Aşıklar için her mevsim, her ay, her gün önemlidir ama tabii şubatın yeri ayrıdır. Dolayısıyla herhalde aşk üzerine konuşmak için en uygun aydayız diyebiliriz.
“Aşkta mutluluğun sırrı nedir?” sorusuna yanıt verebilmek için belki öncelikle aşk kavramının ne olduğuna bakmak gerekir. İnsanlık tarihi boyunca üzerinde en çok kitap yazılan, beste yapılan, film çekilen, konuşulan, yani her türlü yöntemle insanların hayatında en çok yer eden konu muhtemelen aşktır. Buna rağmen biliyoruz ki geldiğimiz nokta itibarıyla aşkın da hala net bir tanımını yapamıyoruz. Örneğin hepimiz çevremizdeki insanlara sorsak, her birisinden ayrı bir aşk tanımı alacağımızdan emin olabiliriz. Bazı cevaplarda aşkın romantizmle çok ilgili olduğu, bazılarının daha çok cinsel çekimi çağrıştırdığı, bazılarının anlık çarpılmalara yakın, bazılarının ise daha uzun soluklu, dingin nitelikler taşıdığını görebiliriz. Yine bazı aşk tanımlarında insanların bir arada olmaları ve çok şeyi paylaşmaları ön koşul olurken bazılarında paylaşımın azlığı aşkı artıran bir etken olabilmekte. Kısacası ne kadar insan varsa o kadar çok sayıda bir aşk algılaması ve tanımı vardır diyebiliriz. Belki de tüm bu tanımlamaların hepsini ünlü bir ses sanatçımızın “Sizce aşk nedir?” sorusuna karşılık olarak verdiği şu tarihsel cevap özetliyor: “Bizim oralarda bir kızı istersin. Vermezlerse âşık olursun.” (Verirlerse, özellikle kırsal kesimlerde kadınlarımızın ne tür zorluklar altında yaşadığını ve ne ölçüde değer(!) gördüklerini de biliyoruz tabii.)
Dolayısıyla bu kadar çok çeşitli aşk tanımı varken her bir tanımı karşılayacak bir mutluluk reçetesi vermek kolay değil. (Zaten böyle bir reçete var mı? Varsa bunu kim biliyor? soruları da ortada duruyor.) Bir reçete vermek olarak değil ama belki aşk üzerine düşüncelerimizi, görüşlerimizi ortaya koyup onların etkileşiminden bir ortak düşünüşe doğru gidebiliriz diye düşünüyorum.
Ben de bu yazıda biraz kendi aşk anlayışımdan bahsederken diğer yandan da konuyla ilgili düşünen isimlerden birisi olan Wilhelm Schmid’in “Aşk”* adlı kitabından da söz etmek istiyorum.
Aşkta beklenti ve aşkın yorumu
Aşkta mutluluğu ararken öncelikle bizim aşktan ne anladığımızı ve bu çerçevede aşktan ne beklediğimizi ortaya koymanın en önemli nokta olduğunu düşünüyorum. Daha sakin ve huzurlu bir ilişki mi arıyoruz, daha heyecanlı bir serüven peşinde miyiz, bize yoldaş olacak bir kişi mi arıyoruz yoksa bizi taşıyacak birisine mi ihtiyacımız var, vb. tüm soruları ortaya koymakla işe başlayabiliriz. Dolayısıyla aşk bizim için ne ifade ediyor, bu soruya yanıt vermek ilk adım olabilir.
Örneğin Schmid, bu konuya o kadar önem atfediyor ki, “aşk dediğin aşk diye yorumladığındır” diyor. Yorumumuza göre aşk hoş bir duygu, acı bir hayal kırıklığı, delice bir tutku, bir gecelik veya ömürlük ilişki, bedensel veya manevi bir duygu, birisiyle ya da birçoklarıyla yaşanan bir eylem haline gelebilir.
Eskiden de aşk kavramı önemliydi mutlaka ama eski insanların yorumları oldukça farklıydı belli ki. Bugün, çağımızda aşk, özellikle duygulardan büyük bir rol oynaması beklendiği için zorlaştı diyebiliriz. Bir yandan ilişkide duyguları öne çıkaran romantizm beklentisi, diğer yandan modern hayatın zorluklarından kaynaklanan güçlükler, aşk için önemli bir çelişki haline geldi. Yine insan benliği bir yandan aşkı kendini teslim edebileceği güvenilir bir liman olarak ararken diğer yandan da kendi özgürlüğünü ve bireysel yaşam özlemini devam ettirmek istiyor. Dolayısıyla en başta bu ikilemler olmak üzere aşkla ilgili süreçlerde yaşanan çeşitli zorluklar bulunduğunu ama buna karşın bu ölçüde büyük mutlulukların kapısını açtığını da söyleyebiliriz.
Schmid, aşkı çoğunlukla bedensel, ruhsal, zihinsel düzlemde ve aşkınlık boyutunda yaşanan bir olgu olarak tanımlıyor ve aşkta yaşanan süreçleri, bir renk paletine benzetiyor. Buna göre aşkın temel düzlemlerini şöyle tanımlıyor:
Bedensel düzlem (Sevişmek): Erotik karşılaşmanın pembe saatleri
Schmid’e göre aşkın bedensel boyutunun önemli bir parçası cinselliktir. Cinsellik, ilişkide kelimenin tam anlamıyla sevişmekle meşgul olunan pembe saatlerinin ifadesidir. Schmid, insanların cinsel anlamda mutlu olmaları için yeni şeyler öğrenmeye açık olmaları gerektiğini söylüyor. Ayrıca ilişkide kendilerini ve karşısındaki insanları tanımanın önemini vurgulayarak bunun da ancak çok sayıda ilişki deneyimleyerek gerçekleşebileceğini iddia ediyor.
Ruhsal düzlem (Aşkı hissetmek): Güçlü duygularla dolu kırmızı saatler
Schmid’e göre ruhsal düzlem esasen duygularla ilgilidir. Ruh, aslında hayatın ve aşkın temelini oluşturan muazzam enerjiyi tanımlayan bir kelimedir. İnsanlar enerjiye muhtaç varlıklardır. Enerjinin aktığı ilişkilerde iyileşir, enerjinin olmadığı ilişkilerde hastalanırlar.
Duygusal yoğunluk anları ilişkinin kırmızı saatleridir. Ancak duygular sadece romantik olmazlar, başka duygular da vardır hayatta. Keyifsizlik, güvensizlik, haset, kıskançlık, öfke, acı, hüzün, içerleme, hatta bazen nefret de vardır. Bu nedenle aşkı yaşarken çelişkileri kabullenmek ve ara ara diğer duygulara da ihtiyaç duydukları alanı bırakmak gerekir.
Zihinsel düzlem (Aşkı düşünmek): Düşünce alışverişinin mavi saatleri
Schmid’e göre aşkın üçüncü düzlemi zihinseldir. Aşk sadece duygulardan değil, aynı zamanda düşüncelerden de oluşur. Düşünce paylaşımının en etkin yolu da konuşmaktır. Konuşmada önemli olan karşıdaki insanın dünyasıyla yakın temasta kalmak, onun deneyimlerini onunla beraber yaşamak, onun duygularını hissetmek, onun düşünceleri üzerine düşünmektir: Ne hissediyor? Neler yaşadı? Kafasından neler geçiyor? Onu etkileyen şeyler nelerdir?…
Böyle konuşmalar olmazsa insanlar bir zaman sonra ayrı düşmeye başlarlar. Modern dünyada dikkatlerimiz sürekli dağılıyor. Bu koşullarda iki kişinin dikkatini bir süreliğine tamamen birbirlerine vermeleri, kendilerini bir başkasına bırakmaları, onu hissetmeleri ve kendilerini onun yerine koyarak düşünmeleri, aşkı yaşatacak belki de en önemli etkendir. Dikkat de bir enerji hareketidir ve modern koşullarda verilebilecek en güzel hediyedir: Başkalarına dikkatini hediye etmek…
Aşkınlık düzlemi (Aşk olmak): Kendinizi tamamen unuttuğunuz mor saatler
Schmid, aşkın, insanların kendi benliklerini unuttukları, zaman duygusunu yitirdikleri şeklinde yaşanan aşamasını mor saatler olarak nitelendiriyor. Bu saatlerde insanlar başka bir düzleme geçerler. Zaman durur. Onun yerini hudutsuz, yerçekimsiz bir hafiflik deneyimi alır. Bu düzlemde aşkın varlığı, aşk olmaktan ibarettir.
Bu tür durumlarda aşıklar, bu enerjinin her şeyi nasıl etkilediğini görürler. Enerjinin kurduğu bağlantılar her yeri kaplar, her şey anlamla dolu hale gelir. Böylece hayat, aşıklar için daha da anlamlı bir şey haline gelir.
Sevginin güzel yönlerini yansıtan bu düzlemlere ek olarak aşkın başka renkleri de vardır tabii.
Gündelik hayatta aşk: Gri saatler
Günlük hayatta yaptığımız işler, genellikle aşkı öldüren birer faaliyet olarak görünür. Çünkü gündelik hayat yoğun duygularla değil, daha ziyade basit, sıradan, sevimsiz işlerle (ev işleri, kahvaltı, işe gitme, temizlik vd.) doludur. Aşkı romantik bir şey olarak tanımlayan birisi için bu süreçler çok da sevimli bulunmaz. Ama aşkta belirleyici olan da bu gündelik hayattır. Kuşkusuz gündelik hayatta sayısal olarak gri saatler ağır basar. Schmid’e göre aşk, sadece sürekli aşkın kendisiyle değil, kaçışın mümkün olmadığı gündelik işlerle ve ortak alışkanlıklarla daha yaşanabilir olur. Bu nedenle aşkta sadece romantik anları değil “sonrasındaki” anları da, “aradaki” zamanları da, gündelik hayatın “fasılalarını” da, geçen hüzünlü zamanları da, birbirinin başka bir cephesi olduğunu görünce düşülen hayal kırıklıklarını da yaşamak gerek.
İlişkide hem istikrar hem de esneklik için onu birkaç düzlemde birden yaşamak önemlidir. O zaman düzlemlerin birinde karşılaşılan zorluklar öteki düzleme kayarak savuşturulabilir. Aşk en rahat, muhtelif düzlemler arasında gidip gelebildiğinde ve birisi ötekini bir defa da onun düzleminde ağırladığında nefes alabilir.
Aşkın değişik renklerinden ve süreçlerinden oluşan bu durumunu Schmid, şöyle ifade ediyor:
“Bu rengarenk resim paleti sayesinde sebepli sebepsiz kıskançlığın aşkta kaçınılmaz görünen ve ender olması umulan sarı saatlerini atlatmanın en iyi yolunu bulursunuz. Aşkın ve hayatın renk öğretisini tamamlayan yine ender olması umulan kara saatlerle baş etmenin yolunu da…”
Aşk bitmese iyi olur ama ya biterse?
Her türlü çabaya karşın aşklar bir gün bitebilir. Ancak yine de sonrasında kendimizi yeniden bulabilir, kendimizle ve başkalarıyla yeni bir hayata başlayabiliriz. Başka bir insanla ilişkimiz bitse bile ona olan aşkla özdeşleştirdiğimiz enerjimiz sona ermez. Bu enerji, tıpkı hayatın kendisi gibi, tükenmezdir. Başka bir aşkı, başka bir hayatı doğurabilecek olan potansiyeli taşır. Ayrılık duygusu acı verici ama geçicidir. Her son, başka bir sürecin başlangıcıdır. Bir aşkın bitişiyle de yeni bir şey başlar. Aşk bu yolla da nefes alır.
Sonuç: Âşık olan grip olmaz**
Girişte de bahsettiğim gibi insanlık tarihi için bu kadar önemli bir konuyu kısa bir yazıda çözümlemek mümkün değil. Yine de sonuç olarak birkaç cümle söylemek gerekirse benim aşkla ilgili söyleyeceğim ilk şey, mutlu bir aşk için mutlu birer bireye ihtiyaç duyulduğudur. Aşk yaşayan insanların kendi içlerinde kendileriyle, diğer insanlarla, toplumla, doğayla, hayatla barışık olmalarını ve kendilerini sürekli yenileyen, değişen, gelişen, öğrenen insanlar haline getirmelerini, mutlu bir aşk için olmazsa olmaz koşul olarak görüyorum.
Buna ek olarak Schmid’in de altını çizdiği gibi aşkın mutluluk verebilmesi için bir başka gereklilik, aşka nefes aldırmaktır. Aşk nefes alamadığında boğulur. Aşk hep sadece aşk olmak zorunda kaldığında nefes alamaz. Her zaman belirli bir düzlemde kaldığında, örneğin sürekli iyi duygular, romantizm veya tutku beklendiğinde canlı bir organizma olarak yaşaması zorlaşır. Bu, içinde oksijen olduğu için sürekli havayı solumak gibi bir şey olur, oysa insanın aldığı nefesi vermesi de gerekir. Aşk da öyle. Sadece soluk almak değil arada soluk vermek de şarttır.
Bu nedenle ilişki içindeki insanların ara ara birbirinden -fiziksel olarak olmasa da-uzaklaşmaları ve sürekli birbiriyle uğraşmak yerine dönüp kendi içlerine bakabilmeleri çok önemlidir.
Aşk, sevenler birbirlerine karşılıklı olarak bol serbestlik tanıyıp, bazı serbestliklerden de kendiliğinden vazgeçmeleriyle nefes alır. Sevenler, birbirlerinin yalnızca uyumlu oldukları yönlerine değil, birbirleriyle olan çelişkilerine de saygı duyup, onlara yaşama şansı tanıdıklarında nefes alır. Aşk, onu kendisinden, boğucu taleplerinden kurtarabilirseniz daha sağlam olur.
Her birimiz, ülkemizde ve dünyamızda yaşanan, yaşadığımız sorunların farkındayız. Onları kendimizce çözmeye çalışıyor, bazılarını becerebiliyor, bazılarının üstesinden gelmekte zorlanıyoruz. Ancak diğer taraftan da akıp giden bir yaşam var. Bu hayatı hakkınca yaşayabilmek ve bir nebze de olsa mutlu olabilmek için yapabileceğimiz en güzel şeylerden birisi âşık olmak. Aşkımızı bulmuşsak onu yaşamak, henüz bulamamışsak da bu konuda cesur olmak ve arama çabalarımızı devam ettirmek bence çok önemli. İnsanlık tarihinde her zaman her yerde krizler, sorunlar olmuş ama geriye kalanlar içinde en büyük ve güzel yerleri hep aşklar ve aşk hikayeleri tutmuş. Mevlana’nın dediği gibi:
Ey aşık! Vakit geçirmeden aşıklar evine dön gel! Çünkü aşksız ömür geçirmek, ömrü heba etmek, boş yere harcamaktır.
*Aşk: Neden Bu Kadar Zordur ve Yine de Nasıl Mümkün Olur?
Wilhelm Schmid, İletişim Yayınları, 2022, Çev: Tanıl Bora
**Dr. Erdal Atabek
Leave a Reply