Yeşil Mavi

M. Cem Özmen, Okur-Yazar

Eğitim: “Her Şeyi Biliyorum”dan “Meğer Hiçbir Şey Bilmiyormuşum”a Giden Yolculuk

Eğitim, hakkında yazması hem en kolay hem de en zor konulardan birisi sanırım. “Eğitim şart abi!”den “Ne olacak bu eğitimin hali?”ne kadar geniş bir yelpazede tartışılan bir konu. Her an hayatın her alanında karşımıza çıkan bir olgu. Aslında eğitim kavramından hangimizin neyi kastettiği de çok belli değil. Kim ne tarafa çekmek isterse o tarafa gidebiliyor. Dolayısıyla üzerinde anlaşılmış ve hayata geçmiş bir genel kavramdan söz edemiyoruz. İyi bir şey olduğunu biliyoruz ama henüz nasıl bir şey olduğunu görmedik, yakın zamanda da göreceğimiz konusunda kuşkularımız var.

Öte yandan eğitim denince işin içine psikolojiden ekonomiye, felsefeden sosyolojiye, kamu yönetiminden siyasete, o kadar çok alan giriyor ki gerçekten de iyi niyetle yaklaşsanız bile bu devasa yapıyı yönetmek kolay değil. Kaldı ki bu kadar geniş bir dünyadan söz edince zaman zaman niyetler de bozulabiliyor. O zaman zaten karmaşık olan durum iyice işin içinden çıkılmaz hale geliyor.

Ben bu yazıda genel olarak eğitim felsefesine yönelik bir giriş yapmak ve bazı sorular üzerinden onun ideoloji, sosyoloji, siyaset ve etikle ilişkisine kısaca değinmek istiyorum.

Eğitim denince benim aklıma ilk gelen soru: “Eğitimi kim verecek, eğitim verecek kişiye eğitimi kim verecek?” oluyor. Nihayetinde kavram olarak eğitim faydalı olsa da olayın pratik bir yönü var. Eğitimi bazı ‘gerçek’ insanlar veriyorlar. Peki “Ya onlar da yanılıyorlarsa?”, “Ya onların amacı iyi eğitim vermek değil de yalnızca kendi kişisel yanlışlarını aktarmak, kişisel çıkarlarını korumak?” ise ne yapacağız?

Aynı şekilde eğitimci-öğrenci ilişkisinin dinamiği de eğitimin niteliğini belirleyen en önemli etkenlerden birisi. Eğitim dediğimiz süreç, yalnızca bazı bilgilerin boş kap olarak değerlendirilen öğrencilere aktarılmasından mı oluşuyor? Yoksa gerçek/doğru bilgiyi üretmek için eğitimci ile öğrenci arasındaki iş birliğinin adı mı? Eğer böyleyse eğitimciler ve öğrenciler bu sorumluluğu taşımaya hazırlar mı? Eğitimciler bu anlayışla yetişmişler mi? Öğrencilere bu anlamda güven ve saygı duyuluyor mu?

Yine eğitim kapsamında nelerin olacağı ve eğitimin içeriği de son derece önemli bir konu. Eğitimin içeriğini kim belirleyecek? Bu kişiler bu yetkiyi nereden alacaklar? Burada da eğitim kapsamında yalnızca birileri tarafından belirlenmiş bazı bilgi kalıplarının mı olacağı yoksa tüm ilgili kesimlerin de katılımıyla içeriklerin belirlenerek ortaklaşa üretileceği mi sorusu önümüzde duruyor.

Genel bir ilke olarak eğitimin siyasetten uzak tutulması gerektiği söylenebilir. Ancak pratikte çoğu ülkede eğitim, nihayetinde iktidarın bir bakanlığı tarafından yönetiliyor. Dolayısıyla siyasetin tam da ortasında olan bir yapıyı siyasetten uzaklaştırmak nasıl mümkün olacak? Eğitimin, eğitimcinin ve öğrencinin özgürlüğü ve özerkliği nasıl sağlanacak?

Eğitimci, eğitim sürecinde gücünü, motivasyonunu nereden alıyor? Bu dışsal bir etken (ücret gibi) mi yoksa içsel mi? İçsel ise buna temel oluşturan değerler nelerdir? Eğitimle etik değerlerin ilişkisi hangi temelde kurulup ne şekilde yönetilmelidir? Özellikle eğitimciler bu etik değerleri ne şekilde kazanacak ve öğrencilere örnek olacaklar?

Bunlar ve eğitim felsefesi kapsamındaki başka birçok soru cevap bekliyor. Açık ki bu soruların cevabı tek bir kişide bulunmuyor. Bu soruların toplumun her kesimi tarafından tartışılması ve bunların sonucunda eğitimle ilgili stratejilerin, yapıların ortaya çıkarılması gerekir. Dünyanın birçok ülkesinde ve tabi güzel ülkemizde de bu noktadan oldukça uzak olduğumuzu biliyoruz. Yine de bu konuyla ilgili çalışan ve görüş üreten insanlar var neyse ki ve onların bu tartışmaları konuya ışık tutmaya devam ediyor.

Bunlardan birisi de Brezilyalı eğitimci ve felsefeci Paulo Freire. Yirminci yüzyılın en önemli eğitimcilerinden sayılan Freire, konuyla ilgili “Özgürlüğün Pedagojisi”* adlı kitabında eğitim konusunu çeşitli boyutlarıyla tartışıyor.

Merak

Freire’in eğitimle ilgili olarak belki de en önem verdiği konu, öğrencilerde doğal olarak var olan merak duygusunun eğitim süreci içerisinde zarar görmeden varlığını sürdürebilmesi, hatta daha da güçlenerek yaşamın her alanını sorgulayacak şekilde genişleyebilmesi. Bilim, makul oranda özeleştiri, şüphecilik ve itiraz olmadan gelişemez. Dolayısıyla öğrencilerin merakı, soru sorma istekleri, bunu yaparken kendilerini özgür hissetmeleri, söylenen her şeyden ve öğretilen her bilgiden şüphe duymaları ve kendilerini ifade ederek özgürce sorularını (özellikle “Ne?” ve “Neden?”) sormaları, sağlıklı bir eğitim için olmazsa olmaz koşullardır. Ancak bu şekilde insanlar edilgen birer kişi olmaktan çıkıp içindeki bulundukları toplumun bir öznesi haline gelebilirler. Eğitimin temel taşı meraktır ve insan, merakın kattığı enerjiyle harekete geçmeden, rahatsız edilmeden, zorlanmadan ne öğretebilir ne de öğrenebilir.

İdeoloji

Freire, her bilginin doğası gereği taraflı olduğunu, dolayısıyla eğitimin de içsel olarak ideolojik bir yapısı olduğunu belirtiyor. Öğrencilere gerçekliğin daha kapsamlı bir kavrayışına ulaşabilmelerini sağlayan eleştirel bir bakış yerine, dayatmacı ve ezberci bir müfredat seçiminin tam da varlığını gizlemeye çalışan bir ideolojiye hizmet ettiğini iddia ediyor. Biliyoruz ki ideoloji, bir gerçekliğin üstünü örtmek, gizlemek istenen şeyi gölgelemek ve karartmak için rahatlıkla kullanılabilir. Siste kalan bir ağacı ağaç olarak değil de gölge olarak görmek gibi. İşin daha trajik tarafı ise gördüğümüz şeyin gerçeğin çarpıtılmış bir versiyonu değil de gerçeğin ta kendisi olduğunu zannedip sonra da bunda ısrar ediyor duruma düşmemizdir.

Bu noktada Freire, şu yakıcı soruyu soruyor: “İnsanlar dünyayı bilmekten, dünyada eylemde bulunmaktan gelen özgürlükten neden korkarlar?” Yanıt olarak ise insanlar üzerindeki baskıyı yeniden üretmek için kullanılan ve kişilerin özne haline gelmelerinin önünde engel olan “efendinin içselleştirilmiş otoritesi”ni gösteriyor.

Öğretmen ve öğrenci rolleri

Freire, öğretmenlerin bilgilerin yalnızca aktarıcısı olmaları fikrini reddediyor. Bunun yerine öğretmenlerin tıpkı öğrenciler gibi bilgi üretme sürecinde aktif rol alması gerektiğini ileri sürüyor. Yeni bilgi üretmek için öğretmen ile öğrencinin, farklı iki kişi olarak öğrenme durumunda buluşması gerekir. Öğrenmenin başladığı yer, öğrencinin bildiklerini eleştirel bir gözle değerlendirmeye başladığı andır. Bu nedenle öğretmenlik eğitimi asla bir talim-terbiye anlayışına indirgenmemelidir. Bir öğretmenin, öğrencinin eleştirel bilincine ve yaratıcı kapasitesine saygı duyması ve bu kapasiteyi harekete geçirmesi gerekir.

Etik

Freire, öğrenme sürecinde savunulması gereken en temel zeminin etik kurallar olduğunu iddia ediyor. Öncelikle öğretmenlerin ırk, cinsiyet ve sınıf temelli ayrımcılıkla savaşma kararlılığında güçlü bir direnç noktası olması gerektiğini savunuyor. Beyazların siyahlardan, erkeklerin kadınlardan, şu ulusun bu ulustan, patronların işçilerden üstünlüğünü iddia eden her türlü argümana karşı çıkılması gerektiğini belirtiyor ve bu anlamda her türlü ayrımcılığı ahlaksızlık olarak nitelendiriyor. Ayrıca sevgi dolu cömert bir kalp, başkalarına saygı, hoşgörü, tevazu, hayattan zevk alma, yaşam sevgisi, yeni olana açık olma, değişimi kucaklayan bir duruş, mücadelede kararlılık, umut ve eşitliğe açıklık gibi birtakım nitelikleri ve erdemleri olmayan bir kişinin sağlıklı bir eğitimci olamayacağını iddia ediyor.

İnsanın tamamlanmamışlığı

Freire, ayrıca her insanın yapısal olarak her an her şeyi bilemeyeceğini, bu anlamda “tamamlanmamış” olduğunu, dolayısıyla her zaman öğrenmeye muhtaç olduğunu ifade ediyor. Buna göre öğretmenler de her zaman her şeyi bilemezler ancak her zaman öğrenme konusunda çaba içerisinde olabilirler. Bir eğitimci, yeni bir bilginin, bir zamanlar yeni olsa da şimdi eskimiş olan bir bilginin yerini aldığını ve yeni günle beraber bu yeni bilginin de eskimesinin mümkün olduğunu gösterebilir. Çünkü önemli olan, henüz bilmediğimiz şeyler olabileceği düşüncesine açık ve yeni bir şeyler üretme becerisine sahip olmaktır.

Doğru düşünebilme

Freire’e göre eğitimcinin görevi, sadece içeriğin değil, “doğru düşünebilme”nin öğretilmesinde de katkı sağlamaktır. Doğru düşünebilmenin şartlarından biri, insanın bildiğini sandığı şeylerden çok emin olmamayı başarabilmesidir. Sağduyu, hissetme, şüpheye açık olma, insanın hata yapabileceğini kabul edecek kadar tevazu gösterme, sağlıklı bir eğitim için şarttır. Kibirli, kendi kabullerine gereğinden fazla güven duyan kişinin öğrenmesi ve öğretmesi mümkün değildir.

Farklılıklar ve bizden farklı olanlar da saygıyı hak ederler. Bunun için kendi kimliğimize aşırı bir değer biçmenin risklerine karşı uyanık olmamız gerekiyor. Varlığımızı ben olmayanla kurduğumuz ilişki ile anlamlandırırız. Kendimizi dünyaya ve başkalarına kapatmak, noksan olduğumuz gerçeğini görmezden gelmek olur. İnsanın doğru düşünebilmesi için en etkin yok, kendisini farklılıklara açması ve yeni bir şeyler öğrenebilmesini engelleyen ezberlerini terk etmesidir.

Özgürlük ve Özerklik

Freire’e göre gerçek özgürlük hatta isyankâr özgürlük bile asla kamu düzeninin bozulması olarak anlaşılmamalıdır. Aksine toplumun iyiliği, susturulanların sessizliğinde değil, meydan okuyanların coşkusunda, cesaretlendirilenlerin şüphelerinde ve farkına varanların umutlarındadır.

Özgürlük, başka özgürlüklerle çatıştıkça ve anne-babanın, öğretmenin ve devletin otoritesine karşı kendini savundukça olgunlaşır.

Asıl amaç, otorite ile özgürlük arasındaki gerilimi, çelişkiyi yaşamak olmalıdır. Eğitimcilerin, öğrencilerin de kendi otoritelerini inşa sürecinde olduklarını unutmadan, öğrencilerin özgürlüğüyle ve özerkliklerinin gelişimiyle de doğrudan ilgilenmeleri gerekir.

Sonuç

Yaşam süremiz, hayatta her şeyi öğrenmeye yetecek kadar uzun değil. Dolayısıyla her bir zaman diliminde bilmediğimiz, öğrenemediğimiz bir sürü şey var. Öte yandan hayatta her an her şey değişiyor. Bildiklerimiz de saniye saniye güncelliğini kaybediyor. Dolayısıyla hayat yolculuğunda bilmek ve günceli yakalamak için sürekli bir öğrenme halinde olmamız gerekiyor. Her şeyi öğrenemeyeceğimize göre neyi, ne kadar ve nasıl öğreneceğimiz konusunda bir bilinç geliştirmemiz gerekiyor. “Ben hiçbir şey bilmiyorum, öğrenecek çok şeyim var” dediğimiz sürece hayatta gerçeğe yaklaşarak bizim için gerekli olan kritik bilgileri öğrenip ona göre güçlü ve bilinçli bir karakter oluşturabiliriz. Öte yandan “Ben her şeyi biliyorum, öğrenecek bir şeyim yok” demeye devam ettiğimiz sürece ise içinde bulunduğumuz bataklıktan kurtulma şansımız ne yazık ki yok görünüyor. Onun için başta kendim olmak üzere herkesten naçizane ricam, hiçbir zaman bildiklerimizi yeterli görmeyip bilmediklerimizin çok daha fazla olduğunun bilincinde olarak yaşam boyu öğrenmeye istekli ve aktif bir şekilde devam ediyor olmamız. Nihayetinde bizi kurtaracak olan şey bilgidir, bilimdir.


* Özgürlüğün Pedagojisi, Paulo Freire, Yordam Kitap, Çev: Gülden Kurt Gevinç, 2022

50% LikesVS
50% Dislikes

Leave a Reply