Yeşil Mavi

Ali Hikmet Alıcı, Öyküler

Yakan Adamla Kaçan Adam

Evden çıktım, bu kentten gitmeliyim. Kimsenin beni bulamayacağı bir yere. Harem’in yolunu tuttum. Girdiğim firmaya: “En erken hangi yöne araba var?” dedim. “Antalya’ya.” dediler. Bilet alıp bindim. Borçlarımı nasıl ödeyecektim? Nasıl kontrol edemedim kedimi? Bu kadın nasıl kontrolümü elimden almıştı? Arabada yıllar önce gazetede çıkan haberi ve zaman zaman önünden geçtiğim yanan evi düşündüm. Herkes sahibini arıyordu, apartman yapmak için. Sahibi takıldı aklıma, sevgilimin eski eşi. Kat karşılığı verse en az on daire verirler, diye düşünüyordum. Beş milyar kira geliri olurdu. Ama adamdan haber yoktu. Evdeki halim aklıma geldikçe kaybolmak istiyordum. Evdeki halim, son halim, yaşayan bilir cinsindeki halim.

***
İçeri girdiğimde parçalanmış kumanda, kırılmış tabaklar ve lanetler duymaya başladım. Geçtim karşısına, yüzünde öç almak için bekleyen bir mahkûmun derin bakışlarıyla karşılaştım.

“Ne oldu?” dedim.

“Elinin körü oldu. Erkek değil misiniz hepiniz aynısınız.”

“Ne oldu?” dedim.

“Hani tatile gidecektik? Artık ben bir şey istemiyorum, tatili de seni de. Ne güzel, yatağında nikâhsız bir kadın, oh! İsteyince yat, isteyince gez, isteyince at. Hep aynı şeyleri yapıyorsun.”

“Param yok, biliyorsun. Kredi kartlarımı ödeyeceğim, borcum altı miyarı buldu. Parayı nerede harcadığımız belli değil. Bir on günlük tatil için iki aylık maaşımı istiyorsun. Benim ondan sonraki durumumu düşünmüyorsun. Kahvede oturup bir çay içmeyi tatil yapacak ekonomiyle bir tutuyorsun. Biliyorsun ki evde oturmayı, el ele yürümeyi her şeyden çok seviyorum. Öyle bakıyorsun ki konuşmama gerek yok. Oysa yan odamızı bile tatil haline getirebilirdik. Sokakları değiştirip nice dünyalar yaratabilirdik.”

Pencereden dışarı baktığımda karşı evin balkonunda yedi yaşlarında mayolu bir kız, leğendeki suyu sıçratarak oynarken bir yandan da havlunun üstünde güneşleniyordu. Kolundan çekip pencereye götürdüm: “Bak, bak!” dedim. “Yaşamak, değiştirip dönüştürmesini bilmektir. Mekân değiştirmek değildir. Bu ev uğursuz dedin, evimizi üç kez değiştirdik. Evimde kiracı mutlu olurken ben başka evlerde seninle mutluluğu aradım durdum. Oysa kadınların hisleri daha güçlüdür sanırdım. Evet, sayende anladım ki kadınların tüketim hisleri güçlü. Amaçları kafalarının estiği gibi yaşamak… O zaman ne diye erkek seçersiniz, yanınızda sürekli bir erkek istersiniz, anlayamadım.” Üzerime saldırdı, kafamı çektim. Tırnakları boynumdan göğsüme indi, kollarını tuttum. “Seni şu gazetedeki ev yangınından tanımalıydım. Evi yanan zavallı adam belki şimdi yaşamıyordur? Halen herkes onun – benden çok az olan – borçlarından konuşuyor.”

“Sen başka kadınla fink at, gel burada zeytinyağı, ben hep senin pisliklerini temizleyecek su sanıyorsun.”

“Kendini anlatma, Ayfer’deyim dediğin gece… Lokantadan saat dokuzda çıktığında peşinden çıktım. Adamla yürüyüp yandaki otele gittin; geri lokantaya döndüm, oturup içmeye devam ettim. Öyle ya nikâhlı karım mıydın, sustum. Belki bir bunalım anıdır dedim. Taksiye atlayıp eve giderken ben de lokantadan çıkıyordum. Rahatsız etmemek için kapıyı açamayınca sızmışım. Sabah kapıcı uyandırdı. Kapıyı açıp banyoda elimi yüzümü yıkayıp çıktım. Berberde tıraş oldum. Artık yeter. Biriyle gitmek istiyorsan git tatile, beni arama.”

“Sen ne diyorsun ya, bunca yıldır ulan senin orospun muyum?” diye bağırıyordu. İtip, odanın kapısını çektim; çantama birkaç kitap, kağıt, kalem, yürürçalar (walkman) alıp çıktım.

***

Kaş’ta bir lokantadaydım. İçiyordum. Benim dışımdaki tüm müşteriler gitmişti. Garson lambaları söndürdü, patronu yolcu etti, bir şişe rakı alıp getirdi, “Çok kederli görünüyorsun?” dedi. Bundan sonraki içkiler benden olsun. Sohbete başladık. Ona, “Seni bir yerden tanıyor gibiyim.” dedim. “Benzetmişsindir” dedi. Ama yüzü yabancı gelmiyordu. Türkü söylemeye başlayınca bu O, dedim. Evet, O.

Hayat hikâyemin son gecesini anlattım. Nasıl oldu bilmiyorum, o hiç konuşmayan garson birden kendini anlatmaya başladı. Gözleri donuklaştı, çok uzaklara, anılarına daldı. Kelimeler şuursuzca dudaklarından dökülmeye başladı.

“Duygusal biriydim. Üzüntülerimde bile mutlu olmayı becerebiliyordum. Duygusallık yaşamımın kendisiydi. Hayallerimde bile gerçekten yaşıyormuş gibi heyecanlı ve doluksamaklı olurdum. Kötü yanı, baş ağrılarıma sebep olmasıydı. Baş ağrılarım, duygusal kırgınlıklarımın yansımasıydı. Şiddetli başlardı, kırgınlıklarımla baş edinceye kadar sürerdi. Mutluluğumu herkesin mutluluğunda arayandım. Başkalarının mutsuzluğu üzerine, hiç mutluluk düşlerim olmadı. Sadece güçlü olma isteğim kamçılandı. Ama bu güçlülük herkesin eşit olduğu bir güçlülüktü. Sevmelerim dokunmaktı. Birinin omzuna, eline, yüzüne, dokunmasam sevgimi verememiş gibi olurdum. Gözlerimle dokunmayı pek beceremezdim ya da kaçardım. Utanmak değildi bu kaçışlarım. Saklambaç oyunu gibiydi. Birazdan sobelenecektim.

Böyle yoğun duygularla eve doğru ilerliyordum. Eşimle olan sıkıntılara boğulacaktım. Kızımın sevgi dolu bakışları… Sakinleşecektim. Eve geldiğimde alkolün etkisiyle yerlerde yuvarlanmış gömlek ve pantolonumu asfalt yapmıştım. Kapıyı vurarak açtırdım. Benim halimi gören eşim olacak Nermin, kapıyı açıp gitti. Boylu boyunca yere serildim.

Kendime geldiğimde sabah oluyordu. Kapı açıktı. Yerde kusmuklar. Ayaklarımı karnıma doğu çekip ayağımla kapıyı iterek kapattım. Tekrar uyumuşum. Seslere uyandım, zorla gözlerimi açtım. Nermin Hanım banyodan süslenmiş, boyanmış çıkıyordu, podyumda yürüyecek sanırsınız. Üzerimden atladı. Kapıyı zorla aralayıp çekip gitti. Dalmışım, kendime gediğimde saat on’a geliyordu. Sürünerek banyoya gittim. Altıma kaçırmıştım. Zorlukla soyunarak sürüne sürüne küvete girip suyu açtım. Soğuk duş aldım. Başım zonkluyor, midem bulanıyordu. Elbiselerimi giydim. Mutfağa geçtim. Çöpler yerlerde, bulaşıklar yığılı, dolaptan ekşimiş yemek kokuları geliyordu. Su içtim. Bekârken bunun yüz katı daha temiz olduğumu düşünerek iç çektim. Mutfak tezgâhına pisleyen bir fare önlüğe tırmanıp mutfak penceresinden kaçtı. Bakakalmıştım. Tezgâhın üzerindeki siyaha çalan fare pisliklerinden tiksinerek salona attım kendimi.

Salondaki kapının camları kırılmış, pencere camlarından ikisi parçalanmış, yeni alınan koltuklar kesik kesik, kumaşları altından fırlayan süngerler… Oysa yeni moda diye zorla aldırılan koltuklardı. Çocukların odasına gittim, dolapların kapıları açık, elbiseleri boşaltılmış, yataklarına düşüp ne kadar ağladım bilmiyorum. Yatak odasına geçtim. Dün akşam uyumadığım yatağıma attım kendimi. Gözlerim aynaya takıldı, ne kadar çöktüğümü daha iyi anladım. Nasıl gelmiştim bu hale?

Kıskançlık krizlerinin etkisiyle her saat başı işyerimde miyim diye kontrol edilen ben, eve gelince bitmeyen sorgudan geçirilişimi düşünürken bugün konuşulmadan terk edilişimin notuyla bakışıyorduk. Yazılmış notu okumaya başladım.

“Çocukları anneme gönderdim, ben de bu kentten bir süre ayrılacağım, döndüğümde annemlere yakın bir ev tutup taşınacağım. Eşyalar sana kalsın. Bir iki giysi ve kitaplar var, onları sonra alırım, sen olmadığın zaman. Yüzünü görmek istemiyorum. Beni arama. Boşanalım. Çocukların vesayeti bende olsun. Sen de Allah’ından bul.”

Yataktan kalkınca fotoğraf albümünün yerde dağılmış olduğunu fark ettim. Fotoğraflardan birine gözüm ilişti, üzerindeki nota baktım, şimdi yazılanlarla karşılaştırdım. “Dünyanın en güzel kadınından, dünyada en çok sevdiğim, sonsuza dek seveceğim ve kölesi olacağım güzel insana öpücükler.” Evet, ne öpücüklerdi. Durmadan konuşan, her davranışımı yeniden yeniden yargılayarak aynı olay için yüzlerce kez ceza kesen, ‘öpücükler’ olmuştu. Bazı fotoğraflar ters ve delik delikti. Elime alıp baktığımda ben ve ailemden herkesin gözleri sigarayla yakılarak delinmişti. Evi incelemeye başladım. Çalışma odasına geçtim. Süs olarak koyduğumuz gaz lambasına, lüks’e ve kömür ütüsüne de bakınca birden beynim döndü. Evi yakmalıydım.

Mutfağa gittim, yeni alınmış ve hiç kullanılmamış beş kiloluk ayçiçeği yağını aldım, evin her tarafına döktüm. Gazete ve kâğıtları da yağladım, etrafa dağıttım. Kapı ağzına gelince bir kibrit çakıp çıktım. O gündür bu gündür burada garsonluk yapıyorum. Gördüğün gibi saç ve sakallarımı uzattım. Adımı kullanmadım, başka bir ad kullanıyorum.

Hikâyesi bittiğinde tahmin ettiğim kişi olduğuna emin olmuştum. Bundan sonra ben de onunla aynı yerde yaşamaya başladım. Zaman zaman gazetelerde kayıp ilanlarıma rastlıyorum.

50% LikesVS
50% Dislikes

Leave a Reply