Son zamanlarda sıkça kullanılan bir kavram var: Sürdürülebilirlik. Örneğin insanlar ara ara eline kitap alır okur. Bu çok olağan ve sıradan bir durum. Ama kitap okumayı sürdürelebilir bir alışkanlığa dönüştürmek başka bir şey. Ben küçük yaşta kitap okumaya başlasam da bunun alışkanlığa dönüşmesi Aziz Nesin sayesinde oldu. Bu nedenle Aziz Nesin’in bendeki yeri hep ayrı olmuştur. Okuma sayesinde çok farklı yaşamlara tanıklık eder, gözlem gücünüz artar, düşünme yetiniz gelişir. Tüm bu artıların yanı sıra Aziz Nesin mizah duygunuzun zenginleşmesine de katkıda bulunur. Günlük yaşama ilişkin gözlemlerini mizahla buluşturunca okumak sıradan değil, eğlenceli bir serüvene dönüşür. Bugün çok absürt gelişmeler için hala “tam Aziz Nesin’lik bir öykü”* diye boşa söylenmez. ‘İzahı olmayan durumları mizahla anlatarak’ Nesin, iç sıkıntılarla baş etmeyi, direnç kazanmayı da öğretir bize. Unutmayalım, insan iradesini hiçe sayan her türlü otoriteryen dayatmalara karşı en güçlü pan-zehir mizah ve özellikle kara mizahtır hala.
İnsan kişiliği, kimliği çok karmaşık örüntülerin bir sentezi. Kişiliğin oluşumunda önemli yapı taşları var farkında olduklarımız, bazen de hiç farkında olmadıklarımız. Aile gibi bilindik çevrenin dışında, arkadaşlar, komşular, öğretmenler, uzaktan bir akraba ya da tanımadığımız bir yazar, çizer, şair hatta tesadüfler, yaşam rotamızın belirlenmesinde etkili olabilir. Benim bireysel donanımlarımın alt yapısı kitaplarla kurduğum ilişkiden geçti çoğu kez. Nesin de bana okuma alışkanlığı kazandırarak yaşamıma çok yönlü dokunmuş oldu.
Evdeki küçük kitaplık, içi Varlık, Gösteri-Sanat dergileri, bolca şiir kitapları, klasikler ve Aziz Nesin’in kitapları ile dolu sihirli bir hazineydi benim için. Harçlığımla sadece kendime değil, arkadaşlarıma da kitaplar alırdım. Okuma alışkanlığı kazanabilmelerinin en kolay yolu, onları Aziz Nesin’in kitapları ile buluşturmaktı bana göre. Arkadaşlara, yeğenlere, komşu çocuklarına en çok ‘Şimdiki Çocuklar Harika’ kitabını hediye ettiğimi hatırlarım.
Aziz Nesin’in kitaplarını almamın bir diğer nedeni Çatalca’da yaptırılan Nesin Vakfı’ydı. Nesin’in kitaplarının arka sayfasında o zamanlar inşa ettirdiği ‘Vakfın’ fotoğrafları olurdu. Kitap gelirleriyle her yıl belirli sayıda kimsesiz ve yoksul çocuğun bakım ve eğitimlerini üstleneceği Vakıf. Kitapların yeni baskılarında Vakfın bitmeye yakın inşaat fotoğraflarını tuğla tuğla incelerdim. Satın aldığım her kitapta, çorbada tuz misali de olsa Vakfa katkımın olduğunu hissetmek beni mutlu ederdi çocukken. O dönem ‘sosyal sorumluluk’ deyimini bilmesek de Nesin, okuma alışkanlığının yanı sıra sosyal farkındalığımızı da arttırmış olurdu.
Edebiyat, ince bir işçilik. Her ince işçilik gibi de zahmetli. Dahası, düşünsel tarihimizde yazarlarımız, gazetecilerimiz, çizerlerimiz için ‘yazmak’ sadece kalem ustalığı değil, ağır bedeller ödenen, çileli bir uğraş. Yazılarından ötürü Nazım 15 yıla yakın hapis yattı, memleketinden sürgün oldu. Sabahattin Ali’ye kıydılar. Kemal Tahir, Orhan Kemal, A. Kadir, Enver Gökçe, Ahmet Arif, Rıfat Ilgaz gibi pek çok yazar için cezaevleri ikinci adresleriydi. Diğer yazar arkadaşları gibi Nesin de oldukça çileli zamanlar geçirdi.
Sadece edebiyatçı yönü değil, siyasi kimliği ile de önemli bir figür olan Aziz Nesin kim?
Aziz Nesin 20 Aralık 1915 tarihinde İstanbul’da doğar. Henüz 5-6 yaşlarında Arapça öğrenir, 8 yaşında hafız olur. İstanbul’da farklı okullarda okur, iki yıl Darüşşafaka Lisesi, ardından 1935’te Kuleli Askerî Lisesi’ni bitirir. Sonrasında Ankara’daki Harp Okulu’na devam eder, hatta II. Dünya Savaşı yıllarında subay olarak kıta hizmetlerinde çalışır. 1944 yılında köylülere ekmek dağıtması ve yasak olmasına rağmen erlere izin vermesi gerekçe gösterilerek askerlikten atılır. Ardından hayata tutunabilmek için çok çeşitli işlerde çalışır. Bakkal dükkânı açan Nesin bunda tutunamayınca, Karagöz gazetesinde, Yedigün, Millet dergisinde yazarlık, redaktörlük, yöneticilik yapar. Bu arada şiirleri öyküleri yayınlanır. Tan gazetesindeki köşe yazıları ile adını duyurur ancak 1946 yılında Tan gazetesinin yakılması üzerine işinden olur.
Aziz Nesin, Sabahattin Ali ile Marko Paşa adlı mizah dergisi çıkarır. Büyük ses getiren dergi dönemin politikacılarını eleştirmesi nedeniyle defalarca kapatılır. Bu baskı ve kapatmalara rağmen farklı isimlerle çıkardıkları gazeteler, dergiler geniş kitlelere ulaşır. ‘Nereye Gidiyoruz?’ yazısı nedeniyle, 1947’de 10 ay hapis, üç ay da Bursa’ya sürgün, 1948’de taşlama kitabı ‘Azizname’ nedeniyle dört ay hapis cezası alır. 1949’da ise Birleşik Krallık, İran, Mısır elçileri, Nesin’in bir yazısında kendi devlet başkanlarını aşağıladığı gerekçesiyle dava açarlar. Nesin, altı ay ceza alır. İsmi mimlendiği için Akbaba ve diğer dergilerde takma adlarla öyküler yazar. Yazılarında Ateş Sin, Ayşegül, Bahri Filbahri, Battal Bataner, D. Kırat, Daver Devletlü, Dr. Daim Derer, Fettane Şâtifil, Hakkı Haklar, Hasan Dene Gör gibi oldukça renkli 200’e yakın takma isim kullanır. Bir öyküsünde kadın takma isimle yazdığı için çok sayıda aşk mektupları ve evlenme teklifleri aldığını da eğlenceli bir dille anlatır.
İktidarın hem teşvik edip hem de sonunda ‘komünist komplosu’ olarak başkalarını suçladığı 6-7 Eylül olaylarına karıştığı gerekçesiyle tutuklanan solcular arasında yer alan Nesin, dokuz ay hapis yatar. Sonrasında Yeni Gazete, Akşam ve Tanin’de de günlük köşe yazıları yazar. 1962’de ‘Zübük’ mizah dergisini çıkarır. Kemal Tahir’le 1956 yılında kurdukları Düşün Yayınevi’nin 1963’te yanmasından sonra tek uğraşı olan yazarlığa döner. Görüldüğü gibi Nesin onu işten çıkarsalar da atsalar da yaksalar da yazmaya devam eder. İnatçı ve mücadeleci yönünü ‘En Uzun Maraton’ şiirinde anlatır. Kendini bir yaşam maratoncusu olarak tanımlar: yarışı asla bırakmayacaktır.
Eserleri yabancı dile en çok çevrilen Türk yazarlar arasındadır. Öykü, roman, şiir, gezi, söyleşi, mektuplar, köşe yazıları, çocuk kitapları ve tiyatro alanında 130’dan fazla eserle en çok üreten yazarlarımızdandır. Öykülerinde toplumun aksayan yönlerini mizahi bir dille kaleme alır. Nesin’e göre ‘dünyada yaşanan aptallıklar yeterince gülünçtür, mizah dünyamızı gülünç olmaktan kurtarır’. ‘Şimdiki Çocuklar Harika’, ‘Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz’ ve ‘Zübük’ en çok bilinen eserleridir. Zübük’le topluma ve bireylere ayna tutan Nesin, ‘hepimizin içinde zübüklük olmasa, birer zübük olmasak, aramızdan böyle zübükler çıkmazdı’ diye eleştiride bulunur. ‘Hepimizde birer parça olan zübüklük birleşip işte başımıza böyle zübükler çıkıyor. Oysa zübüklük bizde, bizim içimizde. Onları biz, kendi zübüklüğümüzden yaratıyoruz. Sonra, kendi zübüklüklerimizin bir tek Zübük’te birleştiğini görünce ona kızıyoruz’.
1970’lerin ağır kutuplaştırıcı, yıkıcı siyasi iklimi bir süre sonra şiddet sarmalına döner. Günde ortalama 15-20 gencin ideolojik nedenlerle birbirini öldürdüğü karanlık günler. Siyasi ortamın ‘bireyi’ yok eden, taraf olmaya zorlayan dayatması gençleri, ideolojik mikro güç ilişkilerinin kurbanı yapar. Ötekileştirme hiç hız kesmez hatta bundan Aziz Nesin de payını alır. ‘Aziz Nesin, Sen Nesin’ diye bir kampanya düzenlenir ona karşı.** Ülkedeki sağ-sol kutuplaşması kadar sol içindeki yıkıcı ayrışmanın da bir göstergesidir bu. Bazı küçük çevreler için devrimin eli kulağındadır, roman, şiir bunlar boş işlerdir. Şiddetin ön plana çıktığı bu sert siyasi iklimde edebiyat da geri planda kalır, hatta aşağılanır. Okul çevremde bana da ‘Sen hala Aziz Nesin mi okuyorsun?’ denilerek eleştirildiğimi hatırlarım. Çünkü yaşıtlarımın çoğu birey olmaktansa hızla bir fraksiyonun parçası olmayı yeğlediler. Çoğu için ‘Felsefenin Temel İlkeleri’ni okumak yetiyordu ezberlerine, devrimci alim olmaya. Düşünüyorum da iyi ki öncelikle kitaplarla tanışmışım. Siyasetin hoyrat doğasını ehlileştiren, düşünsel yetileri geliştirerek bireyin bir dava içinde yok olmasına engel olan bir damardı edebiyat; bu kaotik ortamda birey olarak kalabilmenin, ruh sağlığını koruyabilmenin adresiydi.
Yıllar sonra Mülkiyeliler Birliği’nde Aziz Nesin’le tanışmak çok özeldi. Askeri darbeye karşı çok ses getiren ‘Aydınlar Dilekçesi’ ile ilgili basına açıklamalarda bulunmuştu orada. Nesin’in başını çektiği bu dilekçe dilsiz toplumunun sesi olmuştu. Nesin, dünya çapında bir edebiyatçı olarak siyasetçilerde bile olmayan doğal bir dokunulmazlığa sahipti. Darbe sonrası Aziz Nesin ve ‘Gırgır’ dergisi ana muhalefet işlevi gördüler yazıları ve çizileri ile. Kenan Evren ne zaman bir demeç verse, ertesi gün Nesin, ona has kara mizahıyla cevabını verirdi. Ziya-ül Hak’ın öldürüldüğü gün, Kenan Evren ‘Aziz Kardeşim öldü’ diye bir taziye yayınladı. Ertesi gün Nesin’in ‘Evren’in Aziz kardeşi ben değilim’ mesajı, Evren’in karizmasının çizilmesine yetti kamuoyunda. Evren şehir şehir dolaşıp mitingler yapar, mitinglerinde ‘benim ölümümü isteyenler var’ diye şikâyette bulunurdu. Popüler bir şarkıdan esinlenen İlhan Selçuk da köşe yazısında ‘Seni Sevmeyen Ölsün Kenan’ diye yazmıştı. Çok gülmüştüm bu başlığa, anlaşılan cesaret gibi, mizah da bulaşıcıydı.
Nesin’in 75.yıl doğum günü Türkiye Yazarlar Sendikası tarafından beş bin kişinin katılımıyla Ankara’da kapalı bir statta yapıldı. Nesin’le aynı gün doğan benim için bu etkinlik ona olan vefamı gösterme için bir fırsattı. Koca stadın ağzına kadar dolu olduğu etkinlik, Aziz Nesin’e anlamlı bir sevgi gösterisine dönüştü. Yurt içi ve yurt dışından yazarlar, sanatçılar da katıldı. Yunanistan’dan ünlü besteci Mikis Theodarakis, Moskova’dan Resul Hamzatov kutlamada birer konuşma yaptı. Önceden severek okuduğum ‘Benim Dağıstanım’ kitabının yazarını etkinlikte görmek mutluluktu benim için. Berlin Duvarı yıkılmıştı ama Sovyetler Birliği henüz dağılmamıştı. İdeolojik kavramların, inançların, davaların alt-üst olduğu ilginç geçiş sürecinde sol yapılar da hızla çözülüyordu. O kutlamada yapılan konuşmalarda değişimi ve o değişime direnci görmek mümkündü.
Nesin muhalif, mücadeleci ve sözünü esirgemeyen duruşuyla yaşamında çok badireler atlattı. Hapisler yattı, işten atıldı, sürgün yedi. Bursa’daki sürgünlüğünü anlattığı öyküsünde, hiçbir şey yapamayınca peşindeki sivil polisleri inadına nasıl çamurlu sokaklardan geçirdiğini yazar mesela. Onu bir şey yıldıramadı ama 1993 yılında Madımak Katliamı çok derinden yaraladı. 78 yaşında, 35 insanın yanarak hayatlarını kaybetmesine tanıklık etmesi çok acıydı. Katliam ve bunun önlenememiş olması, bugün de vicdanları kanatmaya devam ediyor. Olaydan ağır yaralı kurtulan Nesin, ‘Bir devlet var diyordum ben. Bir devlet var. İyi-kötü, yanlış yapıyor-doğru yapıyor ama devlet var. Elbette bunu önleyecekler. Yanılmışım’ sözleri ile derin üzüntüsünü ifade eder. ‘Sivas Acısı’ şiirinde hançer acısına benzettiği bu acıyı bizim ora işi, tanıdık acı diye yazar. Sivas, yüreğinin onmaz acısı, beyninin dinmez sancısı olarak kalır Nesin için.
1995 yılında hayatını kaybeden Nesin törensiz olarak Vakfın bahçesine gömülür. Nesin’in ‘Bırak olmasın mezar taşımız. Bir okul bahçesine gömsünler beni, çocuklar koşsun üzerimizde’ diye yazdığı vasiyeti yerine getirilir. Evet, bu ülkeden bir Aziz Nesin geçti. Tüm ciddiyeti ile arkasında dev bir kara mizah külliyatı bırakarak.
Aziz Nesin Ustaya yazdığım şiirle vedalaşıyorum onunla:
‘Eylül’e darbe yapıp
Sonbaharımızı esir aldılar
Sarı sarı sarıdan zifiriye döndü ortalık
Nice Mamaklar doldu boşaldı içimize
Falakadan geçti düşünceler
Bağbozumunda sarıdan karaya döndü üzümler
Harmanlı’da
……………….
12 Eylül’ün karanlığında göz gözü görmezken
darbenin apoletlerini söküyordu Aziz Nesin
Hem de güle oynaya
…………………..
Kara mizahı ondan öğrendim
Henüz çocuk yaşımda
Ha bir de dost acı söyler, gider ayak
Aptal olduğumuzu da’
*Nesin Yayınevi, her yıl ‘Aziz Nesinlik Olay’ ödülü düzenlemektedir. Aziz Nesin Arşivi tweetlerinden bu haberlere ulaşabilirsiniz.
**Videoda 43.15‘den başlayan bölüm.
Leave a Reply