Yeşil Mavi

Gürkan Balcı, Okur-Yazar

Site İçinde Binlerce Adım Yüzlerce Salyangoz

Şirket, salgından dolayı risk almamak için mart başında bizi eve yolladı. Bilgisayardaki “uzak masaüstü bağlantı” ile evden çalışıyoruz, iki buçuk aydır. Hafta içi her sabah dokuzda başlıyor evdeki masamda mesai, akşam altıda bitmesi gerek ama işkolik (ya da iş delisi) arkadaşlar nedeniyle bitemiyor. Sandalyem sert, saatlerce oturunca belim ağrıyor.

Referans olarak gönderilen evde çalışma dokümanlarında spor, esnetme hareketleri önerileri vardı. Onları okumadan önce, diz ve bacaklarımdaki tutulmaları bir nebze azaltmak için sabahları, basit egzersiz, yoga ve pilates hareketlerinden oluşan karma hareketler yapmaya başlamıştım. Ev hapishaneye dönüşmeye başladı. Mart ayı serin. Site de fazla büyük değil, ama yine de yürüyebilirim sabahları.

Neyse ki eşofmanlarım var, serin de olsa, paltosuz çıkabilirim. Pencereden bakıyorum. Pek yürüyen yok. Sabah erkenden çıkarsam, başka insanlarla yürüyüş sırasında karşılaşma ve virüs kapma olasılığını da azaltırım. Cep telefonuma adım-sayar indirdim. Günlük yürüyüşlerim iki yüz adım civarında. Kireçlenme de olur bu gidişle. Yürümeliyim. Hava serin ama yürüdükçe terliyorum.

Binaların ortasındaki çimenlik alanda bir tur sonra site duvarları boyunca yürüyorum. Kediler kaçışıyor benim adımlarımdan uzaklara. Aa, hiç gitmediğim binanın arkasında da bir yürüyüş yolu varmış! Issız bir yol bu, gece yürüyen olmuyordur sanırım. Hava bulutlu. Yerlerde parlak izler var. Parlak bir kalemle kıvrılarak ilerliyor ışıldayan izler… Tenha duvar dibindeki yol boyunca arada üzerine basılmış salyangozlar görüyorum. O da ne! Bir sürü daha var. Beton yolda niye sürünürler ki bunlar? Çimenlerin arasında kalsalar ya…

İlk gün beş turla birlikte dört bin adım yürüyorum. Bravo bana! Arttırabilirim adım sayımı diye düşünüyorum. İşyerindekilerle mesajlaşırken Whatsapp’tan havamı attım tabii. “Aman dikkat et!”, “Çıkarsan erken çık, kimse uyanmamışken!”, “Maskesiz çıkma!” uyarılarıyla karşılık buldu.

Hep otur otur nereye kadar? Kule’de olsaydık şimdi sabahları Nero’da kitap okurken kahve içerdim. Öğlenleri yemekhaneden sonra ya kule dışında civardaki sokak aralarında kısa da olsa yürür ya da bir kafede sohbet ederdik. İstanbul’da yolda tükettiğimiz zamandan tasarruf yaptık, çok iyi, hem daha fazla kitap okuyabiliyorum. Ama sıkıntıdan patlayacağız. Belediye afiş asmış: Nefes alamamaktansa sıkıntıdan ölmek iyidir.

Genco’nun tiyatrosu, İBB’nin tiyatroları, bedava film arşivi, dijital müze gezileri sıkıntılarımızı gidermeye yetmiyor. Netflix filmleri de hep birbirine benziyor. Whatsapp dışında bir de Zoom girdi hayatımıza. Virüs’ü Zoom’un sahipleri mi çıkardı yoksa? Tüm dünyadaki cep telefonları ve bilgisayarlar ile bunların sahiplerinin yüz ve görüntülerini eşleştirmek için. Hem de bu ilişki ağının haritasını sonsuza kadar oluşturmak için. Yapay zeka ve derin öğrenme için sonsuz bedava kaynak… Tüm dünyada evlerin içi ortada. Fransız müzisyenlerin, balerinlerin Zoom’da evlerinden klasik parçayı birlikte yorumlayışları gelmişti Youtube videosu olarak. Koltuklarını, kitaplarını, avize zevklerini, balkon çiçeklerini, köpeklerini görmüş olduk.

Ertesi günler beş bin adım yürüyorum. Sitede altı tur. Kediler yine benden kaçıyor, “bazıları yabani” demişti sitedeki mini market sahibi. Kertenkele benzeri bir şey var yürüyüş yolumda ters çevrilmiş. Kediler mi hakladı acaba? Bizim tırstığımız hayvanlarla, böceklerle oynar, pençeler, affetmezler. Ne çok kedi varmış meğer. Köpekler, sahipleriyle geziyorlar, kediler gibi özgür değiller.

Son turda bir ağacın dallarına dokunuyorum. Şemsiye gibi aşağıya bakıyor dallar, kırmamak için hafifçe dokunuyorum. Beni hissediyor mu acaba, her sabah dokunduğumu? Ağaçların bilinçli olduğuyla ilgili kitaplar çıkmaya başladı son zamanlarda. Bilinç, yeniden tanımlanıyor artık. Hem geleceğin robotları, hem de doğa, hayvanlar ve bitkiler için.

“Hadi beni geçin” diyorum sabah iş başlayınca bilgisayarımdan işyerindeki arkadaşlara. Hodri meydan! Havamı da atarım. Birkaç gün sonra Deniz, “beş bin yedi yüz adım attım apartmanın etrafında” diyor, “deli diye bakmışlardır komşular”. Beni geçmiş.

“Karakteri Değiştirmek” isimli bir kitap almıştım. Kitapçıdan değil. Maske zorunluluğu gelmeden önceleri sosyal mesafe hak getire hücum ettiğimiz zincir marketten. Mendille tutuyordum o zamanlar alışveriş arabasını. Kitabı yazan iki eski hippi nörolog. Yaratıcılık sırasında ortaya çıkan omega dalgalarının binlerce saat meditasyon yapanlarda, çok üst seviyelerde olduğunu ölçmüşler. Ne kadar çok saat meditasyon, o kadar huzur, dikkat artışı! Hadi yoga dedik neyse, bir de meditasyon çıktı. Buyrun burdan yakın.

Yürürken İngilizce absürt hikayeler dinliyorum. Ayakkabılarım suya bastığında gacır gucur sesler çıkarıyor. Kulaklık kulağımdayken duymuyorum gıcırtıları. Arada kesintiye uğrasa da hemen her sabah İngilizce dinliyorum yürüyüş bahanesiyle. İngilizcede sümüklü diye bir sıfat takmışlar mı acaba salyangozlara? Sırtında yuvarlak kabukları yok benimkilerin çoğunun. Bazıları kabuksuz sarı, temiz, kimileri de kabuklu siyah, kabuklar yamru yumru. Niye fırlıyorlar hakikaten beton yola? Kuşların göçü gibi yiyecek bulmak için mi, av olmak için mi spor ayakkabılarına? Dikkat ediyorum birini bile ezmemek için.

“Bilinçli farkındalık” diye bir şey icat etmişler Kaliforniya Üniversitesinde, meditasyonun özünü alıp. Psikolojide de yeni bir trend oldu. An’a odaklanıyorsun. Düşüncelerini “yargılamadan” seyrediyorsun, seyredebiliyorsan tabii. Yin de Yang da birlikte var diyor Çin’liler. Beyaz, maskülen bir dünya yetmiyor artık.

Yurtdışındaki arkadaşımı arıyorum, “nedir bu meditasyon olayı, sen yapıyor musun, faydalı deniyor?” diyorum. “Ara sıra” diyor. Pek yapmıyor anlaşılan. Whatsapp’dan “baksana bana oluyor mu?” diyorum, bağdaş kurduğum şeklimi içine alsın diye telefonun kamerasını 85 derecede tutmaya çalışıyorum. “Önce bir meditasyon yastığı almalısın” diyor, “fermuarlı, yıkanabilir”. Kendininkini gösteriyor.

Diğer yürüyüşçülerle karşılaşıyoruz bazen, sadece benden cesaretlenenler değil bunlar. Ev hapsi bunaltmış hepsini. Kimi maskeli kimi maskesiz, yolun uçlarına kayıyoruz, bazen de çimenlere kaçıyoruz, vebalıyız gibi. Site eğimli, yolda bağlantılardaki tahtalar çatlamış, ağır adımlarda. Merdivenler karşıma çıkıyor bazen, bekliyorum diğer yürüyüşçü geçsin diye. Köpek gezdirenler de uzaklaşıyor yoldan ben geçerken, selamlaşıyoruz. Haruki Murakami’nin yürüyüş parkurlarındaki maraton antrenmanlarında aynı koşucularla karşılaştığını anımsıyorum.

Sokaklardan sessizliğin sesi gelirken sabahları, kuşların ötüşünü duyuyorum yürürken. Şanslıyım,  renkli bir kuş karşıma çıkıyor, nadir görülebilen cinsten, uçmadan bakıyor bana, bakışıyoruz. Koca şehir boşalmasaydı nerde karşılaşacaktık? Bahar gelmiş.

Gürkan Balcı

100% LikesVS
0% Dislikes

Leave a Reply