Yeşil Mavi

Ali Hikmet Alıcı, Öyküler

Koku

Güneş daha belli belirsiz olmasına karşın sokak lambalarının puslu ışıkları çoktan kararmıştı. Evden çıktığımız andan bu yana annem yürüyüşünü hep daha da yavaşlatıyor, bense ona bir türlü yetişemiyordum. Üzerimdeki geyikli hırkanın altında terlediğimi hissediyordum. Göz ucuyla bana bakan annem terlediğimi fark etmiş olacak ki hırkamın en üstteki düğmesine elini attı. Sonra “Neme lazım, hasta olur sonra bu parasızlıkta.” diyerek beni sürükleyerek yürümeye devam etti.

İstasyonda birkaç kişi vardı. Demek ki bir önceki tren yeni geçmişti. Uyku sersemi gişe memurundan bir jeton aldık. Turnikelerin önündeydik, annemin zoruyla demirlerin altından geçerken bütün gözler üzerimdeymiş gibi hissediyor, kalbimin sesini kulaklarımla duyabiliyordum. Bir büyüsem, para kazanabilsem, jeton alabilsem ben de utanmadan bu turnikelerden geçebilecektim.

Biraz ileride mavi gözlü kadını gördüm, daha da yapıştım annemin eteklerine. Yan yana gelince hiç selamlaşmadan başladılar konuşmaya. Neden sonra mavi gözlü kadın saçlarımı okşamak için elini uzattığında kendimi geri çektim. “Elimi bırakma, babası kılıklı!” diye çıkıştı annem, poşetli eliyle de beni tutmaya çalışırken.

“Körle yatan şaşı kalkar kızım. Babası ne ki kendi ne olsun? Şimdikinin yanında mum kesmiş, diyorlar.” dedi kırıtan bir ifadeyle. Gülümsemesinde alay, bakışlarında kıskançlık belirtisi vardı.

“Yere batasıca…”

Bana bakarak  “Çocuğu göndersene” dedi.

“Allah göstermesin.”

Annem beni bir tek Yıldız Teyzeye götürürdü. Sevinerek giderdim. Yolda annemin arkadaşları olmazsa daha keyifli. Annem saçlarımı okşayarak benimle konuşur, babamı çekiştirmezdi.

Babam nasıl biriydi? Ona çok mu benziyorum? Anneannem neden babamı sevmiyor? Gerçi annem de sevmiyor ama anneannem kadar kızmıyor. Bir gün görür müyüm acaba? Babam, annemi sevmediği gibi beni de mi sevmiyor? Hiç soramıyorum ki, hemen kızıyorlar. “Konuşulmayacak!” diyorlar. Ama kendileri kızarak konuşuyorlar. Yıldız Teyze erkek olsaydı babam olur muydu? Ne iyi olurdu. Bir de şu şişko kadın bizimle olsaydı. Babamı hiç sormuyor. Gülümseyerek bana bakıyordu.

Anneme dönerek:

“Bugün yine o eve gidiyorsun. Çocuğu da götürdüğüne göre.”

“Evet.”

“Baş şampuanı ile yine tüm evi temizletiyor mu? Duyduğumda bir yaşıma daha girdim, demiştim.”

“Evet. Çamaşırın durulama suyuna bile biraz atıyor. Camları da şampuanla sildiriyor. Ama çocuğumu seviyor. İyi de para veriyor. Sürekli de.”

“Ne tuhaf insanlar var. Gittiğim bir kadın öğlene kadar tekrar tekrar camları sildirince, işi bırakmıştım. Hasta bu kadınlar.”

Trenin sesi duyunca annem yere bıraktığı poşeti eline aldı. Tren çoğu zaman dolu oluyor ve ayakta gidiyoruz. Sevmiyorum. Annemin kucağına oturunca dışarıyı seyrediyorum. İnsanların yüzlerini görüyorum. Hatta bazıları uzaktan gülümseyerek beni seviyor. Bir de sürekli hasta çocuğu için para toplayan kadına rastlıyoruz.

“Bu kadının çocuğu hiç iyileşmiyor mu?”

Şişko kadın: “Ben büyüdüm, yaşlandım ama bu kadının çocuğu hep sekiz yaşında.” deyince güldüler.

Trende oyuncak satan adama bakıyordum.

“Anne!..”

“Oğlum para yok. Dönüşte.”

“Ama dönüşte gerçek araba alalım. Tamam mı?”

Bir arabam olsa, şu kadını bindirmem, gülen Şişko teyze var ya onu hep bindiririm. O başka. Gülüyor. Güldürüyor. Anneannem niye böyle değil. Babam ne yapmış bunlara? Babam gelse, beni alıp gezdirse, lokantada birlikte yemek yesek, kucağına alıp havaya atsa, görseler… Mum olmuşmuş. İnsan hiç mum olur mu? Yalan söylüyorlar.

Bizi tanıyan kapıcı kapıyı açınca yine asansöre bineceğim geldi aklıma. Sevindim. Bizim evin de asansörü olsa her gün onunla oynar, katlar arasında dolaşırdım. Kapıyı güler yüzüyle Yıldız Teyze açtı. Elimden tuttu. Anneme “Oturma odasını önce bitir. Esma Hanım gelecek. Biz onunla otururken sen işini görürsün.” dedi.

İçeri geçtik, saçlarımı okşuyordu. Anneme çay demlemesini söylemişti ki zil çaldı. Esma Hanım gelmişti. O da Yıldız Teyze gibiydi. Beni kucağına alıp öptü. İndirirken: “Poşette ne olabilir? Bak bakalım.”

Uzaktan kumandalı arabayı görünce çok sevinmiştim. Koşarak Esma Hanımın bacaklarına sarıldım.

Yıldız Teyze, anneme bana yumurta pişirip portakal sıkmasını söyledi.

Annem sofrayı hazırlarken:

“Ne gereği var?”

Anneme kızdım içimden. Ama sofra kurulduğunda bana yumurta pişirmiş, portakal suyu da hazırlamıştı.

“Yıldız Teyze, bir yaşına daha girdim ne demek? Büyük insan bir yaşında olur mu? Mum kesti nedir? Neden her şeyi baş şampuanı ile yıkatıyorsun? Tuhaf ne?“

Gülerek başımı okşadılar.

“İlahi çocuk, bunları nereden çıkardın?”

Birden suskunluk oldu. Yıldız Teyzenin gözlerinden damla damla yaşlar iniyordu. Esma Hanım yanına sokularak sarıldı,

“Kendini bu kadar yok etme. Ölenle ölünmez.”

“Çok özlüyorum Esma. Sesi kulaklarımda. Şu şampuanın kokusuyla avunuyorum. Bu şampuanla hep yıkanırdı. Bu şampuan onun kokusu. Evimin her tarafını bu kokuyla dolduruyorum, yetmiyor. Dokunduğum her noktada onunla yaşıyorum. Yastıklar yüzü, bedeni oluyor…” Komodinin gözünden çıkardığı fotoğrafın arkasını göstererek okumasını istedi.

Esma Hanım bir süre bakakaldı.

Birkaç dize okuduktan sonra, haykıran bir edayla, sözcükler dökülmeye başladı dilinden:

Çılgınlaşırken

Adın türkü olur dudaklarımda

Rüzgâr içime çektiğim soluğun

Havalanıyorum

Gökyüzünde süzülen turnayım

Ellerin tüm sıcaklığınla beni okşuyor

Düşümden uyanamıyorum

Ne olursa olsun

Sevgimin derinliğinde kayboluyorum.

Yıldız Teyzenin sesi titriyor, konuştukları anlaşılmıyordu. Eve dönerken elimde çikolatalar, bisküviler, uzaktan kumandalı arabam vardı.

“Anne, anneannem Yıldız Teyze olsaydı.”

“O ne laf? Anneannen seni ne çok seviyor.”

“Ama babama kızıyor. Babam benmişim gibi bana kızıyor. Sen de öyle!”

100% LikesVS
0% Dislikes

Leave a Reply