Firek sesi duyuldu önce. Ardından gıcırtıyla açıldı kapı. Anşa Gelin elinde süt dolu cingille göründü. Çıkarken çekti kapıyı. Yine gıcırdadı, fireğin dili düştü ve yine aynı tiz ses duyuldu. Cingilini yere koydu. Önce kirli olan “laylon papıç”ını çıkardı. Peşinden kapının önünde duran “acerleri” giydi. Mal damından çıkarken, boklu ayakkabıyı orada bırakmayı alışkanlık haline getirmişti. Eve yöneldiğinde çepelden seslenen Döne Bibi’yi duydu.
- Anşaaaa! Anşaaaa!
- Buyur Döne Bibi?
- Bacım, bu zabah erkencisin…
- He Bibi… Kalkmayım da nörüyüm. İşin ardından anca yetişiyom.
- Sağdın mı inâ?
- Gücele sağdım, soyka bek huysuz.
- Olsun bacım olsun. Heç olmazsa gatığın âsik olmuyo sufranda.
- Ne biyim Döne Bibi, var şükür.
- Sultan bakele, ağşamdan yuka çitlememissim. Bağya gidiyok, sulu ekmâğm yok. Varsa iki büküm ekmek ver.
- Amaaa! Olmaz mı Döne Bibi; iki de var, üç te.
- O fât getir de gediyim ben bacım.
- Icık bekle, getiriyim Döne Bibi.
- E gadan allım…
Anşa Gelin, cingilini bıraktığı yerden aldı. Hızlı adımlarla eve girdi. Oturduğu minderin üstünde uyukladığından, arkaya yasladığı kafasını kaldırarak sordu Iramazan:
- Hayır mı Gız! zabah zabah kimiynen gonuşuyon?
- Döne Bibi’yle…
- Bek gaydalı geliyodu sesiniz.
Anşa, sevgi dolu gözlerle baktı kocasına. Sevgisini sözlerine yansıtamazdı hiç.
- Dembeser dembeser gonuşma, ne gaydasıymış. Bağya gedecâmiş, işli ekmek istedi.
- Ver baalım… Yalanız ben acıktım habarın ossun.
- Çay suyunu goyuyum. Hemen hazır ederim gayfeltiyi.
- Anşa, osandım şantiye koğuşlarında çay içe içe. Tarhana pişirsâne. Öğsedim valla. Bek güzel oluyo senin yaptığın aş.
Yüzünde gülücükler belirdi Anşa’nın. Çalışmaya giden kocası gurbetten yeni dönmüş ve Anşa’sından aş istiyordu. Nasıl sevinmeyecek, mutlu olmayacaktı…
- Döne Bibi’nin ekmâğni veriyim. Havuta su dolmuş, garıklara da su tutuyum. Gelecâm.
- Yok bi de çepin çepinle…
- Deli batasıca! Tez olurum, evdirme adamı.
Ekmek elinde, gülümseyerek çıktı dışarı. Çepelin gıyında bekleyen Döne Bibi’ye uzattı bükümü.
- Ne o bacım gözün ışıyo?
Ne desin ki şimdi Anşa Gelin. Köydeki her kadın gibi; O da kocasının adını söyleyemezdi. “Herif” demezdi hiç. “Biziği” de demezdi. “Bakele”, “hey”, “abıca” ya da “öov“ diye hiç seslenmezdi. “Deli” derdi en fazla. Öyle de yanıtladı:
- Deli geldi, Döne Bibi.
- Gözün aydın bacım, hoş geldi safağâldi.
- Savol Bibi.
Anşa Gelin dönüp evine girerken, Döne Bibi bağa gitmek için, bindi eşeğine. Yan havarda lappayla uğraşan Esme Kadın, konuşulanları tam olarak anlayamamıştı. Döne’ye seslendi.
- Kim gelmiş dediniz ağnıyamadım.
Döne Bibi “şimdi heyketin sırası değâl” diye geçirdi içinden. Eşeğini seğârdirken;
- Deli gelmiş, deliiii!
diyerek hızla uzaklaştı gonşusundan.
Döne Bibi’nin ardından bakakaldı Esme Kadın. Gerçekten köye bir delinin geldiğini sandı. O anda bir korku sardı ki yüreğini, görülmeye değer. Sanki deli gelip depesine çökecekmiş gibi daraldı yüreği. Deli lafını duyar duymaz dellendi denilse yeridir. Her gördüğüne anlattı, geldiğini delinin. Ondan ona, ondan ona…
Zavallı Anşa Gelin’in -deli geldi- lafı yayıldıkça yayıldı. Herkes deliyi bir diğerine anlatırken hikayeler uyduruyor, süslüyor da süslüyordu.
– Kele, duydun mu köye deli gelmiş.
– De gayli! Oynatma?
– Ne oynatması garavinnim, vallaha da gelmiş billaha da.
– Ocâ batası, bula bula bizim köyü mü bulmuş gelecek?
– Bağya gedecâm gedemiyom. Allah mâfaza yolumun üsdüne çıkar!
– Amaaaa bacım! Allığitmiye, deli gücôrürse nîderik?
– Ocak başından yırak. Deli gedinceye kadar bağya getmem ben.
– Ben de getmem…
Aradan geçen üç günün ardından, bir deli lafı tutturmuş gidiyordu köyün kadınları. Bağa gitmek, yazıya gitmek yoktu artık. Meyveyi, sebzeyi, cacığı kimsenin gözü görmüyordu. Ya deli karşılarına çıkar da bir şey yaparsa? Laf dilden dile üremiş de üremiş, korku dağları çoktan sarmıştı… Köyün kadınlarının korkusunu gören erkekleri de deli avına çıkmıştı. Ah bir bulsalar, bir ellerine geçirseler; düve düve akıllandıracaklardı ya, deli ortada görünmüyordu.
Döne Bibi de Anşa Gelin de -herkes gibi- deli hikâyesine inandılar. Onlar da kapıdan dışarı adım atmıyorlardı. Hani “aşağıda yalan söyledim, yukarı çıktım ben de inandım” lafı bile, bu durum karşısında yetersiz kalıyordu.
Bir hafta geçmesine rağmen, deli hikâyesi artık efsaneye dönüşmeye başlamıştı. Köyün ileri gelenlerinden Mısdafa Hoca’nın bu işe aklı pek yatmadığından; aslı astarı nedir diye araştırmaya, soruşturmaya başladı. Derken derken, işin doğrusu ortaya çıktı. Köy derin bir soluk aldı. Bir yanlış anlamanın nelere mâl olabileceği, en güzel örneğiyle görülmüştü.
Döne Gelin, Iramazan’a olanca yangısıyla bakarak seslendi:
– Ha deli batma emi! Senin yüzünden goca köyün zepzeleri kuruyacâdı…
Sözlük*😊
Firek: Köy kapısı kilidi
Cingil: Küçük bakır kova
Acer: Yeni
Mal Damı: Ahır
Çepel: Taştan örülmüş bahçe duvarı
Bibi: Hala
Gücele: Zorlukla
Soyka: Sahipsiz mal
Ne biyim: Ne bileyim
Bakele: Bak hele
Çitlemek: Kuru yufkayı su ile ıslatmak
Büküm: Katlanmış yufka
O fât: O vakit
Icık: Azıcık, biraz
Gadan allım: Gadanı alırım
Gaydalı: Muhabbetli
Dembeser: Düzgün olmayan, saçma konuşma
İşli: Çitlenmiş, yenmeye hazır yufka
Gayfelti: Kahvaltı
Aş: Çorba
Havut: Havuz
Çepin: Çapa
Çepinlemek: Çapa yapmak
Evdirmek: Acele ettirmek, ivedi oldurmak
Gıyı: Kıyı, kenar
Havar: Bahçe
Lappa: Hayvan pisliğinden yapılan yakacak. Tezeğin farklı şekilde olanı.
Ağnıyamamak: Anlayamamak
Heyket: Sohbet
Değal: Değil
Seğârtmek: Seyirtmek, hızlanmak
Kele: Hitap şekli, hele
Oynatmak: Kandırmak, şaka yapmak
Garavinni: Kara yazılı sözünün değişik kullanımı
Mâfaza: Muhafaza
Allığitmiye: Allah korusun, Allah etmesin
Gücôrmek: Saldırmak
Yırak: Uzak, ırak
Düve düve: Döve döve
Yangı: İçten gelen sevgi
* Kırşehir bölgesi yerel ağzı
** Karikatürler: Yiğit Özgür
Leave a Reply