Geçtiğimiz günlerde Pakistan asıllı Norveç’li yönetmen Iram Haq’ın “İnsanlar Ne Der?” olarak Türkçe’ye çevrilen “Hva Vil Folk Si” adlı filmini izledim. İsminden de belki anlaşılabileceği gibi film, bireyin özlemleri ile toplumun değer yargıları arasındaki çelişkilerden doğan sorunlar üzerine yoğunlaşıyor. Aslında bilinen ve üzerinde çok sayıda film de yapılan bir konu. Ancak 2018 yılında yapılan bu filmde de görüldüğü gibi konu bir türlü eskimiyor ve her açıdan etkilerini hissettirmeye devam ediyor. Bu nedenle filmin bende bıraktığı izlenimleri sizinle de paylaşmak istedim.
Yönetmenin ikinci denemesi olan bu filmde Norveç’te doğmuş olan Pakistan asıllı bir genç kızın ailesiyle yaşadığı sorunlar üzerinden doğu ile batı dünyası arasındaki çelişkiler anlatılıyor. 16 yaşındaki Nisha, ailesi birlikte Norveç’te yaşamakta ve bu ülkedeki diğer gençler gibi normal bir hayat yaşamaktadır. Filmin başlangıç sahnelerinde okuluna gitmekte, basketbol oynamakta ve arkadaşlarıyla bir araya gelmekte olan Nisha’nın genel olarak mutlu bir genç insan olduğu izlenimi ediniyoruz. Ancak öte yandan Nisha’nın birlikte yaşadığı ailesinin kızlarından beklentileri, daha çok kendi geçmişleri ve şu anda da Pakistan’daki akrabalarının sürdürdüğü hayata benzer bir yaşamdır. Bu çerçevede kızlarının giyim, eğlence, erkek arkadaşı vb. konularda ailesini ve gelenek-göreneklerini düşünmesini beklemektedirler.
Bu ikili yaşamı bir şekilde sürdürmeyi başaran Nisha, bir gün yolun sonuna gelir ve babası, Nisha’nın erkek arkadaşını görür. Çok büyük bir öfkeyle her ikisine de şiddetle müdahale eder ve Nisha’nın gelenek ve kültürlerine uygun olarak davranmayı öğrenmesi amacıyla kızını zorla Pakistan’a götürür. Burada çeşitli akrabalarının yanında bir süre kalan Nisha, buradaki hayata uyum sağlayamadığı ve bir sürü sorun yaşadığı için akrabaları babasından yardım isteyerek kızını gelip almasını söylerler. Filmi izlememiş olanlar için daha fazla ayrıntı vermemek adına kısaca şunu söyleyeyim: Babasının gelmesiyle birlikte tekrar Norveç’e dönecek olan Nisha’nın yolculuk boyunca ve döndükten sonraki yaşamı da daha kolay olmayacaktır.
Tarih boyunca insanların hiç de tercihleri olmadığı halde birçok davranışı, çoğunlukla toplum istediği için yaptığını biliyoruz. Bunlar arasında giyim, kuşam, çeşitli meslekler, makyaj vb. gibi etkisi göreli olarak az olan davranışlar olduğu gibi etkisi çok daha şiddetli olan ve dolayısıyla daha büyük sorunlara yol açan davranışlar da olabilmektedir. “Kan davası”, “töre-namus cinayeti”, “beşik kertmesi”, “zoraki evlilik” vb. şeklinde isim verilen çoğu davranış, insanın kendi iradesinden çok aile, akraba, toplum vb. gibi kesimlerin zorlamasından kaynaklanmakta ve çoğu zaman da işin öznesi olan kişiler aynı zamanda kurbanı da olabilmektedirler. Bu anlamda birey kendi isteği doğrultusunda yaşayabilir mi yoksa en geniş anlamıyla toplumun (bu bazen yalnızca bir anne, baba, kardeş olabildiği gibi tüm aile, akrabalar, toplum, ülke, dünya da olabilir) beklentileri doğrultusunda mı yaşaması gerekir? Veya bu iki yoldan başka bir yol var mıdır, varsa nedir?
Bu sorular muhtemelen insanlık tarihi boyunca sorulan ve herhalde sonsuza kadar da sorulacak olan sorulardır. Aslında insanlık tarihi, bir anlamda bireyselleşmenin de tarihidir diye düşünülebilir sanki. Çoğunlukla gruplar, kabileler, aşiretler, aileler halinde yaşamdan çekirdek ailelere ve daha da ötesinde birey olarak yaşamaya doğru giden bir yol haritası. Bu açıdan ben sorunun yanıtı için terazinin kişi ve birey tarafı daha ağır basacak gibi göründüğünü düşünüyorum ama tabii hayat ne gösterecek, ne yöne doğru bir değişim olacak, insanlık yaşayıp görecek.
Filmde benim en çok dikkatimi çeken konu, çevresindeki aile ve akraba bireylerinin Nisha’ya bol bol “biz senin iyiliğini istiyoruz” sözleri oldu. Film boyunca Nisha’nın başına gelmeyen felaketin kalmadığını ve bunların nedeninin de büyük ölçüde bu sözü söyleyen kişiler olduğunu düşünürsek ilk akla gelen, burada bir çelişki var gibi göründüğü oluyor. Bu noktada Nihan Kaya’nın “İyi Aile Yoktur” kitabıyla ilgili yazdığım kısa yazının son cümlesi aklıma geldi:
“Sevgi, sevdiğimiz insanın iyiliğini değil, mutluluğunu istemektir.”
Hem bir insanın iyiliğini isteyip hem de bu kadar kötülük yapabilmek, ancak insanın en yakınındakilerin yapabileceği bir şey olsa gerek herhalde.
Diğer yandan filmi izlerken bu sürecin bir benzerini benim ve ailemin de yaşadığını düşündüm. Annem ile babam Almanya’ya çalışmaya gittiklerinde beni ve kız kardeşimi Almanya’da kalıp da oradaki gençlere benzemesinler, “milli ve dini” değerlerimizden uzak yetişmesinler diye çok küçük yaşta Türkiye’ye göndermişlerdi. O dönem sıklıkla duyulan bu “kaygı” ve uygulanan bu “çözüm” nedeniyle birçok ailenin parçalandığını, başta çocuklar ve anne-babalar olmak üzere çok sayıda insanın yaşamı boyunca sorunlarla uğraşıp çok mutsuz olduklarını hatırlıyorum. Nitekim bu anlamda bizim ailemiz de bu “çözüm”ün mantıklı olmadığını ve her ne pahasına olursa olsun çocuklarla anne-babaların birlikte yaşadıkları süreçlerin daha çok mutluluk verici olduğunu yaşayarak öğrenmiş oldu. Tabi benim ve benim durumumda olan binlerce çocuğun anne-babasının “milli ve dini” değerlerimizin ne kadarını kurtarmaya gücünün yettiği de ayrı bir tartışma konusu.
Filmin ilginç bir yönü de, senaryoyu yazıp yönetmenliğini yapan Iram Haq’ın da benzer bir yaşam öyküsüne sahip olması. Kendisi de Norveç doğumlu olan ve Pakistanlı bir ailede yaşayan Iram da benzer konular nedeniyle 14 yaşında babası tarafından Pakistan’a götürülmüş ve belli bir süre orada yaşamak durumunda kalmış. Daha sonra kendi başına büyük çabalar harcayarak Norveç’e dönmüş ve orada ailesinden bağımsız bir hayat kurarak kendini geliştirmiş. Sonrasında sinema alanında oyunculuk, senaristlik ve yönetmenlik yapmaya başlamış ve halen devam ediyor. Bu anlamda kendi yaşadıklarını bir başarı öyküsü olarak görüyor ve fakat herkesin aynı derecede şanslı olmadığını da ifade ediyor. Bu filmi yapma amaçlarından birisinin de tüm bu süreçlerde çekilen acıları ortaya koymak ve kendisi gibi baskı altında olan kadınlara ilham verebilmek olduğunu söylüyor.
Bu arada filmle ilgili iki ilginç nokta daha var: Birincisi, filmin çekildiği yer. Film Pakistan’lı bir aileyi anlatıyor olmasına karşın çeşitli kaygılar nedeniyle Pakistan’da değil de Hindistan’da çekilmiş. Bana biraz Hindistan ve Pakistan ayrışmasını anımsattı. Okumak isteyenler için buraya bırakıyorum. İkincisi de, filmdeki (ve gerçekteki) baba figürü. Film boyunca Nisha’ya en büyük kötülükleri yapan kişinin baba figürü olduğunu görüyoruz. Bunun da büyük ölçüde yönetmen Haq’ın gerçek babasından kaynaklanan bir esinlenme olduğunu anlıyoruz. İlginç olan şu ki, filme ilham kaynağı olan Iram Haq’ın babası da kızına yaptığı onca baskıdan ve aralarının açılmasından yıllar sonra hastalanıyor ve ölmeden önce kızıyla barışarak bir anlamda ondan özür diliyor. Ayrıca tüm bu yaşananların filmini yapması ve benzer konularda sorunlar yaşayan insanlar için de örnek olması açısından kızını cesaretlendiriyor. Ne diyelim, onca çekilen acı, onca yaşanan mutsuzluk, neye, kime yaradı? Bu kadar üzüntü, sıkıntı, enerji, emek, zaman, para daha faydalı işlerde kullanılsa herkes için daha iyi olmaz mıydı? Bilemiyoruz. Yine de olumlu tarafından bakalım ve diyelim ki baba Haq, en azından doğu toplumlarına ait şu sözü doğrulamış oldu: “Akıl başa geldi ama ömür bitti!”
Son söz yerine bir şeyler söylemek isterdim ama Fuzuli’nin dediği gibi “Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil.” Biliyoruz ki şu anda dünyanın birçok ülkesinde milyonlarca ailede milyonlarca insan bu ve buna benzer/benzemez nedenler yüzünden sıkıntı çekiyor, mutsuz oluyor, hastalanıyor, ölüyor, vd. akla hayale gelen/gelmeyen her türlü acıyı yaşıyor. Bu kadar acı ne için çekiliyor? Bu kadar mutsuzluğun kime, ne faydası var? Biraz vicdanının sesini duymak, mantığını kullanmak, mutlu olmak varken birtakım nedenler/gerekçeler bulup kendine de insanlara da hayatı zehir etmek akıl işi midir? İnsan aklını şimdi kullanmayacaksa ne zaman kullanacak? Ölü insanların aklı olur mu?
Yine de naçizane sözün özü son bir şey söylemek isterim: Seviyorsanız lütfen sevdiklerinizi mutlu ediniz. Sevmiyorsanız da zaten onlar üzerinde bir hakkınız yoktur, mutsuzluklarına neden olmayınız, yaşamlarına gölge etmeyiniz, bırakınız dilediklerince yaşasınlar, mutsuz da olacaklarsa kendi kararları olsun, siz neden olmayın…
Leave a Reply