Yeşil Mavi

Ayşegül Ayman, Okur Söyleşileri

Serpil Orcan Ekinil: “Bambaşka bir dünyaya giriyorsun, onunla o seyahati yapıyorsun. Yoksa hakikaten okunmaz”

Okur Söyleşileri’nin ikincisinde konuğum, bu söyleşileri yapma fikrinin ortaya çıkmasına sebep olan Serpil Orcan Ekinil. Kendisi doktorasını yarım bırakmış bir kimya mühendisi, iki çocuk büyütmüş bir anne, şimdi de eşiyle birlikte Carlos’u(1) büyütüyorlar. Serpil çok okuyor ama daha önemlisi tutkuyla okuyor. Bana birkaç kez Stephen King’in kitaplarından bahsetti. O kadar detaylı ve içten anlattı ki bu anlattıklarını yazması, coşkusunu başkalarıyla da paylaşması için hepsi başarısız olan birkaç girişimde bulundum. O yazmayınca ne yapayım, ben onunla söyleşi yapayım bari dedim. İşte böyle doğdu Okur Söyleşileri, iyi de oldu. Serpil’le güneşli bir bahar gününde, Tommiks-Teksas-Zagor’dan yola çıkıp Erich Fromm’a, Alacakaranlık Kuşağı’na, Nazlı Eray’a, İhsan Oktay Anar’a ve tabi ki Stephen King’e uzanan, editörümüz Cem’in de bize katıldığı keyifli bir söyleşi yaptık.

AA- Serpil hoş geldin.

SOE- Hoş bulduk.

AA- Bu söyleşi fikrinin çıkması senin kitap okumaya ve bazı yazarlara olan tutkundan kaynaklandı. Seni ikna edemeyince bir şeyler yazmak için bari söyleşi yapayım dedim.

SOE- Teşekkür ederim.

AA- Ben teşekkür ederim, iyi bir şeye vesile oldu. Öncelikle şunu sormak istiyorum; sen kişisel olarak neden kitap okuyorsun? Ve sence biz insanlık olarak neden kitap okuyoruz?

SOE- Kitapla bambaşka hayatlara giriyorsun, bambaşka yerlere gidiyorsun. İnsanlarla empati kurmanı çok arttırıyor. İşte en son okuduğum kitap Massachusetts’te geçecek anladığım kadarıyla, konum değiştirmezse. Yazar, bir sokağı, görmediğim bir kasabanın tüm detaylarını bana anlatabiliyor. O hayata giriyorsun, o hayatı yaşıyorsun, normalde bu mümkün değil. Kitap o kişinin duygularını, iyi de olabilir, kötü de olabilir, yaşatıyor. İlk zamanlar Suç ve Ceza’yı okuduğumda çok etkilemişti beni. Bütün o vicdan azabını içinde duyumsatabiliyor. Yazar da çok önemli ama. Her kitabı okuyamıyorsun, üç, beş sayfa okuyorsun, kalıyor. Okuma tutkum benim öyle başladı.

AA- Değişik dünyalar, değişik duygular, değişik insanlar, değişik yerler…

SOE- Evet, mesela ilk babam bir seri almıştı bize, çok kimsenin bilmediği bir seri; Kare As. Dört tane kız var, Fransa’da geçiyor. Kızların biri esmer, biri kızıl, biri sarışın, öbürü kumral. Bu dört kız, aynen Sherlock Holmes gibi bir gizemi çözmeye çalışıyorlar. Kare As’ın öyküleriyle başladım diyebilirim, onu sevdiren de babamdı tabi.

AA- Bizim zamanımızda bu tarz çok vardı; Maskeli Beşler, Gizli Yediler.

SOE- Benimkiler daha eski.

AA- Dörtle başlamış, beş, yedi olmuş😊

SOE- Bir Fransız kadındı yazarı (Odette Sorensen), çok bilinen bir şey değil ama, orada bir kitabı okuyup bırakmıyorsun. Öbür kitapta yazılsın, çıksın, okuyayım hevesi başlıyor. On, on iki kitap vardı belki.

AA- Yani gündelik hayatımızın dışında bir hayatı…

SOE- Görmek…

AA- Sadece görmek de değil belki hissetmek iyi geliyor insana.

SOE- Tabii, onun duyguları senden farklı olabilir.

AA- İnsanların neden okuduğunu düşünüyorsun? Bir fikrin var mı?

SOE- Çok çeşitlidir insanların okuma sebepleri ama sonuçta bu noktaya gelirler bir şekilde😂😂

AA- Benim ikinci soruma da biraz cevap verir gibi oldun ama yine de sormak istiyorum. Ne zaman kitap okumaya başladın? Çocukluğundan itibaren mi yoksa sonradan edindiğin bir alışkanlık mı?

SOE- Çocukluktan, çok çocukluktan. İlkokuldaydım belki bu bahsettiğim kitapları okuduğumda. Bir de Tommiks, Teksas, Zagor’a çok merakım vardı, manyak gibi onları da okuyordum. Mesela annem onları okumamı çok eleştirirdi, babamdan o konuda hiçbir eleştiri almadım. “Oku kızım, ne okursan oku” derdi.

AA- Şimdi onu soracaktım gizli gizli mi okuyordun diye.

SOE- Yok, gizli okumuyordum ama annem çok söylenirdi, babam hiç karışmazdı.

AA- Baban seviyor muydu okumayı?

SOE- Çok seviyordu.

AA- Sen de okumayı çok seviyorsun, senin çocukların da seviyor mu?

SOE- Hayır, hayır…

AA- Çok net oldu bu😂😂

SOE- Onlar klavye çocuğu, belki online kitap çok yaygınlaşsa zahmet edip okurlar mı bilmiyorum ama ne yazık ki iki çocuğuma da geçiremedim.

AA- Şimdi biz daha büyükler olarak hep şikayetçi oluyoruz günümüz gençlerinden, çocuklarından, okumuyorlar diye. Sen nasıl gözlemledin kendi çocuklarında, neden acaba okumuyorlar?

SOE- Benim çok büyük bir kitap merakım olduğu için kitap fuarlarına giderdim, özellikle onların ilgisini çekebilecek kitap serilerini alırdım. Mesela Göbüş kitapları vardı, çok küçükken onları aldım. Kızıma dil öğrenmeye çalışırken İngilizce masallar kitabı aldım. Hiçbirinin yüzüne bakılmadı. Ben inceledim, kokladım; çok güzel kokuyordu, kuşe kağıdaydı çünkü😂😂 İnşallah seven bir çocuk bulursam, o kitaplar duruyor çünkü.

AA- Sen sanki Harry Potter serisini de onlara alıp kendin mi okumuştun?

SOE- Tabii, üniversitedeyken Amerikalı bir profesör karı-koca gelmişti. Çocuklarım olduğunu da biliyorlar, okurlar diye kaç kitabı varsa Amerika’dan getirmiş, burada belki çıkmamıştı daha. Evet hepsini ben okudum, kütüphanemin en nadide köşesinde duruyorlar😂😂

AA- Gençlerin herhalde dikkatlerini mi çekmiyor kitap ya da daha fazla dikkatlerini çeken bir sürü şey var, ondan belki

SOE- Mesela ergenliğe geldik, ‘Alacakaranlık Serisi’ni duydum, Stephenie Meyer’di galiba yazarı. O seriyi aldım, çocuklar başlar okumaya diye. Bir gün seyahate çıkıyordum otobüsle, okuyacak bir şey yok, şunların birini alayım yanıma dedim. O arada da filmi çıktı. Ben hep önce kitabı okurum sonra film gelir. Vampirlerin beyzbol oynadığı bir sahne vardı, bir taraftan okuyorum, bir taraftan bunun filmi nasıl çekildi merakındayım. Zaten çok çabuk bitti kitap, sonra kızımı aradım, “O sahneyi nasıl çekmişler?” diye😂😂 Hangi müziğin eşliğinde? Muse eşliğindeydi yanılmıyorsam.(2) O birinci film, sonra yönetmen değişti, sonrakiler o kadar iyi değildi, ama birinci film müziğiyle, yönetmeniyle, artistleriyle muhteşemdi.

AA- Çocuklar da onu tercih ettiler, kitapla ne uğraşacaklar!

SOE- Evet, kitabı okumadılar, ama yine de kitap çok farklı bir hikaye anlatıyor, film daha farklı bir hikaye

AA- Peki, çocuklara okutamadık yine, bir şekilde…

SOE-Kesinlikle…

AA- Biraz önce ‘Kare As’ serisinden bahsettin ama, onun dışında çocukluğundan itibaren ya da daha sonra sende iz bırakan hala hatırladığın bir kitap var mı?

SOE- Bir yaşa kadar Sherlock Holmes’ler okundu, Kare As’lar okundu, belli bir yaştan sonra öğrenmeye başlıyorsun edebiyatı; “şu yazarı da keşfedeyim”, “bunu da öğrenmem lazım” diye başka bir dönem başladı. Mesela o dönemde Dostoyevski…

AA- Lise’de mi okudun?

SOE- Lise yılları…

AA- İyiydi herhalde edebiyat öğretmenin.

SOE- Edebiyat öğretmenlerim çok süperdi. Okulumuz o konuda çok iyiydi. Aslında derste okutulan yazarı çok merak etmiyorsun, çoğu kere karşı durulanlar daha çok ilgini çekiyor. Ne bileyim film seyrediyorsun mesela kitabını da okumak istiyorsun. Mesela Dr. Jivago çok ilgimi çekmişti, kitabını okudum. O tür kitapları okumak, merak etmek… Mesela dönem kitapları, bir devrimi anlatan, içinde hikayeler olan. Ondan sonra Erich Fromm, Freud kitapları geldi. Bir dolu bir şey… Sonra ben, otuzundan sonra ‘best-seller’ denen şeyi keşfettim. Keşfettim ve çok mutlu oldum😂😂 Burun kıvırdığım, beğenmediğim, bu okunur mu dediğim kitapları okumaya başladım. Stephen King, tamam çok sevdim ama o bir tane, ona benziyor diye Dean Koontz okumalar falan… Hiçbiri tabi ki bir Stephen King değil. Hiçbirinin öykülerini de çok sevmedim ama o tadı alırım diye okumaya çalıştım. Bazıları gerçekten çok kötü çıktı, okumadım bile. Ama sonuçta ‘best-seller’ı keşfetmem enteresan oldu.

AA- Madem adı geçti, oradan devam edelim. Stephen King ile nasıl tanıştın?

SOE- Kule serisi ile tanıştım, ilk okuduğum kitabı ‘Kule 1’dir. Onunla başladım. Zaten ilk kitapta gayet naif başlamış bence yazar, bir başyapıt çıkartacağını düşünmemiş bence. Onun çünkü başka kitaplarında da küçük küçük hikayeleri vardır. Orada bir Roland karakteri vardır, Kule serisinin baş kahramanı. Ufak tefek, kasabadan yürür gider, hemşirelere rastlar, hemşireler iyileştirmek içindir ama minik minik böcekleri vardır hemşirelerin. O böcekler vücudunda, kanının içinde dolaşarak seni iyileştirir. Doktorlar böcektir aslında.

AA- Cem görüyor musun? İşte böyle anlatıyor, böceğine kadar hatırlıyor😊

SOE- Sonra Kule serisine girince, ikinci kitap ayrı bir dünya, üçüncü ayrı… Şimdi Taht Oyunları çok sevildi ya, dokuz kitap, onları da okudum. Ama Kule… Dizisini de seyrettim ama kesinlikle aynı şey değil.

AA- Kaç kitap Kule serisi?

SOE- Yedi. Kule’nin zaten bence filminin çekilmesi mümkün ama çok sağlam bir yönetmen ve ekip gerekiyor. Kule’nin birinci kitabının filmini çektiler, bir kere Roland’ı zenci yaptılar, orada bozuştuk. Benim okuduğum kitaptaki Roland beyazdı.

AA- Karakterlere de sahip çıkan okur…

MCÖ- Evet😊

AA- Peki Kule ile başladın, hepsini okudun mu, yedisini birden?

SOE- Yok hayır, Kule’de adamı (S. King) keşfedince hepsi bir arada gelmedi kitapların. Üç sene, beş sene arayla geldi. Ben de şöyle düşünmeye başladım; “Bu adam kim? Bunun beynini açıp benim incelemem gerekiyor. Bunları nasıl düşünebiliyor?” O zamana kadar basılmış ne kadar kitabı varsa aldım, onları okudum. Hepsini beğendim mi? Hayır tabi ki, ne yazık ki öyle bir yazar yok yeryüzünde.

MCÖ- Kule kitabının ilkini nasıl almıştın? Neden o kitap?

SOE- Best-seller olduğu için. Ama çok oldu ben onunla tanışalı, bende Kule’nin birinci baskısı var. Sonra o yok oldu, ikinci baskıyı buldum, hemen aldım. Yok olması da şöyle; ben çok okuduğum için çok dağıtırım. “Mutlaka oku” diye zorlayarak verdiğim için bende kitap durmaz. Çocuklarımın okumayı seven arkadaşları da kütüphaneme dadanmış durumda.

AA- Sonra devam ettin King okumaya…

SOE- Bütün kitaplarını okudum. Öykülerini, romanlarını, hayatını, çok ilgimi çekti.

AA- Ne tür kitaplar okuyorsun diye sormak istiyorum, az çok cevap verdin ama…

SOE- Hepsi var bende. Mesela King’i okurken arada Orhan Pamuk kitapları da gitti. Kızımın edebiyat öğretmeni de çok iyiydi, onun ödevlerine yardım ederken “Aa böyle de bir yazar varmış” diyerek okuduklarım da olmuştur. Mesela Yeşilçam filmlerinin pek çoğunun senaryosuna kaynaklık eden öykülerin sahibi Osman Şahin.

AA- Nasıl seçiyorsun okuyacağın kitapları?

SOE- Karşıma çıkar. Çok da seçici değilim yani. Bir de kitapçılara çok girip çıkarım. Kitabı alıyorum, önce arkasını okuyorum. O yazı cazip gelmişse bana, kapağı da önemli benim için. Sadece birisi tavsiye etti diye, sadece çok satan diye almıyorum. Özellikle arayış içinde bulduğum ne cevherler var benim, hiç adı sanı bilinmeyen çok kitap da okumuşumdur.

AA- Kitapçıları dolaşıyorsun o zaman?

SOE- Tabii, tabii bayılırım kitapçıya gireyim, biri beni sormazsa ben oradan çıkmam, çok hoşuma gider.

AA- Peki bu kadar okuduğun kitap içinde bazı noktaları ortaklaştırabiliyor musun? Ne tür özellikler hoşuna gidiyor senin bir kitapta?

SOE- Aslında bende öyle bir durum yok. Tamam King’e bayılıyorum, gerçekten adamın beynini merak ediyorum, nasıl bunları düşünüp bu kitapları çıkartabilmiş. Ama mesela hiç alakası olmayan bir kulvar; İhsan Oktay Anar. Onun da bütün kitaplarını okudum, altı kitabı var şimdiye kadar. En son Suskunlar çıktı, gittim ta Beylikdüzü’ne, adam imzaya gelmedi. Meğer hiçbir imza gününe katılmıyormuş, son derece bozuldum, kızdım. Belki kendisiyle tanışırım, biraz muhabbet ederim diye Beylikdüzü’ne gittim ama…

AA- Onun da beyni nasıl çalışıyor diye mi?

SOE- Onun da çok değişik. Bütün kitaplarını okuyunca aşağı yukarı bir fikir ediniyorsun. Mesela Orhan Pamuk’la da tartışmayı istediğim çok şey var. Keşke bir yakalasam da… Mesela ‘Yeni Hayat’da ben ne anladım, o ne anlatmak istedi, konuşabilsem.

AA- Orhan Pamuk’u da çok okudun herhalde değil mi?

SOE- Evet, bütün kitaplarını okudum. Yani, birbiriyle alakasız. Biri kütüphaneme baktığında “Bu ne!” diyebilir. Dün mesela Taş Ev diye bir yere girdik Cunda’da. Girişte kitaplar var, iki taraflı kitapları koymuşlar, misafirler açar okur diye. Eşim yukarıya odalara bakmaya çıktı, ben kitaplara baktım. Tam benim kütüphane gibi, karmakarışık! Her telden çalıyor ama şöyle bir baktım en az on beş tanesini okumuşum.

AA- Okumakla da kalmıyorsun, hepsini hatırlıyorsun, damarda dolaşan böceklere kadar😊

SOE- O mesela Kule öyküsünden değil. O karakteri bir şekilde beyninde yaratmış, Kule 1’i yazmış, ya bunun ikincisi de gelir derken yediye kadar gitmiş ve yedinci kitap şöyle kalın. Bunu bana nasıl okutabiliyor diyorsun ve okuyorsun.

AA- Mesela orada okuyucu olarak yakaladığın şey ne acaba? Akıcılık mı, gizem mi, sana o kitabı okutan ne?

SOE- Kule’yi anlatmak… Çölde adamın bir tanesi yürümeye başlıyor. O çölün özellikleri dünyaya da benziyor, dünya da değil gibi geliyor. Adam çeşitli kişilere rastlıyor, önce bir çocuğa rastlıyor. O çocuğun öyküsü anlatılırken onun ölmüş olduğunu anlıyorsun. Mesela Susanna’nın Şarkısı’nda Susanna çift karakterli, New York metrosunda birisi arkasından itmiş, bacaklarını kaybetmiş, çölde de tekerlekli sandalye ile ilerliyor. Hepsinin öyküsü birleşiyor ve hepsinin amacı Kule’ye gitmek. Bütün işi çözecek olan Kule.

AA- İşte o gizem mi acaba yakalıyor okuyucuyu? Onu merak ediyorum.

SOE- Ama şimdi yedinci kitapta Kule’ye gidiliyor ve onları kovalayan bir şey var.

AA- Yani yedi kitap boyunca Kule’ye gidiliyor ama Kule’de ne olduğu bilinmiyor mu?

SOE- Hayır, asla.

AA- Demek ki gizem herhalde yakalıyor okuyucuyu.

MCÖ- Orada bir heyecan var aslında, bir serüven var, seni daha çok içine alan o değil mi?

SOE- Tabii, akla hayale gelmeyecek yaratıklara rastlıyorlar, yani bir destan diyeyim ona. Okumak lazım.

AA- Belki biraz bu dünyanın dışında bir şeyler oluşu da okuru yakalıyor…

MCÖ- Fantastik bir şeyler…

SOE- Bana göre ölümden sonrayı anlatıyor. Ölümden sonra nasıl bir dünya olabilir demiş, cennete, cehenneme yer vermemiş. Böyle bir dünya olabilir diyerek bunu yaratmış. Zaten bütün çok sevilen yazarlar bir dünya yaratıyor; Orta Dünya mesela Tolkien’in. İhsan Oktay Anar’ın da bambaşkadır dünyası, haritasına kadar. King’de de böyle bir dünya var.

AA- Yeni bir dünya yaratmış olması cazip geliyor.

SOE- Tabii, bir de öbür tarafta ne var sorusunun cevabı hep merak edilir. Ama yedi kitabı okudum, Kule’yi yaladım yuttum, bir şey öğrendim mi? Hayır😂😂 İşte King’in mucizesi bu.

AA- Ne öğrenebilirdin ki mesela?

SOE- Ne bileyim, bir yere götürür mü seni acaba diye yürüyorsun onunla.

MCÖ- Mesela kitaba başlarken sonuna ilişkin bir beklenti var mıydı?

SOE- Hayır, hayır, kendisi de bilmiyormuş başladığında nasıl sonuçlanacağını.

MCÖ- Aslında oradaki dil, akıcılık, yarattığı dünya seni çekiyor, nereye götürürse götürsün.

SOE- Tabi, mesela Roland bir okyanus kıyısında, yengece benzer yaratıklar çıkıyor sudan, parmaklarını yiyor, falan filan. Böyle sürükleniyorsun…

AA- Zaten bir şey öğreneyim diye okumuyorsun o kitabı, o dünyaya girmek için okuyorsun.

SOE- Tabii, bambaşka bir dünyaya giriyorsun, onunla o seyahati yapıyorsun. Yoksa hakikaten okunmaz.

AA- Aslında bu dediklerini anlatan filmler de var. Hatta belki daha da fantastik, daha da etkileyici…

SOE- Onu da söyleyecektim, birçok filmi seyrettiğimde King’den araklamış deyip dönüp gidiyorum. Özünü ondan almış, değiştirmiş, farklı bir hikaye yaratmış.

MCÖ- Sonuçta o tarz bir filmi izlerken duyduğun heyecanı, aldığın keyif kitapta olmuyor muhtemelen değil mi? Daha başka bir şey…

SOE- Kitapta daha başka. Kitap çeşitli ayrıntılara girebiliyor. Mesela bunun örneklerinden biri, çok da sevilmiş bir filmdir; Esaretin Bedeli. Filmle kitap çok örtüşür, ama ben yine de kitabı tercih ederim. Roman değildir o zaten, bir öyküdür.

AA- Esaretin Bedeli’nin Stephen King’in öyküsü olduğunu biliyor muydun?

MCÖ- Yok

SOE- Otuz sayfalık bir öyküden o filmi çıkartmış, kurgu bire bir. Yeşil Yol da öyle, kesinlikle bire bir. Ama kitabı okuduğunda önce zenciyle tanışıyorsun mesela.

AA- Filmde belki daha dar bir bakış açısı olabiliyor; sonuçta sahne sahne çekiliyor ama kitap biraz daha dünyayı genişletebiliyor.

SOE- Evet, bir de yönetmene bakıyor. Birçok kişi bilmez Esaretin Bedeli ve Yeşil Yol’un King’in öyküleri olduğunu.

AA- Ben bilmiyordum, senden öğrendim.

SOE- Mesela Dolores Claiborne’u da Kathy Bates oynadı. Tam benim gözümdeki Dolores öyle biriydi, başkası olamazdı😂😂

AA- Peki King dışında çok sevdiğin yazarlar kimler?

SOE- Birkaç ismi konuştuk zaten. Mesela Kitap Hırsızı diye bir kitap okudum, yazarı Markus Zusak. Çok başarılıydı. Onun diğer kitaplarını da aldım, okudum. Mesela ‘Olasılıksız’ diye bir kitap vardı, Adam Fawer. Olasılıksız’ı okudum, üstüne Empati diye bir kitap, hep Olasılıksız’ı aradım onun kitaplarında. En sonunda Oz Büyücüsü’nü yazdı, bana göre batırdı, tüyü de dikti. Okudum, kötü mü değil, sonuna kadar okudum.

AA- Baya yazarı takip eden bir okur, peşinden gidiyor; “Ne yazdın başka? Ne yazdın, getir bakalım?”😂😂

SOE- Bir kitabını çok sevince deli gibi gidiyorum peşinden.

AA- Ben yazar olsam korkarım senden?

SOE- Niye?

AA- Ne yazdın getir bakalım, olmuş mu olmamış mı?

SOE- Takıntılı…😂😂

AA- Aslında kitaplarını okuduğumuz yazarlarla biraz iç içe de oluyoruz. Ayrıca günümüzde geçmişten farklı olarak, eğer hayattaysa yazarlarla iletişim kurma şansımız bile oluyor özellikle sosyal medya üzerinden. Yazarlarla ilgili bir sürü bilgi edinebiliyoruz ve bunların hepsi de olumlu olmayabiliyor. Şunu sormak istiyorum; yazdıklarını çok beğendiğin bir yazar hakkında olumlu ya da olumsuz bilgiler seni etkiliyor mu? Kitabı yazardan bağımsız düşünebiliyor musun?

SOE- Yok, kesinlikle etkilemez. Özel hayatında nasıl biri olursa olsun beni etkilemez, yeter ki iyi yazsın.

AA- Yani senin için önce kitap geliyor…

SOE- Evet, hayatı, kişiliği, cinsiyeti değil…

MCÖ- Sadece kitap geliyor😂😂

SOE- Kitabı buldum mu peşinden gidiyorum ama tabi her yazarın her kitabı muhteşem diye bir şey yok.

AA- Sen yazar olsan, nasıl bir okur tipi senin kitabını okusun isterdin?

SOE- Hepsi okusun, herkes okusun isterdim. Belki de bunu yapamayacağımı düşündüğüm için yazmaya girişmedim. Beni sadece toplumun elit kesimi okusun, anlasın değil, herkes okusun isterdim.

AA- Niye onu yapamayacağını düşündün? Yapılabilir bir şey.

SOE- Bir Stephen King olamayacaksam…😂😂

AA- Birkaç kez okuduğun kitaplar oldu mu?

SOE- Vardır tabi, olmaz mı? Ama anlamadığım için değil, çok hoşuma gittiği için. Anlamadığım kitabı zaten direkt bırakırım, hiç zorlamam. Mesela Orhan Pamuk’un ‘Kırmızı Saçlı Kadın’ını iki kere okudum. Orada bir kuyu kazma öyküsü var; bir kuyu ustası ile yanına çırak verilmiş bir genç. O kuyuya ben onlarla birlikte indim, o kuyunun içinden böyle yukarıya baktım. Çıkamamayı hayal ettim. Kuyunun içinde yaşattı beni o kitap. Orhan Pamuk’u çok sevmeyenlerde var belki ama o kuyunun içine sokuyor seni adam, daha ne yapsın?

AA- Dolores’in de (Claiborne) var bir kuyusu, kocasını attığı.

SOE- Evet, ama sokmadı beni o kuyuya. Adamı attı, kuyuda kaldı. Diğerinde çocuk kuyunun içinde, onun hisleri farklı. O kuyu ile öbür kuyu çok farklı😊

AA- Serpil, seninle konuşurken kafamda şunu çözmeye çalışıyorum; acaba hangi tür kitaplar bu kadar büyük bir okuma zevki veriyor? Vardığım sonuç şu oldu; bence kitapla ilgili değil, Serpil’le ilgili😂😂 Kitapta yaratılan dünyaya girmeye o kadar hazır ve istekli ki, bu okur olarak senin bir niteliğin. Tabi kitabın, yazarın da bir niteliği ama okurun da bir niteliği.

SOE- Anlatmadığı ayrıntıları bile kafamda yaratabiliyorum bazen, o kadar içine girebiliyorum.

AA- O dünyaya girme izni veriyorsun kendine.

SOE- Mesela ablamla bizim bir hikayemiz vardır; hala hatırlar herhalde. Ben ders çalışırken ya da kitap okurken yani okuma eyleminde bulunurken, yanımda, etrafımda kapı çalmış, biri gelmiş, biri gidiyor hiç fark etmem. Çok kızardı bana, çok sık hem de😂😂

MCÖ- Çok konsantre oluyorsun demek.

SOE- Bir de hiçbir şey bulamazsam ben bir ansiklopediyi alıp, ilginç bir konuyu açıp hiç rahatsız olmadan okuyabilirim.

AA- Her şeyiyle gerçek bir okuyucu.

MCÖ- Kesinlikle

SOE- Ansiklopedilerim var mesela, Yahudi Dünyası, Müslüman Dünyası, Budizm. Onları açıp okumak keyif veriyor bana.

AA- Serpil ne diyeyim sana…

SOE- Okudum onları da. Asistandım üniversitede bir satıcı geliyordu bize, ansiklopedi satıyordu. İnceledim, çok güzel ansiklopediler var. Mesela hiç alakam yok resimle, resim yapmayla, ünlü ressamların hayatını, sanatını anlatan altı ciltlik bir ansiklopedi, asla atılmadı o ansiklopediler. Benim maaş, taksitle de satıyordu, hep ansiklopediye gidiyordu. Bir de ‘Şeriat ve Kadın’ diye bir kitabım vardır, ‘Düşünce Tarihi’ diye bir kitabım vardır. Onlar kütüphanenin en görünür yerinde durur; ödev mi yapılacak çocuklara bir bilgi mi lazım, ilk o iki kitabı elime alırım.

AA- Senden sonra kimseyle söyleşi yapacağımı düşünmüyorum.

SOE- Abartma…

AA- Böyle bir okur görmedim, bütün benliğiyle okuyor.

SOE- Tuvalette boş kalsam deterjan kutusu okuyorum demiştim sana😂😂

AA- Söyleşinin başlığı belli oldu😊

MCÖ- Peki ben şunu merak ediyorum; bu kadar çok kitabı okuyup bir sürü şey alıyorsun, öğreniyorsun…

SOE- Burada bir birikim var.

MCÖ- Ne yapıyorsun onları? Birileriyle paylaşıyor musun, ne yapıyorsun?

SOE- Bu senin hayatına, kişiliğine, karakterine yansıyor, bir yerlerde karşına çıkıyor. Mesela geçen Okan Bayülgen’in bir programı vardı zehirlerle ilgili, profesörlerle muhabbet ediyorlar. Fugu balığını konuştular. Fugu balığında bir zehir var, tetradotoksin galiba. Aynı zehir bir örümcekte de var. Yeryüzünde böyle birkaç yerde bulunan bir zehir. Şöyle bir etkisi var, az miktarda aldığında ölmüyorsun ama bütün fonksiyonların duruyor, seni ölü zannedip gömüyorlar. O yüzden mesela Japonya’da fugu balığı yiyip ölen insanları dört gün sonra gömüyorlar, iyice emin olduktan sonra öldüğüne. Stephen King’in ‘Otopsi’ diye bir kitabı vardır; adamın biri golf oynarken bir örümcek ısırıyor, dediğim gibi paralize oluyor. Bütün kitap boyunca anlatılan şey, adamın ölü sanılarak otopsi masasına konmasından o odadan yürüyerek çıkana kadar geçen zaman.

AA- Adam mı anlatıyor?

SOE- Tabii, aslında canlı. Y yarığı yapılacak, tepsi hazır, doktor hazır. Tüm kitap boyunca sadece bu iki dakikayı anlatıyor ve sana da yaşatıyor. Kesecek, bitti, öldü…

MCÖ- İşte sonuçta, böyle bir sürü bilgi, hayal sende birikiyor. Sonra ne oluyor onlar?

SOE- İhsan Oktay Anar’da rastladım aynı öyküye. ‘Puslu Kıtalar Atlası’nda yeşil bir sıvı var. Üç-dört damla suya koyup içiyor onu ve istişareye yatıyor. Rüyasında dünyayı dolaşıyor, uyanınca da atlas çiziyor. Öykü böyle. Bunun oğlu var; Bünyamin, babasının onu içtiğini görüyor. Merak edip o da içiyor. Sabah Bünyamin’in ruhu çıkmış vücudundan, ölüsünü görüyor, dönemiyor bir türlü, başında babası çırpınıyor. Bunu bir güzel yıkayıp gömüyorlar. Baba çok sinirleniyor, zehri alıyor –o da tetradotoksin- ceviz ağacının dibine döküyor. Bünyamin mezardan kurtuluyor sonunda, onun hikayesi devam ediyor. Gelelim biz ceviz ağacına. Ertesi sene meyve verdiğinde eğer bir çocuk o cevizden yerse çok güzel sakinleşiyor, uykusu düzeliyor. Cevizin ünü bütün İstanbul’a yayılıyor, herkes o cevizden almak istiyor. Padişah bunu duyuyor, ağacı kökünden kestiriyor. Öykü öyle devam ediyor, bu küçücük bir yeridir kitabın.

AA- İşte bunların hepsi sende var şimdi; bu öyküler, karakterler… Bunları ne yapıyorsun diyor Cem?😊

SOE- Hepsi bende, kimselere vermem😂😂

MCÖ- Bir şekilde bir yerlere aktarıyor musun, yazıyor musun?

SOE- Birikiyor, birikiyor. Benimle birlikte hepsi gidecek. Şu da var tabi; şimdi ben bunları okuyorum, çok enteresan geliyor, arkadaşlarıma anlatıyorum, eşime anlatıyorum, çocuklar okumasa bile zorla anlatıyorum, dinleniyor da, kimse “Hiç ilgimi çekmedi, anlatma, ne bu?” demiyor. Alıyorlar yani onu, en azından ben böyle bir taşıyıcıyım.

AA- Bu arada Ishuguro’nun böyle başlayan bir öyküsü var; “Fugu, Japonya’nın Büyük Okyanus kıyılarının açıklarında yakalanan bir balıktır. Bu balığın, annem fugu yemekten öldüğünden beri benim için özel bir anlamı vardır.” diye başlayan bir öyküsü var.

SOE- Onu da okumam lazım, bak onu okumamışım.

AA- E-kitap okuyor musun?

SOE-Hayır, mutlaka dokunacağım, koklayacağım. Hele böyle sarı olursa, eski kokarsa, tozlu falansa…😊 Böyle seviyorum, e-kitabı da okumam diye bir şey yok, okurum ama…

AA- genelde bizim yaş grubumuzun düşüncesi böyle, “okurum ama tercih etmem”

SOE- Zaten okuduğum kitapların çoğu bende yok. Mesela bir dönem Nazlı Eray çok okudum. O da çok değişik yazar. Dayısı erir yağmurda, ızgaraların arasından akar gider; çok değişiktir. Onun tarzı yabancı yazarlarda rastladım ama Türkiye’de yok. ‘Yoldan Geçen Öyküler’; kitabın adı bile güzel.

AA- Ne güzel gerçekten.

SOE- Öyle ama gerçekten, işte bakıyorsun burada gördüğün her insanın bir romanı, bir hikayesi var.

AA- Peki, bir mühendis olarak sana bir sorum var. Sizin kafa yapınız biraz daha analitik oluyor bence, bunu bir tarafa koyalım. Öte yandan edebiyatın da çok içindesin. Sadece okuyucusun ama aktif bir okuyucusun. Okumakla yetinmeyip bir adım daha atıyorsun, o kitabın içine giriyorsun. Şimdi o analitik bakışla değerlendirdiğinde edebiyat sana sadece ilhamla yapılan bir yaratı gibi mi geliyor yoksa hesaplı, kitaplı…

SOE- Hesaplı, kitaplı, mühendislik işi aslında. Bazen mesela King’e çok kızdığım oluyor. Harika bir öyküyle bir kitap yapmıştır, onun devamı gibi ikinci kitabı düşünmüştür, batırmıştır. Niye benimle konuşmadan sen bu güzel fikrin iç..e ediyorsun😂😂 Bıraksaydı, onun devamını ben yazsaydım.

AA- Makale yazdıramadık ki sana.

SOE- Elbet bir gün patlarım😊 Eve kapanmam lazım, kimse de olmayacak, o zaman hiç durmadan yazabilirim, günlerce hiç yemeden, içmeden yazabilirim.

AA- Doğru, bu akışla parça parça yazamazsın sen.

SOE- Başladım mı gitmesi lazım. Mesela Stephenie Meyer’i okurken, dedim bu bildiğimiz Drakula. Ford Coppola’nın Drakula’sını da seyrettim. Muhteşem film yapmış ama orada Drakula’dan korkulur, aşık olmak insanın aklına bile gelmez. Meyer, bildiğimiz klasik vampir hikayesini almış bir aşk başyapıtı oluşturmuş; imkansız aşk, bir insanla vampirin aşkı. Bu niye benim aklıma gelmedi diye çok kızdım😂😂 Dünyanın parasını da kazandı, dört kitapla. Sonra Göçebe diye bir kitap yazdı, tabi ki yapıştım aldım. Devamı gelmedi ama Göçebe de çok güzel bir öykü, ama askıda, o tat yok. Sırf o yazdı diye okudum, bitirdim. Ya da Harry Potter’larda uçarken birden Boş Koltuk (J.K.Rowling) çıktı. Hemen aldım, okudum. Güzel ama, o hava yok, boş koltuk yani.

AA- Peki sen bir şey yazsan ne yazarsın?

SOE- Hiç bilmiyorum, bilsem hemen oturup başlayacağım yazmaya.

AA- Şu anda ne okuyorsun?

SOE- Şu anda Enstitü’ye (S. King) başladım😊 Bitmesin diye az az okuyorum.

MCÖ- Ben şunu merak ediyorum; bazı yazarların bütün kitaplarını okuyorsun ya, Orhan Pamuk, İhsan Oktay Anar gibi ama Stephen King’in yeri bambaşka galiba?

SOE- O adamın beyni çok farklı çalışıyor. O kadar alakasız yerlerde dolaşıyor ki hiçbir kitabı diğerine benzemiyor. Öyle bir yelpazesi var ki King’in, hiç kimseye benzemiyor.

MCÖ- Başka hiçbir yazarda yok mu? Mesela o kadar güzel olmasına rağmen, Orhan Pamuk’ta bu yok mu?

SOE- Yok, yok, hiçbirinde yok.

MCÖ- Hayal gücü çok çalışıyor. Diğerleri belki, gerçekle bağları çok kopmuyor sanki?

SOE- Türk yazarlarda edebi kaygı da oluyor. Bunun öyle bir kaygısı yok. Bu yazıyor, bazısı çok tutuyor, başyapıt oluyor, bazısı olmuyor. Ama onun öyle bir kaygısı yok, o yaratıyor.

MCÖ- Daha özgür yazdığı için…

SOE- Çok özgür. Türk yazarlar kasıyor; bundan sonraki kitabım öncekinden daha iyi olmak zorunda diyor. Bunda öyle bir şey yok. O kadar değişik şeyler yazıyor ki.

AA- Tabi hayal gücünün hakkını vermek lazım. Bir de mesai harcıyor, oturup yazıyor.

SOE- Bende yeri çok farklı.

AA- Serpil, şunu sormak istiyorum; Türkiye’de kişi başına okuma süresi çok düşük.

SOE- Kendi çevremden bakıyorum, kimse benim kadar kitap okumuyor.

AA- Senin kadar ben de okumuyorum da… Bununla ilgili ne düşünüyorsun? İnsanlar niye okumuyorlar sence?

SOE- Bilmiyorum, nasıl keşfedemiyorlar o dünyayı?

AA- Bununla ilgili yapılabilecek bir şey var mı sence; çocukken, gençken?

SOE- Şöyle söyleyeyim, hani Narnia Günlükleri’nde dolabın kapısını açar çocuk, oradan başka bir dünyaya geçer gider. Benim için hiç okumadığım bir kitabı açmak o işte.

AA- Bunu nasıl anlatabilirsin okumayan birisine?

SOE- Ya da köylü kızı evdeki halının içine kaçar, Nazlı Eray’da. Halı olur ya duvarda, manzara resmi; o patikadan kaçar gider. Kitap okumak da aslında bunu gerçekleştiriyor sana; bambaşka bir ülkeye, bambaşka bir köye, bambaşka ilişkileri olan insanların olduğu yere gidiyorsun. Niye böyle bir şeyi tercih etmiyorlar hiç aklım ermiyor.

MCÖ- Belki başka şekilde yapıyorlardır bunu. Mesela kimisi filmle, kimisi dizilerle, daha gençler belki oyun oynayarak. Herkes farklı bir yolunu buluyor belki.

SOE- Ama ben söyleyeyim okumayanlara, en iyi yolu bu. Film de çok izliyorum ama kitap ayrı bir şey.

AA- Kitabından daha çok beğendiğin bir film var mı?

SOE- Kitabından daha çok beğendiğim bir film yok. Çok iyi olmuş dediklerim var, mesela Yeşil Yol.

AA- Daha çok Türk yazarları okuyorum ya da yabancı yazarları okuyorum gibi bir tercihin var mı?

SOE- Yok

MCÖ- Peki konuyla ilgili bir tercihin?

SOE- O da yok, bir tek kişisel gelişim kitaplarına çok karşıyım, hiç okumadım diyebilirim.

MCÖ- Bir de şöyle klasik bir durum var; Biz doğduğumuzda zaten milyonlarca kitap basılmıştı, hala da her gün bir çok kitap basılıyor.

SOE- İnsan ömrü yetmez okumaya,

AA- Sadece kitap da değil, digital ortamda da her gün binlerce yazı yayınlanıyor.

MCÖ- Okuyacak çok şey var, Nasıl baş ediyorsun bununla?

SOE- Okuyucu bir kısıtlama getirmek zorunda kendisine. Herkes de okunmuyor zaten. Dediğim gibi ben kitapçıya giriyorum, bakıyorum, inceliyorum ve hepsini almıyorum. Bildiğim, takip ettiğim bir yazarsa yeni kitabı çıktıysa alıyorum.

MCÖ- Son olarak şunu sormak istiyorum. Burada çok okumayan birisi olsa yanımızda, onu okumaya yönlendirmek için ne söylersin?

SOE- Kim kendi hayatının dışında bir dünyaya gitmek istemez ki?

AA- Serpil, çok teşekkürler okuma coşkunu bizimle paylaştığın için.


  1. Carlos  ❤

2. Muse-Supermassive Black Hole: (Dinlemek için yazıya veya alttaki resme tıklayabilirsiniz)

100% LikesVS
0% Dislikes

Leave a Reply