Yeşil Mavi

M. Cem Özmen, Okur-Yazar

Erkekler İçin Değişim Rehberi

Ya da erkekler için insan olma rehberi mi demek gerekir acaba?😊

Bizi ulaşmamız gereken yere götürecek tek yol, duygularımızın hakikatiyle olduğu gibi yüzleşmekten, gerçek olmamasını dilediğimiz durumlarda bile bu hakikati asla reddetmemekten geçer.

Bell Hooks


Şiddet karşıtı aktivist-yazar Barbara Deming, babasıyla ilgili şunları yazar: “Yıllar oldu. Bir hafta sonu şehir dışındaydık. Babam dışarıda kazma kürekle çalışıyor, bahçeyi düzenliyordu. Kalp krizi geçirdi ve oracıkta toprağa düştü. Yere, babamın yanına yarı uzanmıştım, kollarım vücudunu sarıyordu. O an hayatımda ilk kez babamın vücuduna gerçekten dokunabildiğimi fark ettim. Vücuduna sevgi ve kederle sıkıca tutunuyordum. Kederimin sebebi kısmen babamın ölüyor olmasıydı. Ama kısmen de babamın ölümünün daha özgür hissetmemi sağlayacağını biliyor olmamdı. Bu keder hakkında konuşmak benim için zor. Babamın iktidarının tehdidi altında hissetmediğim, ona rahatlıkla dokunabildiğim tek anın, onun yerde ölü olarak uzandığı an olması, benim için dayanılmaz. Buna benzer bir acıyı yaşamamış kadın azdır diye düşünüyorum.”

Gerçekten de hiç kimse bir “baba” sevgisine ihtiyaç duyan, bu sevgiyi arayan küçük bir çocuk kadar sevgiye aç değildir. Çocukların babası olmayabilir, ölmüş olabilir, bedensel olarak var olsa da duygusal olarak orada bulunmayabilir. Ama çocuklar kabul görmeye, tanınmaya, saygı ve ilgi görmeye özlem duyarlar. Bugün dünyanın hemen her köşesinde her gece milyonlarca çocuk açlık içinde uykuya dalıyor. Babalarının ilgisine aç olarak.

Barbara Deming, babasının ölümüyle ilgili anlattığı bölümün devamında korkudan bahseder. Ölüm, babasını kendisinden ulaşamayacağı yerlere doğru götürürken başından beri babasından onu uzak tutan şeyin korku olduğunu anlar: Babanın kızının yakınlığından korkması ve kızın babasına yakın olmaktan korkması. Korku, insanları hayatındaki erkeklere yakın olmaktan ve dolayısıyla sevgiden alıkoyar.

Geçtiğimiz aralık ayında kaybettiğimiz yazar, feminist, aktivist Prof. Gloria Jean Watkins, ya da bilinen ismiyle Bell Hooks, “Değişim İsteği: Erkekler, Erkeklik ve Sevgi” adlı kitabında bir kadın gözüyle erkekler ve erkeklik üzerine düşüncelerini anlatıyor. Hooks, özellikle ‘ataerki’nin bir çocuğun ‘erkek’leşmesi sürecini nasıl belirlediğini ve bu sürecin erkeklerin ve kadınların dünyasında ne tür etkilere yol açtığını tartışıyor.

Bell Hooks

Bell Hooks, kitabı yazarken en çok kendi yaşadığı deneyimlerden esinlendiğini söylüyor. Örneğin kendi erkek kardeşinden şu şekilde bahsediyor: “Erkek kardeşimiz küçükken evde sevgi dolu bir varlıktı; şaşkınlık ve sevinç gibi duygularını ifade edebiliyordu. Ergenlik döneminde ataerkil düşünce ve davranışlar, kardeşimi ele geçirdikçe kardeşim, şefkate ait duygularını gizlemeyi öğrendi. Zamanla hayatta kendi kendisine göre mi karar vereceği yoksa ataerkil ölçülere göre mi davranacağı çelişkisiyle boğuşma sürecinin haysiyetine verdiği zarardan ömrü boyunca kurtulamadı.”

Aynı şekilde annesiyle ilgili olarak da şunları söylüyor: “Annem, aslında babamla severek evlenmişti fakat zaman geçtikçe kendini cezalandırıcı, acımasız, sevgisiz, ataerkil bir adamla, kapana sıkışmış bir halde buldu. Ancak kontrolü eline tutması gerekenin kocası olduğunu, kendisinin de ona boyun eğmesi gerektiğini söyleyen ataerkil toplumsal cinsiyet rollerine inanan birisi olarak birlikteliklerini kırk yıldan fazla sürdürdü. Sonunda uyanıp kendisini suistimale uğramış, sevilmemiş birisi olarak hisseden bir eş olarak buldu. Uyanış anı, aslında güçlü etkileri olan bir kalp kırıklığı anıdır. Buna karşın uzun süreli evlilik ya da birlikteliklerde kalbi kırılmış olan kadınlar, eşlerini nadiren terk ederler. Bu kadınlar; çektikleri acılardan, şikayetlerinden, hoşnutsuzluklarından bir kimlik oluşturmayı öğrenirler.”

Deming ve Hooks’un sözünü ettiği durumların çoğu kişi tarafından yaşandığını biliyoruz. Erkeklik, erkek olma durumu, şu anda bütün dünya için ciddi bir probleme dönüşmüş durumda. Erkekler, genel anlamda yönetimleriyle ülkeleri cehenneme çevirirken toplumsal anlamda da başta çocuklar ve kadınlar olmak üzere dünyaya her şekilde eziyet etmeye devam ediyorlar. Bu yaptıklarının (yaptıklarımızın) onlara (bizlere) da mutluluk getirmediği ortada aslında. Ama verilen mücadeleler ve ödenen bedeller sonucunda çeşitli düzeylerde gelişmeler olsa da büyük resimde bu kısır döngünün hala devam ettiğini söyleyebiliriz.

Ben de Bell Hooks’un yukarıda sözünü ettiğim kitabı üzerinden konuyla ilgili görüşlerimi paylaşmaya ve ‘erkek’lik olgusunun toplumsal yaşamımızdaki etkilerinden yola çıkarak bu olgunun neden değişmesi gerektiğini tartışmaya çalışacağım.

Ataerki ve erkeklik

Toplumumuzda erkek bedenine ve ruhuna saldıran, yaşamı en fazla tehdit eden toplumsal hastalık ataerkidir. Ataerkil toplumsal cinsiyet rolleri bize çocukken dağıtılır ve bu rolleri en iyi şekilde icra edebilme yolları hakkında sürekli rehberlik yapılır.

Ataerki, erkeklerin kalıtsal olarak hükmeden olduklarını; zayıf olarak algılanan her şeyden ve herkesten, özelikle kadınlardan üstün olduklarını; zayıf olana hükmetme, onları yönetme ve bu hakimiyeti çeşitli biçimlerdeki psikolojik terörizm ve şiddet yoluyla sürdürme hakkının erkeklere bahşedilmiş olduğunu iddia eden bir politik-toplumsal sistem olarak tanımlanabilir.

Bell Hooks, ataerkinin erkek ve kadın olmak üzere bu rolleri insanlara nasıl kurumsal olarak dayattığıyla ilgili şu örneği veriyor: “Annem ve babam kilisede Tanrı’nın dünyayı ve dünya üzerindeki her şeyi yönetmek üzere erkeği yarattığını, kadınların işinin bu görevleri yerine getiren erkeklere yardım etmek, itaat etmek ve güçlü bir erkek karşısında her zaman alt bir rol üstlenmek gerektiğini öğrenmişlerdi. Onlara Tanrı’nın erkek olduğu öğretilmişti. Bu öğretiler, kilisenin yanı sıra okullar, mahkemeler, kulüpler, spor salonları vd. karşılarına çıkan bütün kurumlarca pekiştirildi. Çevrelerindeki herkes gibi ataerkil düşünceyi sahiplenerek çocuklarına öğrettiler. Çünkü bu hayatı düzenlemenin ‘doğal’ yolu gibi görünüyordu.”

Bell Hooks

Aynı şekilde çocukken kendisine bir kadının şiddete meyletmesinin yakışık olmadığı, ‘doğal olmadığı’nın öğretildiğini buna karşın erkek kardeşine farklı davranıldığından söz eder. Örneğin kendisine bir oyuncak alınmadığında öfkelenmesine izin verilmezken ağlamasının normal karşılandığını hatırlar. Buna karşın erkek kardeşi istediği oyuncak alınmadığı için öfkelendiğinde ataerkil ailedeki bir oğlan çocuk olarak ağlaması hoş karşılanmazken hiddetini ifade etmesinin iyi olduğu ancak bunun için en uygun ortamı öğrenmesi gerektiği öğretilir. Öfkesini ebeveynlerine karşı yöneltmesi iyi bir şey değildir. Ama aslında özünde hiddete izin verilir. Hatta bu öfkenin, kendisini şiddete yöneltmek üzere kışkırtmasına izin vermenin, evini, ailesini ve ülkesini koruması için yardımcı olacağı da öğretilir.

Ataerkinin erkekler tarafından dışa vurulmasına önem verdiği tek bir duygu vardır; bu duygu da öfkedir. Gerçek erkek deliye dönebilir. Ne kadar hiddetli ya da yıkıcı olursa olsun, delilikleri doğal görülür, hatta delilikleri ataerkil erkekliğin pozitif bir ifadesi olarak algılanır. Bizim kültürümüzde de örneğin ‘delikanlı’ ifadesi, hemen hiçbir yerde olumsuz bir anlamda kullanılmaz.

Aile içinde kadınların ve çocukların başlarına gerçekten ne geldiğini anlatmalarını engellemek, ataerkil kültürün devamlılığını sağlayan en önemli kurallardan birisidir. Babanın iktidarını korumak üzere bireylerin büyük çoğunluğundan -gizli bir şekilde- ataerkinin sırlarını tutması talep edilir. Bu sessizlik kuralı nedeniyle toplum, bu yaşananların temel nedeni olan ‘ataerki’ kavramının bile insanlara erişmesi engellenmeye çalışılır. Hooks’un da altını çizdiği gibi eğer bir sisteme isim bile konamazsa o sisteme meydan okumak da onu değiştirmek de oldukça zorlaşır.

Ataerkil ebeveynlik, erkeklere duygularını kelimelerle ifade etmeyi öğretmediği için erkekler ya haylazlık yaparlar ya da içlerine atarlar. Çok az erkeğe hissettiklerini, hissettikleri anda kelimelere dökmeleri öğretilir. Oğlan çocukları, çocukluklarının ilk yıllarında duygularını ifade edebilseler bile büyüdüklerinde hissetmemeleri ve kendilerini kapatmaları gerektiğini öğrenirler.

Ataerkiyi değiştirmeye çalışmayı ve ataerkiye meydan okumayı bilfiil seçmeyen hiçbir erkek, ataerkinin etkilerinden kaçamaz. En pasif, nazik, sessiz erkek bile ruhuna ataerkil düşüncenin tohumları yerleşmişse, şiddet kullanma noktasına varabilir.

Ergenlik ve ataerki

Çevremizde ergenlik yaşlarındaki çocuklarından şikayet etmeyen kimse yok gibidir. Aslında ergenlerin özellikle oğlan çocuklarının gösterdiği öfkenin çoğu, kendilerinden başka hiçbir duyguyu ifade etmelerine izin verilmemesine yönelik bir tepkidir. Öfke, anlaşma olanağınızın olmadığına ve anlaşılmaya değer olmadığınıza inanmanın verdiği ıstıraptır aslında.

Babayla bağ kurma arayışlarında hüsrana uğrayan oğlan çocukları, sıklıkla derin bir acı ve bunalım yaşarlar. Kendilerini yalnızlaştırmalarına, dünyadan yüz çevirerek müzik, televizyon, bilgisayar oyunları, cep telefonu vs.ye sığınmalarına izin verildiği için bu hislerini gizleme şansları olur. Hayal kırıklığına uğramış ergen bir erkeğin genellikle kederini yönlendirebileceği bir duygu kanalı yoktur.

Yetişkinlerin çoğu, ergen erkek öfkesinden ne kadar şikayet ederse etsin, kedere boğulmuş ve gözyaşlarını durduramayan bir ergen yerine öfkeli bir ergenle çok daha rahat başa çıkabilirler. Bu nedenle oğlan çocukları yasın üstünü öfkeyle örtmeyi öğrenirler. Oğlan çocuk ne kadar sorunluysa o kadar umursamaz görünür. Bağ kurma özleminin inkarı gerektiğinde duygusal olarak kapanmak, genellikle en iyi savunma yoludur.

Ergenler genellikle toplumda en sevilmeyen gruptur çünkü ergenlerden çoğunlukla korkulur. Bunun nedeni ise aslında ergenlerin, ebeveynlerinin ve etrafındaki dünyanın ikiyüzlülüğünü sıklıkla açığa vurmalarıdır. Ebeveyni ve toplumun tamamı tarafından terk edilen birçok oğlan çocuğu öfkelidir, ancak bu durum şiddet içeren davranışa yol açmadığı sürece kimse gerçekten bu öfkeyi umursamaz. Oğlan çocuklar öfkelerini alıp tüm gün bir bilgisayarın ya da telefonun başına oturur, hiç konuşmaz, hiç ilişki kurmazlarsa kimse umursamaz. Oğlan çocuklar, öfkelerini kontrol altında tuttukları sürece kimse umursamaz ama aslında sorun içten içe büyümektedir.

Ataerki, oğlan çocuklarının içinde öfkenin oluşmasını sağlar ve bu öfkeyi sonra kullanmak üzere saklar. İlerleyen zamanlarda çocuklar erkeğe dönüştüklerinde bu öfke sömürülmeye hazır bir kaynak halini alacaktır. Ulusal bir ürün olan bu öfke, emperyalizmi, nefreti ve kadın-erkek tüm insanların baskı altına alınmasını daha da ileri bir aşamaya taşımak üzere biriktirilebilir. Oğlan çocuklarının sorunları ya da uzlaşmazlıkları farklı yollardan çözmeye bile çalışmadan doğrudan savaşmak üzere dünyaya salınan erkeklere dönüşmesi için bu öfkeye ihtiyaç vardır.

Erkeklerin acısı

Ataerkil erkekliğe sıkı sıkıya bağlı bir erkek, kültürün dişil ve kadınsı saydığı her şeyden hem korkar hem de nefret eder. Ancak çoğu erkek hayatını, inancını ve eylemlerini yönetecek ideoloji olarak ataerkiyi bilinçli bir şekilde seçmemiştir. Aksine, içinde doğdukları ve kabul etmek üzere sosyalleştikleri ataerkil sistemden dolayı bu hale gelmişlerdir.

Erkekler, büyüme sürecinde gerçek duygularını gizlemeyi öğrenirken öfkelerinin, hissettikleri güçsüzlüğün üzerini örtmeyi de öğrenirler. Eril hakimiyeti sürdürme yolu olarak sahte bir benlik oluşturmayı öğrendiklerinde ise, sağlıklı bir şekilde haysiyet inşa edecekleri sağlam bir temelden yoksun kalırlar. Erkek olarak varlık göstermenin bir yolu olarak sürekli maske takmak, her zaman yalanı yaşamak, kimliğe ve esenliğe dair sahici bir algıdan sürekli mahrum kalmak demektir. Bu sahtelik, erkeklerin yoğun bir şekilde duygusal acı yaşamalarına yol açar. Erkeklerin egemenliğinin bu ritüelleri, acı ile uzlaşmalarına yardımcı olur ve yanılsamaya dayalı bir benlik algısının, yani sahtekar, yeni bir kimliğin oluşmasını sağlar.

Erkekler, erkeklerin değişmesini istemeyen bir toplumda acı çekerler. Bu toplum, erkeklerin erkekliği yeniden inşa etmesini ve erkeğin kadınlar ile çocuklar üzerindeki egemenliğinin sona ermesini istemez. Erkekler, çektikleri acının yoğunluğunu kabullenmek yerine saklarlar. Rol yaparlar. Güçsüz hissettiklerinde sanki güce ve ayrıcalıklara sahipmiş gibi davranırlar. Eril acının derinliğini kabullenmedeki acizlik, erkeklerin ataerkil erkekliğe meydan okumasını ve ataerkil erkekliği değiştirmesini zorlaştırır.

Erkeklerde zihinsel hastalıklara zemin oluşturan ve derin yaralar açan şey, duygu ve ruh dünyalarındaki bu bölünmedir. Sahte benliğe sahip kişiler sahtekar olmak zorundadır. Kendilerine ve başkalarına yalan söylemeyi öğrenen insanlar sevemezler, çünkü hakikati söyleme yetileri zarar görmüştür, dolayısıyla güven duymaktan acizdirler. Ataerkinin erkeklerde oluşturduğu psikolojik hasarın temeli budur.

Özsaygının sağlam olabilmesi için kişilikte ve davranışlarda bütünlük gereklidir. Birçok erkeğin özsaygısı azdır; çünkü cinsiyetçi erkek rolünü hayata geçirmek adına sürekli yalan söylerler ve sahte görünümlere bürünerek çevrelerini aldatırlar. Haysiyeti onurlandırmak, bütünlüğü hayata geçirmek için hakikatin söylenmesi gerekir. Bu yapılmadığında, erteleyerek ya da geciktirerek adeta sonuçlar herkes için daha korkunç bir hale gelir.

Birçok erkek bu bölünmüşlükle baş edebilmek için yaşamını kompartmanlara ayırır. Hooks, bununla ilgili şöyle bir örnek verir: “Pazar sabahı kiliseye giden, Tanrı’yı, Tanrı’nın sevgili kullarını sevdiğine inanan ancak pazartesi sabah şirketinin bölgedeki akarsuya zehirli atık politikasını sorun olarak görmeyen erkek tipine alışkınız. Dinini bir kompartmana, işini başka bir kompartmana yerleştirdiğinden bunu yapabilmektedir. Birçok erkek, kompartmanlara ayırmanın olumlu bir pratik olduğuna inanmak üzere toplumsallaştığı için bunu doğru bulur, rahat eder. Dolayısıyla tutarlılığı, kişisel bütünlüğü hayata geçirmek zordur, acı verir.”

Barbara Deming konuyla ilgili şöyle diyor: “Bence erkeklerin bu kadar şiddet uygulamasının nedeni, derinlerde bir yerlerde, bir yalanı hayata geçirdiklerini bilmeleri. Bu nedenle son derece kızgınlar. Bir yalanı yaşayarak mutlu olamayacakları için yalanın açığa çıkmasına çok kızıyorlar. Bundan nasıl kurtulacaklarını bilmiyorlar, bu nedenle bu yalana daha da gömülüyorlar. Birçok erkek için şiddet uygulayarak bağ kurdukları an, tek samimiyet, tek ulaşılabilir yakınlık, ıstırabın özgür bırakıldığı tek alan olabilir.”

Erkeklerin başkalarına uyguladıkları şiddet, çoğunlukla kendilerine yöneltilen ve kendi içlerindeki şiddetin yansımasıdır.

Öte yandan Hooks da kadınların erkeklere yaklaşımıyla ilgili şöyle ilginç bir tespit yapıyor: “Maalesef hepimiz, erkeklerle gerçekte hissetmediğimiz derinlikte samimiyetimiz ve yakınlığımız varmış gibi davranarak ataerkiyle gizlice anlaştık. Aslında kim olduklarına dair kesinlikle fikrimiz yokken erkeklere onları sevdiğimizi söyledik. Gözümüzdeki yerlerini söylemekten ödümüz koptuğu, aynı fikirde olmadığımızda uzaklaştırılmaktan, aforoz edilmekten korktuğumuz halde, babalarımıza onları sevdiğimizi söylüyoruz. Böylece hepimiz erkeklere her şeye sahip olabileceklerini hissettirerek ataerkil kültürle gizli bir anlaşma içine giriyoruz.”

Çoğu erkeğin başkasıyla samimiyet kurabilmesi için öncelikle kendisiyle samimi olması gerekir. Hissetmeyi ve duygularına vakıf olmayı öğrenmek zorundadır. Duygularını maskeleyen ya da bastıran erkekler aslında acıyı hissetmek istemez. Duygusal acı, çoğu erkeğin üstünü örttüğü, uyuşturduğu ya da tecrit ettiği bir his olduğu için hislere geri dönüş yolculuğu genelde acı çekme alanının üstünü örter. İyi bir şekilde korunan sır budur. Bir kadın eril acıya yaklaştığında, ardındaki duygusal kırılganlığı görecek kadar eril maskeye nüfuz ettiğinde, çoğunlukla öfkenin hedefi olur.

Ünlü bilge Dalai Lama, yaşantımızda şefkatin rolüne vurgu yapar: “Hayatlarımıza anlam katan temel şeylerden biri şefkattir. Süregiden mutluluk ve neşenin kaynağı budur. İyi bir kalbin temelinde de bu yatar. Herkese karşı gösterdiğimiz nezaket yoluyla, muhabbet yoluyla, dürüstlük yoluyla, hakikat ve adalet yoluyla kendi iyiliğimizi sağlarız. Kendi mutluluğumuz, başkalarının mutluluğu ile ayrılmaz bir şekilde bağlıdır. İnkar edilemez bir şey varsa bu, toplum acı çektiğinde bizim de acı çektiğimizdir. Bu nedenle diğer her şeyi reddedebiliriz; din, ideoloji, geçerli tüm bilgiler… Ama sevgi ve şefkatin gerekliliğinden kaçamayız. Bunun için tapınağa, kiliseye, camiye ya da sinagoga ihtiyaç yoktur. Karmaşık felsefeye, doktrine ya da doğmaya da ihtiyaç yoktur. Çünkü kalbimiz, kendi zihnimiz tapınaktır ve şefkat doktrinidir.”

Erkeklik ve duygusal istismar

Duygusal istismar, bir bireyin içsel benliğinin başka bir birey tarafından sistematik bir şekilde küçümsendiği ve yerle bir edildiği, süreklilik arz eden bir süreçtir. Kurbanın temel fikirleri, hisleri, algısı ve kişilik özelikleri sürekli olarak aşağılanır.

Farkında olmasak ya da bu şekilde adlandırmasak da duygusal istismarı aslında yaşantımızın birçok döneminde yoğun bir şekilde yaşıyoruz. Hooks, babasının davranışlarıyla ilgili şunları söylüyor: “Ailemizde babam her zaman öfkeli değildi ama şiddet içeren davranışlar sergilediği nadir durumlarda uyguladığı yoğun duygusal ve fiziksel istismar, herkesi kontrol altında tutardı. Herkes diken üstünde ve korku içinde yaşardı. Çoğunlukla soğuk, sessiz, ketum bir adam olan babam, sesini kızgınlıkla konuştuğunda bulurdu.”

Eril şiddet, tahakkümcü bir modele dayalı ilişkileri öğretme yoluyla sürdürür ve oğlan çocuklara hem kadınlar hem de erkekler aracılığıyla ulaşır. Pek çok kadın, oğullarının babaların, erkek arkadaşların, erkek kardeşlerin ve başkalarının ellerinde maruz kaldığı acımasızlığı öylece durup izler. Çünkü bu şekilde ataerkiye olan bağlılığı gösterdiğini düşünür. Bu tür davranış kalıpları, birçok erkeğin çocukken hissettiği kızgınlık ve öfkeyi içselleştirmesine neden olur. Bu kızgınlık ve öfke, annelerinin ataerki adına onları koruyamamış ya da duygusal bağlarını acımasızca koparmış olmasından kaynaklanır.

Birçok ergen oğlan çocuğu, ataerkil bir anneye karşı şiddet dolu bir küçümseme ve öfke hissiyle doludur. Çünkü ev dışındaki dünyada cinsiyetçiliğin annesini iktidarsız bıraktığını anlar ve annesinin evde kendisi üzerinde iktidar sahibi olmasını kabul etmek istemez. Ergen oğlan çocuk, annesinin evdeki otokrat yönetimini meşru bir iktidar olarak görmez. Ataerkil bir kültürde oğlan çocukları, erken yaşta annenin otoritesinin sınırlı olduğunu, iktidarının yalnızca ataerkinin emanetçisi olmaktan ileri geldiğini öğrenirler.

Bu konuyla ilgili Hooks şu gözlemleri yapıyor: “Annemiz, disiplin uygulama ve evi yönetme görevlerinin erkeğe ait olduğuna tüm kalbiyle inanıyordu. Babamız aşırı şiddet kullandığında bunu adeta onun hakkı olarak görüyordu. Onun ne kadar çalıştığını, ailenin geçimini sağladığını, neredeyse her gece evde olduğunu ve sırf bunun için bile ona saygı göstermemiz gerektiğini hatırlatırdı. Hükmetmenin erkeklerin hakkı olduğuna inanan birçok kadın, kendilerine ya da çocuklarına yönelik eril şiddete direnmemeleri gerektiğini düşünür. Bekleneceği üzere annem de dahil bu kadınlar, çocukları disiplin altına almak için şiddetin her biçimini kullanır. Yetişkin bir erkeğin öfkesinin hedefi olmaktan korkarak babanın hiddetini tetiklememek için çocuklarının mükemmel davranışlar sergilemelerini beklerler.”

Ataerkiyle ittifak halinde olan anneler, oğullarını doğru bir şekilde sevemezler. Çünkü ataerkinin onlardan oğullarını feda etmelerini isteyeceği bir an kaçınılmaz olarak gelecektir. Bu an, çoğunlukla ergenlikte, şefkatli ve sevecen birçok anne oğullarını güçsüzleştireceği korkusuyla onları duygusal olarak beslemeyi bıraktığında gelir. Duygusal bağın kaybıyla baş edemeyen erkekler, acıyı içselleştirir ve umursamazlık ya da öfkeyle gizler.

Erkekler ve cinsellik

Yakın ilişki kurmayı seçtikleri kadınlarla duygusal bağ kuramayan yetişkin erkekler, sevdikleri kişinin onları terk etmesinden korktukları için kendilerini sevme imkanı tanımaktan acizdirler. Tutkuyla sevdikleri ilk kadının, yani annelerinin, kendi sevgi bağına sadık kalmadığını düşünerek partnerlerinin aşka sadık kalmayacağına inanırlar. Bu nedenle yetişkinlik dönemlerinde kurdukları ilişkilerde çoğunlukla partnerlerinin sevgisini sınamak için sürekli olarak uygunsuz (saçma, garip, çelişkili, kıskançlık dolu vs.) davranışlar sergilerler. Bu sınama, aslında geçmişin yaralarını iyileştirmez, sadece yeniden canlandırır. Çünkü sonunda kadın sınanmaktan yorgun düşer ve ilişkiyi bitirir, böylece terk edilme tekrarlanır. Bu dram, birçok erkek için sevgiye güvenemeyeceklerinin doğrulanması anlamına gelir. Böylece daha güçlü olmaya, hakim olmaya inanmanın daha iyi olduğuna karar verirler.

Toplumsal ilişkilerde en büyük sorun olan konulardan birisi de cinsellik, özellikle de eril cinselliktir. Erkeklerin cinsel açlığa dair algısı ile erkekliğin onaylanması için sekse duyulan neredeyse zorunlu ihtiyaç, ömür boyu süren bir cinsel yoksunluk ve çaresizlik döngüsü oluşturarak birbirini besler. Toplumun öğrettiği şekilde herkesi kendine hak olarak gören erkekler, hayır dedikleri için kadınlara öfke duyarlar.

Korkunun, değersiz hissetmenin ve sevilemeyeceğini hissetmenin yarattığı acı yoğunlaştıkça, cinsel ilişkiye girme ihtiyacı daha saplantılı bir hale gelir.

Çoğu erkek kadınlara kızgındır. Halbuki erkekler doyum, özelikle de sonsuz cinsel doyum vaadini gerçekleştiremeyen ataerkiye içten içe duydukları öfkeyi kadınlara yöneltirler.

Medya erkekliği

Bugün kitle medyasında (televizyonlar, gazeteler vd.) sürekli erkek şiddeti ve hakimiyetiyle ilgili görüntüler yer alıyor. Terapistler, bu görüntülerin oğlan çocuklarına şiddetin çekici ve tatmin edici olduğunu öğrettiğini söylerler. Ancak bunlarla büyüyen oğlan çocukları ya da yetişkin erkekler bireysel olarak şiddete başvurduklarında, bu kadar şiddet kullanmalarının gizemli bir sebebi varmış gibi davranma eğilimi baskın çıkar.

Kitle medyası, çocuk ve yetişkin erkeklere ataerkil düşünce ve pratiğin kurallarını öğreterek hiç durmadan beyinlerini yıkama işini üstlenir.

Tüm dünyada terörist rejimler, insanların ruhlarını parçalamak için yalnızlaştırmayı kullanır. Yalnızlaşan ergen erkekler, kendi değerlerine ve itibarlarına dair algılarını yitirirler. Bunun sonucu olarak da içlerinde tehlikeli bir öfke ile dolaşırlar. Elbette ki her oğlan çocuğu büyüdüğünde cinayetle sonuçlanacak vahşi suçları işlemiyor. Ancak Hooks’a göre kimsenin dillendirmek istemediği bir gerçek var. O da; bu erkekler içlerindeki katili saklamayı ve genç, nazik görünümlü insanlar olarak davranmayı bir şekilde öğrenseler bile aslında hepsi potansiyel birer katil olmak üzere yetiştirilirler.

Kadın hakları mücadelesinin yükselmesiyle beraber yine de erkekler eski biçimiyle imkansız olan bir erkeklik kavramına bağlı kalmaya devam ettiler. Bu da fiziksel güç ve istismarcı psikolojik terörizm aracılığıyla hakimiyet kurma ve kontrol etme becerilerine daha fazla önem vermelerine sebep oldu. Artık ataerkil kontrolü sürdüremedikleri bir kamusal alanda (şirketlerindeki müdürler ve üst düzey patronlar kadın olabiliyordu, örneğin) ataerkil egemenlik ritüellerini özellikle özel alanda tam olarak uygulamaya başladılar. Sonuç olarak iş sahasındaki kadınlar lehine hayata geçen çeşitli değişikliklere rağmen kadınlara ve çocuklara yönelik eril şiddet vakaları artmaya devam etti. Başta televizyonlar olmak üzere kitle medyası eril şiddet üzerinde durdu ama eril şiddet ile ataerkiyi sonlandırmak arasındaki ilişki kurulamadı. Kadınlar üzerindeki eril egemenlik, sadece kitle eğlencesinin yeni bir biçimi haline geldi. Bugün televizyonların gündüz kuşağı olarak adlandırılan ve belki de en çok izlenen programlarının çoğu, kadınların ezilmişliği üzerinden rating yapan ama çözümden çok sorunları yeniden üretmeye yarayan programlardan (Müge Anlı programları vs.) oluşuyor.

Ataerkil dünyanın feminizme karşı savaşı sürdürmek için kitle medyasını kullanma biçimlerinden biri, şiddeti uygulayan ve kadın düşmanı olan erkeği hep sapkın ya da anormal olarak sunmaktır. Halbuki bu suçları işleyen insanların çoğu hayatımızın içindeler: Onlarla birlikte çalışıyor, onlardan hizmet alıyor, onlara servis veriyor, onlarla birlikte otobüste, yolda, restoranda, birlikte hayatı paylaşıyoruz.

Kitle medyası, aslında doğru ve güzel olmanın sanatını öğretebilecek güçlü bir araçtır. Aydın erkeklerin, kitle medyasını kendi kamusal seslerinin alanı olarak talep etmeleri ve erkeklere başkalarıyla nasıl bağ kuracaklarını, nasıl iletişim kuracaklarını, nasıl seveceklerini öğretecek ilerici bir popüler kültür oluşturmaları gerekir.

Erkekler ve iş bağımlılığı

Birçok erkeğin yaşadığı depresyonun büyük bölümü, kişiliğindeki bütünlüğün sağlanamamasından kaynaklanır. Her ne kadar erkekler sahte benlik oluşturmak ve bunları sürdürmek üzere toplumsallaşsalar da birçok erkek bir zamanlar var olan gerçek benliğini hatırlar. Bu kaybın anısı, benlikten vazgeçmeye teşvik eden dünyaya duyulan nefretle birlikte depresyonu doğurur. Bu da erkekleri işkolikliğe ya da madde kullanımına sürükler. İşkoliklik, erkekler arasındaki en yaygın bağımlılıktır çünkü genellikle ödüllendirilir ve duygusal dünyalarındaki problemlerin üstünü örter.

Birçok erkek işi kendinden, duygusal farkındalıklarından kaçma yeri olarak, kendisini kaybedip duygusal açıdan uyuşmuş şekilde çalışma yeri olarak kullanır. İşsizlik, duygusal yönden büyük bir tehdit gibi gelir; çünkü işsizlik, doldurulması gereken zaman demektir ama ataerkil kültürde çoğu erkek zamanın kendi ellerinde olmasını istemez.

Sosyolog Victor Seidler, “Erkekliği Yeniden Keşfetmek” kitabında boş zamanı olmasından duyduğu korkuyu ifade eder ve şu itirafta bulunur: Kendime zaman ayırmanın, günde bir saati bile kendime ayırmanın ne kadar zor olduğunu öğrendim. Her zaman yapmam gereken işler olmuştur. Kendime daha fazla zaman ayırmanın düşüncesi bile panik ve kaygı uyandırıyor.

İş, genelde erkeklerin duygularından koptuğu bir alandır. En güçlü anestezik kadar etkili bir uyuşturucudur. İşkoliklik, derin bir uykudur. Acı veren duyguları geçici olarak bilincinizden uzaklaştıran, kendiliğinden oluşan bir kendinden geçme halidir. Çevremizdeki işkolik erkeklerin duygu durumlarını da bu çerçeveden sorgulamaya ihtiyacımız var aslında.

Erkekler ve savaş

Savaş, hayatı sürdürme ve güvenliği sağlama stratejisi olarak başarısız olduğu halde ülkelerin liderleri, ölmekte olan ataerkiye yeniden hayat vererek insanları savaşa zorluyorlar. Savaşın cinsiyetlendirilmiş doğası, erkekleri yırtıcı avcı, kadınları ise av yapar. Savaşa ve savaşı mümkün kılan tüm düşünme biçimlerine son verme ihtiyacından bahsetmeden erkekler ve sevgiye, kadınlar ve erkekler arasındaki sevgiye dair bir şey konuşmak ne yazık ki mümkün değil.

Eğer insanlık olarak savaş ve savaşçıların bunca tehdidi altındaki bu gezegende hayatta kalacaksak, bu savaşçı modelini aşmak; doğaya, toprağa ve hayvanlara özen gösteren, uzlaştırıcı, eş ve çiftçi imgelerine değer veren bir yaşam modeline geçmek zorundayız.

Bu nedenle tüm erkeklerin sevmeyi öğrenebileceği bir kültür yaratılması için öncelikle ailenin tüm farklı biçimleriyle bir direniş alanı olarak yeniden tasavvur edilmesi gerekir. Çocukların, özellikle de oğlan çocuklarının yetişme sürecinin; şiddet ve ölümle alakalı erkeklik öğretisinin telkin edildiği bir dönem olmaktan çıkarılıp başkalarıyla kurulan bağdan, asli bir insani istek olan samimiyetten kaynaklanan keyfin öğrenildiği bir süreç olarak görülmesinin sağlanması gerekir.

Oğlan çocuklarının sevmesini mümkün kılacak kültürü oluşturmak için onlara sevginin verilmesi, ailenin birincil işlevi olarak görülmelidir. Sevgi dolu ebeveynler, oğlan çocuklarına katı cinsiyetçi rolleri dayatılmadığında çocukların kendileriyle ilgili kararlarını verirken tutkularına, isteklerine ve yeteneklerine göre aldıklarını göreceklerdir. Ataerkiyi sona erdirmeden, duygusal hayatlarını korumak ve sağlıklı bir şekilde yetişmelerini sağlamak mümkün değildir. Aksine ataerkinin varlığının devam etmesi, oğlanları sorunlu erkeklere dönüştürmek adına bir ruh katili ile iş birliği yapmaya devam etmek anlamına gelecektir.

Hooks kendi ailesinden verdiği örneğe devam ediyor: “Şimdi, kırk dokuz yıllık evliliğin ardından annem babama kızgın durumda. Mükemmel itaatkar eş şu anda, her ikisi de yetmiş yaşını aşmışken, babam duygusal açıdan daha verici olmadığı için mutsuz durumdalar. Annemin kızgınlığının ardında tüm hayatını mutlu etmeye adadığı erkek tarafından sevildiğini hiç hissedemeden her an ölebileceği korkusu yer alıyor. Aynen ataerkinin vaatlerinin gerçekleşmediğini düşünen erkekler gibi, annem de tutulmamış sözlerle ortada kaldığını, kendisinden beklendiği gibi iyi bir kadının oynaması gereken itaatkar rolü oynadığı halde ödüllendirilmediğini düşünüyor.”

Cinsiyetçi roller kadınların duygusal gelişimini her zaman desteklediğinden, kadınların sevgi yolunu bulması daha kolay olmuştur. Aslında kadınlar erkeklerden daha iyi ya da daha fazla sevmiyorlar. Ancak duygularına daha rahat başvurabiliyorlar. Çünkü ataerkil toplumun bu hali bile kadınların bu özelliğini destekliyor. Erkekler olarak bizlerin duygusal gelişimlerimiz konusunda ataerkil kültürden asla destek göremeyeceğimizi bilmemiz gerekir.

Ataerkil kültürde erkeklerin sevgiye yolculuğu zahmetsiz ya da basit olmaz. Kalplerini açmak ve sevgiyi bulmak için zorlu yollardan geçen kadınlar gibi, erkeklerin de bilinç yükseltmeye, destek gruplarına, terapiye, eğitime ihtiyaçları var. Duygusal acı çeken, duygusal olarak kapanmış erkekler, sevgisizliğin verdiği acıyla hasta düşmüş durumdalar. Aynen hasta ya da madde bağımlılığı söz konusu olduğunda yapıldığı gibi aslında sevdiklerinin olumlu müdahalede bulunmasına ve iyileşmeye ihtiyaç duyuyorlar.

Hooks bu konuda da şunları söylüyor: “Erkeklerin yıkımla meşgulken kadınların onları desteklemesinin makbul olduğu, hatta teşvik edildiği bir kültürde yaşıyoruz. Ancak henüz bir erkek şifa bulmak istediğinde, iyileşmek istediğinde, yaratmak için çalıştığında onu desteklememizi isteyen bir dünya oluşturmuş değiliz.”

Çözüm: Feminist erkeklik

Hooks, erkekler kadınlara hükmettiği sürece arada bir sevginin olamayacağını iddia eder: “Ataerkinin bizlere söylediği en etkili yalanlardan biri, sevginin ve hakimiyetin bir arada olabileceği yalanıdır. Çoğu erkek ve kadın buna inanmaya devam eder ama aslında sevgi, hakimiyeti dönüştürür. Erkekler benliklerini ataerkil çerçevenin dışında oluşturduklarında sevmeyi öğrenmek için ihtiyaç duydukları farkındalığı yaratırlar. Feminizm, kadınların ve erkeklerin sevmeyi bilmesini mümkün kılar.”

Yaşamın her alanında erkeklerin davranışlarından zarar gören kadınlar, zaman içerisinde bu acıları, kadınların özgürleşmesi için itici bir güç olarak kullandılar. Feminist düşünce ve hareket ilerledikçe aydınlanmış feminist aktivistler, sorunun erkekler olmadığını, sorunun ataerki, cinsiyetçilik ve erkek egemenliği olduğunu gördüler.

Feministler, ataerkinin erkek egemen kültürünü değiştirmek ve erkeklere farklı bir varoluş biçimi önermek için öncelikle tahakkümcü modelin birliktelik modeliyle değiştirilmesini öneriyorlar. Buna göre ataerkil erkeklik, erkeklere psikolojik olarak kendilerini erkek doğdukları için elde ettikleri -göreli de olsa- ayrıcalıklar üzerinden tanımlayan, narsist ve çocuksu kişilikler olmayı öğretir. Bu nedenle birçok erkek, bu ayrıcalıklar elinden alınırsa varoluşlarının tehdit edildiğini hisseder. Feminist aydınlanma tarafından önerilen birliktelik modelinde eril kimlik, aynen dişil kimlik gibi, özü itibariyle ilişkiselliğe eğilimli olan bir erdem kavramı etrafında şekillenir. Önerilen bu modelde kültür, erkeklerin saldırma isteği ile doğduklarını varsaymak yerine bağ kurma isteğiyle doğduklarını varsayar.

Feminist erkeklik, erkeklerin değerlerinin olması için yalnızca var olmalarının yeterli olduğunu, yani desteklenmek ve sevilmek için mutlaka birşeyler “yapmak”, “icra etmek” vs. zorunda olmadıklarını varsayar. Feminist erkeklik, kuvveti “birilerinin üzerindeki güç” olarak değil, kişinin kendinden ve başkalarından sorumlu olma kapasitesi olarak tanımlar.

Kadınların ve erkeklerin, kız ve oğlan çocukları üzerindeki ataerkil egemenliği sona erdirme kararlılığı, feminist politikanın özünü oluşturur. Hakimiyete ve zora dayanan hiçbir ilişkide sevgi barınamaz. Gerçekçi ve vizyoner bir feminist politika, insanları esaretten özgürlüğe, sevgisizlikten sevgiye götürür.

İyi erkek nasıl olunur?

Bugün insanların büyük çoğunluğunun çeşitli düzeylerde psikolojik sorunlar yaşadığını gözlemliyoruz. Bunların en önemlilerinden birisi olan depresyon, genelde yas tutma becerisinden yoksunluğun üstünü örter. Erkeklere yas tutacakları duygusal alan verilmez. Kız çocukları ve yetişkin kadınlar ağlayabilirler ve duygularını kolayca dışa vurabilirler. Ancak erkeklere hala içlerine atmaları, daha da kötüsü ağlayacakmış gibi hissettiklerini inkar etmeleri öğretiliyor.

Bu konuda Hooks’un çok ilginç bir gözlemi var: “Kilisenin siyah erkeklerin hayatında bu kadar önemli olmalarının nedenlerinden biri, kilisenin erkeklerin duygularını ifade etmelerine izin verilen mekanlardan birisi olmasıdır.”

Erkeklerin psikolojik ve ruhsal olarak büyümek için yas tutmaya ihtiyaçları vardır. Bir erkek, yas tutmasını sağlayacak duygusal yetisi engellendiğinde muhtemelen zamanda donup kalır ve büyüme sürecini tamamlayamaz. Erkeklerin değişmek ve tamamen dönüşmek adına eski benliklerinin yasını tutmaları ve doğacak yeni benlikleri için alan açmaları gerekir.

Erkekler olarak bizlerin iyileşmemize yardımcı olabilecek belki de en önemli kavram, adalet duygusudur. Aktivist-yazar John Stoltenberg, “Erkeklikten İyileşmek” adlı makalesinde ‘adalet’ kavramını ‘erkeklik’ten daha çok sevmenin hem saygın bir özellik hem de sağlıklı bir gelecek için vazgeçilmez olduğunu söyler: “Erkeklik kavramına bağlı olmayı benliğe tercih etmek, kaçınılmaz olarak adaletsizliğe yol açar. Adaleti erkeklikten daha çok sevmek, kişinin kimliğini benlikte -ilişkisel olarak, karşılıklı olarak ve gerçekçi olarak- yeniden konumlandırmasını sağlar.

Yine terapist Olga Silverstein, “İyi Erkeği Cesaretlendirmek” adlı kitabında özgürleşmiş erkeği şu şekilde tanımıyor: “Empati kurabilen ve güçlü, kendi başına hareket edebilen ve bağ kurabilen; kendine, aileye, arkadaşlarına ve topluma karşı sorumlu; bu sorumlulukların son tahlilde birbirinden ayrılmaz olduklarını anlama kapasitesine sahip kişiler.”

Erkekler kişisel bütünlüklerini hayata geçirdiklerinde tam ve bütün olmanın esnek olmayı öğrenmek, müzakere etmeyi, düşünce ve eylemde değişikliği benimsemeyi öğrenmek olduğunu kabul ederler. Kişinin kendini eleştirme, değişme ve başkalarının eleştirilerini dinleme yetisi, sorumluluk almasını sağlayan var olma koşuludur.

Yaşamımızdaki değerleri kabul etme veya seçme sorumluluğumuz var. Eğer pasif bir şekilde, düşünmeden kabul ettiğim veya benimsediğim değerlerle yaşarsam, rahatlıkla bunların sadece “benim doğrularım/doğam” olduğunu, sadece “beni ben yapan şeyler” olduğunu sanabilir ve seçme hakkımın olduğunu gözden kaçırabilirim.

Eğer değerlerin, seçimler ve kararlar doğrultusunda benimsendiğini kabul etmeye istekliysek, o zaman değerlerimizi gözden geçirip onları sorgulayabilir ve gerekirse değiştirebiliriz. Kişi olarak bizi özgür kılan şey, aslında sorumluluk almaktır.

Sorumluluk sahibi erkekler özeleştiri yapabilirler. Daha fazla erkek özeleştiri yapıyor olsaydı, başkaları tarafından, özellikle de yakın ilişki içinde oldukları kadınlar tarafından eleştirildiklerinde yaralanmaz, incinmez ya da mahcup olmazlardı. Özeleştiri, sorumluluk sahibi erkekleri hatalarını kabul etme konusunda güçlendirir. Başkalarına karşı hata yaptıklarında hatayı kabullenmeye ve telafi etmeye istekli olurlar. Başkaları onlara karşı hata yaptığında affedebilirler.

Kay Leigh Hagan, iyi erkeğin özelliklerini şöyle tanımlıyor: Tipik erkek davranışları sergilemezler. Konuşmaktan çok dinlerler; kendi davranış ve güdülerini değerlendirirler. Kadınların kültürünü araştırarak ve kadınları dinleyerek kadınların gerçekliği hakkında kendilerini aktif bir şekilde eğitirler. Başkalarına yönelik davranışlarını yansıtmak için kadınları kullanmaktan kaçınırlar. Hata yaptıklarında -ki mutlaka yaparlar- kendilerine yol göstermeleri için kadınlara danışırlar ve eleştiriyi minnettarlıkla karşılarlar. Ortamda kadınlar olmadığında dahi diğer erkeklerin kadın düşmanı davranışlarına müdahale ederler ve kendi benzer davranışlarını fark etmek ve düzeltmek için çalışırlar. Belki de en önemlisi; iyi erkekler, feminist bir pratiğin kendileri için değerini idrak eder ve savunurlar. Bunu siyaseten doğru olduğu ya da kendilerini kadınlara beğendirmek istedikleri için değil, eril ayrıcalığın onları hem bütün olmaktan hem de dünyayla ilgili hakikati bilmekten alıkoyduğunu anladıkları için yaparlar. Bu erkekler, erkeklerin değişebileceğinin kanıtıdır.”

Son olarak sözü yine Hooks’a bırakalım: “Kadınlar olarak sevgi vererek hayatlarımızdaki erkekleri koruyabileceğimizi düşündük. Bu sevginin, erkeklerin duygusal sistemlerini hedef almış zehirli saldırılarla, her gün yaşadıkları duygusal kalp krizleriyle oluşmuş tüm yaraları iyileştirecek ilaçlar olacağına düşündük. Fakat yanıldık. Bizler yol gösterebiliriz, yönlendirebiliriz, destekleyebiliriz ancak oğlan çocuklarının ve erkeklerin kendileri için yapmaları gereken şeyleri onlar adına yapamayız. Sevgimiz yardım eder ama tek başına onları kurtaramaz. Sonuçta oğlan çocukları ve erkekler, ancak sevme sanatını öğrendiklerinde kendilerini kurtarırlar.”

Burada belki bir kez daha altını çizmekte fayda var: Kadınların ataerkil kültürün kalıcı hale getirilmesi ve sürdürülmesinde oynadığı rolün açığa çıkartılması gerekiyor. Erkekler bu sistemde daha fazla ödüllendirilseler bile, ataerkil sistem, ne yazık ki kadınlarla erkeklerin eşit bir şekilde desteklediği bir sistemdir. Onun için ataerkil kültürü parçalamak ve değiştirmek, ancak erkeklerin ve kadınların birlikte yapması gereken bir iştir.

Bunun için biz erkeklerin bir an önce değişmeye başlamamız, kadınların ise çevrelerindeki erkekleri bir an önce değişmeleri için zorlamaya başlamaları gerekiyor sanırım😊

100% LikesVS
0% Dislikes

Leave a Reply