Yeşil Mavi

Güneş Uyanıker, Okur-Yazar

Kurak Günler’de Bir Yabancı

Film bir domuzun bir köyün sokaklarında arabalarla ve silahlarla kovalanması ile başlar. Sonraki sahnede ise köyde göreve yeni başladığını düşündüğümüz bir savcı görürüz. Savcı, köyde yaşanan bu uygunsuzluğa karşı buna sebep olan avukat Şahin için gözaltı kararı aldırır ancak öğreniriz ki Şahin, belediye başkanının oğludur ve gözaltına alınmaz.

                                                          —

Savcı her seferinde göle gider. Sanki çeşitli imkansızlıklar ve özellikle susuzluk içerisindeki bu köyde su onun ruhunu dinlendiriyor gibi…

Bu sırada gazeteci gelir. Çırılçıplak yakalar savcıyı ve filmin özetini yapar gibi konuşur. Bir önceki savcının köylüler tarafından benimsenmediğini ve gizemli bir şekilde gittiğini, kendisinin de dikkatli olması gerektiğini söyler ve uyarır.

                                                          —

Savcı, belediye başkanının evinde avukat Şahin ile rakı sofrasındadırlar. Obrukların yeraltı sularının tüketilmesinden kaynaklanıp kaynaklanmadığı konusunu tartışırlar. Kadehler kadehleri kovalar. Avukat Şahin, “Boğma rakı bu, iç!” diyerek savcıya bir rakı daha koyar. Savcı, sarhoş olmak üzeredir…

Bir ara savcı tuvalete gider. Koridorda duvarda asılı domuz avı fotoğraflarının arasında savcının yansıması görünür aynadan. Burada köylülerin, savcıyı domuzlar gibi zararlı, eğlenmek için vurulabilecek bir canlı gibi gördüklerini ima eder sanki yönetmen. Savcı, her an o çerçevedeki yerini alabilir…

                                                         —

Bir de gazeteci Murat karakteri vardır, sağduyusu gibidir filmin. O gece yapılan gürültüler nedeniyle komşusu avukat Şahin’in evine gelmiştir. Savcının birazdan kendisinin kalkacağını belirtmesi üzerine “Haklısınız, yanlış anlaşılabilir, davanın (su projesi) taraflarından biri sayılırsınız sonuçta” der. Gerçekleri dile getirir Murat, bir habercinin yapması gerektiği gibi. Sonrasında da yeraltı sularıyla ilgili raporları göstermesi gibi… 

Gazeteci gider. Sohbet koyulaşmaya başlar. Avukat Şahin, yeni ekip gelmiş diyerek hayat kadınlarından bahsettiğinde savcı anlamaz önce, ama anlamadığı da anlaşılsın istemez. Çünkü avukat Şahin’in hem samimi hem de saygılı olmaya çalışan tavrı, savcıyı tepkilerinde kararsızlığa iter. Savcının cevabı ise; “belki bizim de sermayemiz, saygınlık” olur.

Sonrasında savcı çok sarhoş olur ve kusar. Bu durum hem o gece gördüklerinden ve duyduklarından iğrenmesinin bir ifadesi gibidir. Hem de filmin kurgusu bakımından sarhoşluk üzerinden o geceyi savcı açısından muğlak yapmayı sağlamıştır.

                                                        —

Taşrada hem önde gelenlerden biri olup hem de okumuş olmak en tehlikelisi gibidir adeta. Bu özelliklere sahip avukat Şahin, planlar yapar ve uygular. Aslında çok basit planlar; sarhoş etmek vs… Savcıyı da kendisine benzetmek ister. Ava çıksın, kızlarla takılmak istesin ve su işini fazla kurcalamasın. Ama burada savcının bunları fark ediyor olması gerekmez mi? Nitekim “Planın beni sarhoş etmek dimi?” diye de sorar avukata. Sarhoş olmaması gerekirdi o gece. Diyelim ki hap koydular içkisine ya da bir hata yaptı. Bu kadar idealist yansıtılan bir savcı neden başkanın evinde daveti ve içki içmeyi kabul etti? Savcı film boyunca ikili bir yaklaşımla hareket eder. Olabildiğince her daveti, teklifi kabul etmeye çalışarak yerel halkla uyumlu olmaya çalışır ama ucunda ne olursa olsun uygunsuzluğu gördüğünde de ses çıkarır ve yetkilerini kullanmaktan çekinmez. 

O geceden sonra savcıyı evinde, yatağında sabah uyanırken görürüz. Boynunda bir kırmızılık vardır. Gazetecinin anlatımına göre o gece savcı başkanın evinin yakınında bir sokakta ağlamaktadır ve gazeteci onu evine getirip, duş aldırıp yatağına yatırmıştır. 

Sonraki sahnede Pekmez’e tecavüz edildiğini öğreniriz. Pekmez o gecenin ilerleyen saatlerinde yanlarına uğramış ve savcı hariç herkes ile dans etmiştir. Savcı ise Pekmez’in o gece gelişini ve olanları tam olarak hatırlayamamaktadır. Bunu duyan ve Pekmez’i koruyup kollayan çingenelerden biri, emniyetin önüne gelip “Müslüman mısınız, insan mısınız?” diye haykırır. Bu tepkisiyle filmde çevresinde olanlara sesini çıkaran üç kişiden biri olur. Diğerleri; savcı ve gazeteci. Kalanlar da olana bitene uyum sağlamayı ve boyun eğmeyi seçmiş gibidir.

                                                         —

Yönetmen Emin Alper filmin bir sahnesinde görünür, yine diğer filmlerindeki gibi. Bazı yönetmenlerin filmlerinde yaptıkları bu işleme, İngilizce’den geçen bir terim olan ‘cameo’ denir. Süsleme anlamına gelir. Yönetmenin arka planda görünmesi ve bir noktada toplumun yol göstericisi rolüne soyunması gibi.

                                                           —

Çingene kızı koruyan adam, savcıyı yolda görür ve kızla ilgilendiği için teşekkür eder. Savcı, odasına girer ve vantilatörde serinletir kendini. İçini soğutuyordur sanki. Verdiği (avukat Şahin’i) tutuklama kararıyla gurur duyar. Çünkü adaletin yerini bulması için kendince bir adım atmıştır.

                                                           —

Film boyunca birileri savcıyı gözetler, takip eder. Kentteki mobese kameralar gibi… 

                                                           —

Savcı sorgu sırasında çingene kızı Pekmez’e sorar: “Korktun mu? Benden mi korkuyorsun? Ben sana bişey yapmadım dimi?” Hem kendini sorguluyor hem de vakayı sorguluyordur aslında. Fail, sanık, zanlı, şüpheli iç içe geçmiş durumdadır. Sarhoşluk ve o gece içkisine hap atılma ihtimali, her şeyi birbirine karıştırmaktadır.

                                                           —

Bilinmeyen bir numaradan gazeteci ile ilgili fotoğraf ve video gelir savcıya. Bunları soruşturmaya başlar. Çünkü köylülerin dediği gibi Murat’ın ‘alemlerin gülü’ olup olmadığını merak eder. 

Hakime Hanım da savcının taşrayı küçümsemesi tavrından hoşlanmaz. Elini tutar. Sanki taşrada “her şeye alışık olmak gerek” der gibi ya da sakinleşmesini ister gibi. Anlarız ki Hakime Hanım da savcıyı pek yüreklendirmemektedir. Burada “savcı tamamen yalnız” mesajı verilir.

                                                            —     

Murat’ın yazdığı gazetede savcının su projesiyle ilgili soruşturma başlatacağı yönünde haber çıkar. Savcı, Murat’tan şüphelenir.

                                                            —

Bir şüphe daha düşer savcının aklına: Fare zehiri getiren köylü çocuk, savcıya anlatır: “Belediyeden dosyaları çalmak için Selim Amca’nın (belediye başkanı ve avukat Şahin’in babası) karısını ayarttı” der gazeteci Murat için. Aslında belki de bir güç savaşının ortasında gibidir savcı. Kime güveneceğini bilmez, normalde tespit edebilir ama o bulanık gece her şeyi zorlaştırır. İçki masası sembolik de bir şey. İşler halledilir, konuşulur, sonuçlandırılır. 

Savcı, gazeteci Murat’a güvenmekle güvenmemek arasındadır. Hesap sormak istemektedir: “Neden o geceyi seninle geçirdiğime inandırmaya çalışıyor, beni ikna etmeye çalışıyorsun? Güçlü insanları yanına çekerek. Rahmi Bey (eski belediye başkanı, gazeteciyi evlatlık alan kişi) gibi” dediğinde kavgaya tutuşurlar gölün içinde… 

Göldeki boğulma sahnesinde ahlaksızlığın sınırlarına geliyor hep hayalinde. O gece çingene kızla yaşananları, gazeteci Murat’la yaşananları hatırlamaya çalışıyor. Su berraklaştırıyor zihnindekileri yavaş yavaş.

                                                            —

Boynu kızarıyor. Her sıkıntılı vakadan sonra vücudu, yaşadıklarını somut olarak hatırlatmak istiyor ve iz bırakıyor gibi. Ruhunu sıkıştıran şeyler onu boğuyor ve boynu kızarıyor gibi. 

Sonraki sahnede yolda jandarma belirir. “Belediyenin su tankı devrildi, köy yolu mecburi yol” derler. Aslında bir metafor olarak da savcının olaylardan sıyrılması için çember iyice daralır. Tek yolu kalır: Gazeteciye güvenmek.

Hem muhalif olup hem ahlaksızlığın içinde bulunmak gibi bir pozisyonu var savcının. Köylüler tamamen düşman olur savcıya ve bidon atarlar arabasının üstüne. Su bir açıdan tüm bu olayların ortak noktası gibi ama diğer taraftan da sadece sudan bir bahane var gibi. Filmde tartışılan asıl konular olan ahlak, güç, saygınlık konuları ise tarih boyunca her dönem tartışılan konular aslında. 

Bu sırada Murat’la savcının yakınlığına ilişkin manşetler gazeteye yansır. “Artık tanığa da ihtiyacınız yok, şahide de” der Hakime Hanım, gazeteyi göstererek. Çünkü ‘bozacının şahidi şıracı’ pozisyonu olarak görür durumu. “Yeni dönem başlıyor, eski husumetleri bırakın” der. Çünkü seçimi yine iktidardakiler kazanır. 

Sonraki sahnede silah sesleri, seçim kutlamaları görülür. Savcı yine başladığı noktaya gelmiş gibidir. (Filmin açılışında da silah sesleri ve araba konvoyu vardı.) Uygunsuzlukları düzeltme güdüsü yine canlanır savcının. 

Bir yandan Murat’ın evi kurşunlanır bir yandan da kutlamadaki silah sesleri duyulur. Hangi birini tutuklatacak savcı acaba diye düşünürken biz, savcı bildiğini yapmaya devam eder ve avcıların hepsini cinayete teşebbüsten tutuklatma emri verir. O tektir! Karşısında ise tüm köylüler…

Fareler ile savcının bitirmek istediği suç düzeninin sahipleri, bir metaforun iki parçası gibidirler. Evindeki fareleri bitirmek istiyor savcı ama suçluları yakalatacak kanıtı bulamıyor bir türlü. Yani ses çıkaran fareleri duyuyor ama görüp bir türlü yakalayamıyor. Zaten fareleri bitirmek için de bir köylüden yardım istiyor. Onu düşman gören kişilerden birisinden! 

Sonraki sahnede çingenelerin çadırlarını yanarken görürüz. Film boyunca sanki görünmez bir iktidarın eli, tüm iktidar karşıtlarının üzerinde dolaşıyor gibidir…

Halk, su projesinin yani mevcut düzenin (iktidarın) planlarının devam ettirilmesinden yana. Su projesi bir simge aslında. Amaç, iktidarın el değiştirmemesi ve ‘köye yeni adet gelmemesi’. Çomak sokulmasın istiyorlar. Ama artık savcı tüm köylülerin düşmanı olmuş durumda.

Sonrasında tüm köylü, savcının kurtulmaya çalıştığı fareler gibi savcının evinin etrafını sarar. Savcı ve gazeteci evde mahsur kalır. 

Bu sırada Hakime Hanım, savcıyı telefonla arar ve son haberleri verir. Pekmez, ifadesini değiştirmiş ve kendisine saldıranın savcı olduğunu söylemiştir. Savcı açısından durum iki ucu da çıkmaz yol gibidir: Ya nezaret ya da halkın linçi…

Savcı ile Murat, evden bir cesaret çıkarlar kaçabilmek için. Çıktıklarında da filmin başında domuzları kovaladıkları gibi savcı ve gazeteciyi kovalarlar. Artık av olmuşlardır. Avcıların yeni eğlencesi ve hedefi olurlar. 

Bir süre sonra yaya olarak kaçmaya başlarlar. Ama yönetmen, önce domuzların ve sonrasında savcının av olma fikrini çok sevmiş olacak ki bir noktadan sonra avcıların filmlerdeki kötü adam kahkahalarıyla karikatürleştirir meseleyi.

Kovalarken avcılardan biri obruklara düşer. Bir bakarlar ki gazeteci ve savcı, koskoca obruğun öbür tarafına geçmişler o kısa sürede. Obruğa doğru koşarlar ki onları, açılmasına neden oldukları çukurlardan biriyle yani kendi silahlarıyla vursunlar. O kadar insanla da ancak öyle baş edilebilirdi zaten der gibi.

                                                           —

Film, muğlaklıklarda yaratılan gelgitlerle ilerleyen bir film. Tecavüz eden kim? İktidar cephesinde yer alan avukat Şahin mi yoksa köydeki herhangi biri mi? Gazeteci Murat ile savcı arasında bir yakınlık oldu mu, olmadı mı? Köyde aniden oluşan obruklar doğal mı oluşuyor yoksa yeraltı sularının kontrolsüz ve bilinçsiz tüketilmesinin bir sonucu mu? Savcı idealist biri mi yoksa bir günahkar mı? 

Film köyde geçtiğinden ister istemez sıradan bir köylü imajı çiziliyor. Bu noktada yönetmenin tavrını kestirebilmek güç. Köylüler düzenin değişmesini istemeyen, kendileri ahlaksızlık yapabilen ama yabancılara karşı ahlak bekçisi kesilen insanlardan mı oluşuyor yoksa onlar sadece gerçeklerin karşısında duran tüm kesimlerin temsili olarak kullanılan karakterleri mi? 

Sürekli “Ne demek istiyorsun sen?” diyor savcı, köyden farklı farklı kişilerle konuşurken. Sanki taşranın dilini anlamıyor gibi. Yabancı hep…

Savcı kendini uygunsuzluklardan ya da günahtan korumaya çalışırken birçok uygunsuzlukla itham ediliyor. Savcı için ise potansiyel suçlu avukat Şahin. Filmin önermelerinden biri de adalet için ne kadar uğraşmış olursan ol, bir gün sen de suçlular tarafına geçebilirsin. Savcı korkusuzlukla acemilik arasında sıkışmış gibi.

                                                           —

Sinemada taşranın ortası yok gibi. Ya çok karamsar, mutsuz ve küçük hesapların peşinde koşan insanlar var gibi gösteriliyor taşrada. Ya da komedi filmlerindeki gibi herkes al yanaklı, mutlu, gamsız karakterler olarak yansıtılıyor.

100% LikesVS
0% Dislikes

Leave a Reply