Kalıcı ve gerçek bir barışın inşasında hakikatle yüzleşmenin, yas tutabilmenin ve sessizliği bozmanın önemi her zamankinden daha fazla hissediliyor. Bu ihtiyaç, sadece siyasi değil, aynı zamanda bireysel ve toplumsal bir ruhsal iyileşmenin de temelini oluşturuyor. Almanya’da bir Nazi subayının oğlu olan Christoph Sodemann’ın, babasının fail geçmişiyle yüzleşmesi, hakikatin peşinden gitmenin barış ve onarım sürecindeki dönüştürücü gücünü çarpıcı biçimde ortaya koyuyor.
Haziran 1940’da Alman Nazi subayı pilot Kurt Sodemann’ın uçağı, Brest yakınlarında Fransız uçaksavar ateşiyle vurulur ve Plouguerneau köyü yakınlarındaki bir tarlaya acil iniş yapar. Mürettebat Fransız köylüler tarafından yakalanır ve hakarete uğrayarak tutuklanır. Olayın üzerinden daha bir gün geçmeden, Brest’e giren Wehrmacht (Alman Nazi Ordusu), Alman subayı ve askerlerini serbest bıraktırır ve sekiz çocuk babası çiftçi Jean-Marie Kérandel’i hızlı bir mahkeme süreci sonunda idam eder.
Pilotun oğlu Christoph Sodemann, bu olaydan ancak üç yıl önce yaptığı bir internet araştırması sonucunda haberdar olur.
Sodemann mart ayında, Kérandel’in 21 yakınıyla Plouguerneau’da buluştu. Birkaç gün önce de Kérandel’in iki torunu ve bu trajediyi ortaya çıkaran yerel tarihçi Gildas Saouzanet ile birlikte Bremen’de bir araya geldiler. Biz de Sodemann ile söyleştik.
Bu Wehrmacht suçunu öğrendiğinizde ne hissettiniz?
Bu hikâyeyi babamın anlatımlarından biliyordum ama onun anlatımı hep Alman askerlerin Fransız köylüler tarafından saldırıya uğradığı yerde sona eriyordu. Yani kendini bir nevi kurban olarak gösteriyordu. Ancak sonrasında Wehrmacht’ın tamamen masum bir çiftçiyi vicdansızca öldürdüğünü öğrendim. Bu benim için büyük bir şok oldu.
Tarihçi Gildas Saouzanet yıllarca araştırma yaptı. 1940 Haziranında geçen bu on günü ayrıntılarıyla belgeledi. Yani geçmişi hatırlamaya, anlamaya çalışarak onunla yüzleşmeye, bu vesileyle de adaletin en azından bir parçasını yeniden tesis etmeye çalıştı. Oysa babam bu suçu hep bastırdı ve hiç dile getirmedi. Bu farkı görmek hayatımın en büyük utancını yaşamama sebep oldu.
Sizi Jean-Marie Kérandel’in yakınlarıyla buluşmaya iten sebep neydi?
Plouguerneau’ya özür dilemek için gitmedim. Çünkü o zaman yaşananlardan ben sorumlu değilim, dolayısıyla özür dilemem de mümkün değil. Ama aileye başsağlığı dilemek, yaşananların korkunç bir haksızlık olduğunu söylemek ve onlara yaşatılan büyük acıyı paylaştığımı ifade etmek istedim.
Plouguerneau’da Kérandel’in yakınlarıyla yaptığımız buluşma çok duygusal geçti. Bu, Kérandel ailesinin barışa açık olmasıyla mümkün oldu. Buluşmaya beyaz çiçekler getirdiler ve bunların “barış çiçekleri” olduğunu söylediler. Plouguerneau merkezindeki Kérandel anıtını da birlikte ziyaret ettik, mezara birlikte çiçekler bıraktık.
Bu buluşmada hepimiz, sessizliği kırmanın ne kadar önemli olduğunu, özellikle mağdur aileler için ne kadar gerekli olduğunu anladık.
Siz hakikatin peşine düştünüz. Peki, kardeşleriniz bu geçmişle nasıl baş etti?
Kardeşlerim bu adımımı saygıyla karşıladılar. İki ağabeyim, bir ablam var. Hepimiz küçük yaştan itibaren faşizme ve antisemitizme karşıydık. Ama siyasi bir tutum sergilemek, faşizmin ailelerimize ve bize ne yaptığını araştırmaktan farklı bir şey. Suçların üstünü örtmek ve suçluluk duygusunu bastırmak, anne babamın kuşağında oldukça yaygındı; bizim ailede de öyleydi. Bunun ailemizde yıkıma, hatta öz-yıkıcı eğilimlere yol açtığına inanıyorum; kardeşler arasında bölünmelere de neden oldu. Ablam Yahudilik inancına geçti, 36 yıl önce İsrail’e yerleşti ve oranın vatandaşı oldu. Sanırım bu, işlenmemiş suçluluk duygularının nesiller boyu aktarılmış mirası.
Almanya, uluslararası alanda Nazi geçmişiyle hesaplaşma konusunda örnek olarak gösteriliyor. Ama psikanalist A. ve M. Mitscherlich çifti, Almanya’da yankı yaratan ünlü eserleri Yas Tutma Yetersizliği kitabında, Alman toplumunun büyük bir kesiminin Hitler’i kolektif bir ideal figür olarak içselleştirdiğini, Şoa ve Nazi terörü kurbanları için gerçek bir yas tutmak yerine, suçluluk duygularını bastırdığını, yaşananları inkâr ettiğini ve bu kolektif savunmanın da ortak oldukları suçla yüzleşmelerini uzun süre engellediğini savunuyorlar. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bu görüşü kendi biyografimden çok iyi anlayabiliyorum. Aile geçmişine bu açıdan bakmak çok önemli ve günümüzde üçüncü, dördüncü kuşaktan bile birçok insan bunu yapıyor.
II. Dünya Savaşı’nda çok daha ağır suçlar da işlendi. Ama bakın; tek bir kişinin trajik ölümü bile, geride kalanlar ve köy topluluğu için nasıl ağır ruhsal sonuçlar doğurmuş.
Bu, torunlarıyla yaptığımız konuşmalarda çok açık biçimde ortaya çıktı. Babam 19 yıl önce öldü. Yani savaş sırasında yaptıklarını sorgulamak ve pişman olmak için çok zamanı vardı. Bunu hiç yapmaması, Nazi ideolojisini ve Führer’i bir baba figürü olarak içselleştirmeye devam ettiğinin bir göstergesi.
Alman barış hareketinin ünlü ismi psikanalist Prof. Dr. Horst-Eberhard Richter: “Acı çekmek istemeyen nefret eder.” diyor. Bu süreçte acıyı bastırmanın sizde öfke ya da nefret olarak kendini gösterdiği anlar oldu mu?
İlk anda “hayır” derdim. Ama kim bilir… 65 yaşındayım ve hâlâ bu geçmişle yüzleşme sürecinin içindeyim.
Bir süredir Holokost’un nesiller arası sonuçlarına dair psikologlar tarafından kurulmuş olan bir çalışma grubuna (www.pakh.de) üyeyim. Burada mağdur ve faillerin çocukları ve torunları, diyalog gruplarında bir araya geliyor. Bu gruplarda güncel meselelerde dahi, taşıdığımız nesiller arası mirasın ne kadar etkili olduğunu gösteren gerginlikler ve çatışmalar oluyor. Ama her iki tarafta da var olan sessizliği birlikte kırıyoruz. Bu çok önemli. Jean-Marie Kérandel’in çocukları da bu cinayete dair hiç konuşmamışlar. Oysa köyde onun adına bir anıt bile var. Şimdi onun ikinci ve üçüncü kuşak torunları savaş, acı ve nefret üzerine bu konuyu konuşmaya başlıyor.
Toplantımızda PAKH’nin başkanı, Holokost’tan sağ kurtulan Macar anne-babanın oğlu psikanalist Dr. Pogany Wnendt İbranice bir deyimi aktardı: “Tikkun Olam”, yani “kırılmış bir dünyayı onarmak.”
Biz, bu Alman-Fransız buluşmasında bunu başarabildik. Ve eminim bu başka yerlerde de mümkün olabilir, yeter ki yola çıkılsın.
Not Bu yazı ilk olarak www.birgun.net sitesinde yayınlanmıştır.
Leave a Reply