aslında hepimiz için mi birer sorun olmalı?**

Sonuç ve öneri

Şunu söylemeye çalışıyorum: Toplumda yaşayan her kesim, her birimiz çeşitli düzeylerde/katmanlarda sorunlar yaşıyoruz. Bazılarımız yoksul, bazılarımız hem yoksul hem yaşlı, bazılarımız hem yoksul hem yaşlı, hem Roman, hem kadın vs. Her birimizin yaşadığı belli problemler var. Nihayetinde -ve bunların hepsinin ötesinde- her birimiz insanız ve aynı büyük toplum içinde yaşıyoruz. Bu anlamda birbirimizden farkımız yok. Yalnızca kendi sorunlarımızın çözümüne destek istemek için bile diğer toplumsal kesimlerin ne yaşadıklarıyla ilgilenmek, onların yaşadığı sorunların/acıların farkına varmak ve onlarla dayanışma içinde olmak gerekmez mi? Bizim dışımızda sorunu olan tüm kesimlere gözlerimizi kapamak, onların farkında olmamak, kayıtsız kalmak ve hatta giderek onların hak arama mücadelelerine engel olmaya çalışmak insani, makul, akılcı ve vicdanlı bir davranış mıdır?

Bitirirken, benim naçizane önerim, mümkünse her birimizin kendi sorunlarımızdan önce diğer toplumsal kesimlerin (zor durumda olanların, dezavantajlı grupların, azınlıkların, baskı gören kesimlerin vs.) sorunlarını görmeye ve yaşadıklarını anlamaya çalışmamız yönünde. Herkes birbirinin sorununu sahiplenirse tüm sorunlar çözülür. Ama herkes yalnızca kendi sorunlarını dert ederse (ve hatta onu bile etmezse) hiçbir sorunumuz çözülmeden yaşamaya devam ederiz. Çevremizdeki insanların sorunlarını bizlerin de dertleri olarak görebildiğimiz sürece toplumsal birliktelik ve sorunlara çözümden bahsedebiliriz. “Benim öyle bir derdim yok, derdi olan düşünsün.” dediğimiz sürece ise onların olduğu gibi bizim de hiçbir sorunumuzun çözülmeden sürüp gideceğinden emin olabiliriz.


* Başkalarının Acısına Bakmak, Susan Sontag, Can Yayınları, 2023, Çev: Osman Akınhay

** Homo sum; humani nihil a me alienum puto! (İnsanım, insana ait hiçbir şey bana yabancı değildir!) Terentius

100% LikesVS
0% Dislikes

Leave a Reply