Yeşil Mavi

Öyküler, Saniye Kısakürek

Bekleyen

O gitti, sisli bir buluta tutundu. Günlerdir yağmur dinmedi. Yusufçuk kuşları da konmaz oldu balkonumuza.

Hep sordum. Sorularımı iplere dizdim. Gitti dediler. Başka diyecek birşey yokmuş gibi. Duvarlar üstüme geldi. O gidince bomboş bir ev oldu evimiz. Kapılar, insanlar daha da büyüdü gözümde. Yağmur kıvrıla kıvrıla yollarını çizdi yüzümüze. Annem günlerce pencereden baktı. Gelmedi bir haber. Bekledim durdum. Durdukça yoruldum.

Derken bir kalabalık, bir telaş. Kapımızın önü ayakkabılar, terliklerle doldu. Başın sağolsunlar, Allah sabır versinler döküldü sıra sıra ağızlardan. Sesler yağmur gibi çoğaldı. Annem duyulmaz oldu, gülmez oldu. Annemi aldılar, bir sobanın başına oturttular. Alnına bir yazma bağladılar. Sordum ama bir cevap alamadım. Büyüklerin cevapları hiç yoktu.

Ağlamadı annem. Camlara vuran yağmura baktı. İnledi, dizlerini dövdü. Başını sallayıp durdu, durdukça yoruldu. Yeniden acılandı, sarsıldı ama ağlamadı. Hep yağmurdan dediler.

Birkaç gün sonra yağmur dindi. Gökyüzünden bulutlar yavaş yavaş çekildi. Güneş dağların arasında kaybolmaya başladığında annemin yüzüne bir gölge düştü. Bakışları karardı. Uzaklardaki göl üzerine konan kuşların hareketiyle titreşimler oluşturdu.

Güneş batarken gölün üzerinde bir renk cümbüşü yarattı. Önce kızardı, sarardı, yeşillendi. Sonra karardı.

Sazlıkların arasında duran ördekler, kurbağalar ve türlü canlılar bu titreşimle sallandı.

Göl uyudu. Perdeleri kapattık, pencereleri görmeyelim diye. Beklemeyelim diye.

Beklemediler, kimse beklemedi. Ama ben bekledim. Durdum kapı önlerinde. Gittikçe azalan ayakkabılarda onun varlığını aradım.

Bir hüzün vardı evin duvarlarında. Şimdi bu hüznü hangi odaya doldurmalı…

Mevsim yaza döndü. Kalabalık yavaş yavaş dağıldı. Bir gelen bir daha gelmez oldu. Toprağı çatlatan bir sıcak geldi. Sanki bütün hüzünler kurudu bu sıcakta. Radyonun cızırtılı sesi öğleden sonralarını doldurdu. Çekirgeler de eşlik etti bu cızırtıya.

Sıcağın sessizliğine bakıp büzüldükçe büzüldüm. Gözlerim bir noktaya dikili. Bunca zaman nasıl bekledim O’nu?

Günler sonra sıcak, dumanlı bir tren yavaşça geldi, istasyonda durdu. Koştukça burnundan buharlar çıkan bir ata benzedi alaca tren. İstasyonda yolcularını indirdi. Kasabaya gelen yolcular çuvallara doldurdukları kışlık erzakları indirdiler.

O yoktu içlerinde. Beyaz beyaz bakmıyordu yolcular gibi. Trenin ufak pencerelerinden ellerini sallayan yolculara bakakaldım. Kalanlar gidenlere, gidenler kalanlara el salladı. Tren ağır ağır yol aldı raylar üzerinde. Kara dumanlar bulutlara karıştı.

Birşey bildiğim yoktu. Nereye gitmişti, anlamadım uzun süre. Annem yüzündeki yağmurları silse de ben bekledim pencerede. Durdukça yorulan bedenime aldırmadım. Vücudum ince bir tığ gibi uzadı. Artık ben de bakabiliyordum pencerelere. Bekleyip durdum.


Kapak görseli: Wassily Kandinsky

50% LikesVS
50% Dislikes

Leave a Reply