Limonata kıvamında bir Afrika sabahına uyandım.
Otelimiz, bu ülkenin görülmeye değer kerpiç mimarisi ile kurulmuş, masalsı köyün yanı başında.

Odaları çok modern olmasa da yine ülkeye özgü renkli oda kapıları beni mest etmeye yetti.

Varsın modern bir otel olmasın😊
Köye yürümeye başlamadan otelin kahvaltı bahçesinden videolarını, resimlerini almaya başladım bile.
Otelimizin de içinde bulunduğu yeni yerleşim yeri ile köyü ayıran bir dereden geçiş yapacağımız söylendi.
O da ne? Dere kurumuş. Dere yolunu yürüyerek çok daha kolay geçiş sağlanacak anlaşılan.
İçerisinde hala beş ailenin yaşadığı, ilkçağlardan kalma görüntüsü ile Ben Hur, Game of Thrones gibi birçok filme doğal plato olmuş bu köy.
Köye giriş, büyük bir kil kapıdan yapılıyor.

Tarih yolculuğunda, Marakeş’e giden kervanların geçiş ve konaklama yeri olma özelliği taşıyan bu lokasyon, şimdilerde hediyelik eşyalar satan dükkanlar ve minik kafelerden ibaret, gezginleri bekliyor.

Kaleye doğru soluk soluğa yarı kerpiç, yarı ahşap merdivenleri çıkmaya başlıyorum.
Ortalık Fransız turist kaynıyor😊
Ekip, soluklanmak için mini kafede molada.
Ben ise kararlıyım. Kaleye kadar çıkacağım.
Aslında rehberimiz çok onaylamıyor.
Buralara gelmeden kısa bir süre önce ülkede yaşanan deprem nedeni ile taş düşme riski taşıyor kale.
Yukarıdan görülecek o manzarayı buralara kadar gelip görmemek bana yakışmaz.
Kalenin son düzlüğünde üst üste dizilmiş bir sürü taş görüp, 5N 1 K sorularıma cevap arıyorum.
Resimlerini çekiyorum. Hatıra kalsın😊

Kalede Yahudi, Müslüman mezarlıklarının yanı sıra Pagan dönemlerden kalma Amer Tapınağı kalıntıları var.
Ve nihayet kaleye varıp, Afrika’nın muhteşem açık mavi gökyüzüne yüreğimi bırakarak tekrar aşağı, köye dönüş yoluna geçiyorum.
Nane çayının ferahlığı yol hararetimi alacaktır. Kafede kısa bir mola.

Alışverişe enerji toplamak lazım.
Üstelik yol hikayem başka bir şehre doğru devam edecek.
Rota; Atlantik’te gizemli şehir Essaouira: “Köleler şehri”
Bu liman şehrinde program oldukça yoğun.
Atlantik Okyanusunun serin suları ile buluşulacak.
Okyanus balıkları ile ziyafetler çekilecek.
16 yy.da Portekizliler tarafından inşa edilmiş kale ve kent gezilecek.
Meşhur mavi kayıkların resimleri çekilecek ve tabi olmazsa olmaz alışverişler yapılacak.
Ve nihayet Essaouira’dayım.
Şehre girer girmez bir sahil lokantasında balık menüsü alıp ziyafet çekiyoruz.
Bendeniz deniz mahsulü çok sevdiğimden bir çırpıda tabak temiz😊

Bu arada en iyi restoranda da yeseniz, ülkede çok hijyen beklemeyin.
Kendi çatal bıçağını taşıyan takıntılı bir tipte olmadığımdan en fazla tuzla ovup öyle kullanıyorum.
Biz yemek yerken etrafımızda Fas gençliği, akrobasi hareketleri ile dans etmeye başladılar amatörce.
Olsun! Emek var. Bahşişlerini verip çıkıyoruz restorandan.
Şehir turu başlamadan önce kısa bir okyanus molası var.
Oraların tatil köyü olarak geçen havuzlu ısıtmasız otelimize bavulları bırakıp hooppp sahile.
Kocaman bir sahil kumları gelgit nedeni ile ıslak.
Denize ulaşmak için baya sahilde yürüyorsunuz.
Kaplumbağa yavrusu olsam kavuşamadan martılar beni yerdi, o derece.
Neyse, önden suya giren grup çıkıyor, donmuş su, o kadar soğuk.
“Biz Kuzey Ege’nin çivi gibi sularında girmişiz, burası ne ola ki?” artistliği ile suya daldım ki aman yarabbi, beynim zonkladı soğuktan.

Yapacak bir şey yok. Atlantik okyanusunda yüzmeden döndüm demiyeyim. İki-üç kulaç yeterli. Sonra üşütüp de hasta hasta yol alma riskine giremem.
Okyanus sefasından sonra sıra geldi bu liman kentini gezmeye.
Kısaca bilgi vermek gerekirse; kent ve kalesi 16 yy.da Portekizliler tarafından inşa edilmiş.
Köle ticaretinin yaygın olduğu o kara yüzyıllarda Afrika’nın Atlantik kıyıları boyunca hem Portekiz hem de İspanyolların köle ve ticaret limanları bulunmakta.
Şimdilerde balıkçı kenti olan liman küçük motorsuz mavi kayıkları ile kendini dünyaya tanıtıyor.

Liman, her daim kuzeyden esen rüzgarlarla balık kokusundan yıkılıyor.
Ancak en ilginci, dişleri ve uzun cüsseleri ile Barracuda balıkları idi.

Liman kenti olmasını ve balık çeşitliliğini fırsata çeviren sadece insanlar değil tabi ki. Fas için renkli kapılar ve kediler ülkesi de diyebilirim.
Onları sevdikçe ülkemdeki hayvan düşmanlığı aklıma gelip burnumun direği sızlıyor.

Limandan ayrılıp dalıyoruz “suk”lara yani küçük çarşı sokaklara ve okyanusu seyretmek için kaleye.

Yol üzerinde buralara özgü Gnawa müziği ile sokak çalgıcılarına rastlıyoruz.
Gnawa müziği nedir?
15. ve 18 yy. aralığında köle tacirleri tarafından Afrika’nın bazı bölgelerinden (Nijer, Mali, Gana, Gine vb.) toplanarak dünyanın çeşitli bölgelerine köle olarak gönderilen bu insanların bazıları Essaouira’da kalır ve zaman içinde Müslümanlaşır.
Kendi kültürlerinde vurmalı Afrika müzikleri ile yeni dinlerinin Sufi müzik tarzını birleştirerek yeni bir müzik akımı başlatırlar.
Şimdilerde her yıl Gnawa Müzik festivalleri düzenlenmekte.
Artık çarşı pazar zamanı, en sevdiğim😊
Tuzlanmış balık (Çanakkale’nin tuzlu sardalyasına kurban olayım😊), Argan yağı, çeşitli baharatlar ve buralara özgü tuya (thuja – mazı) ağacından ilginç hediyelik objeler. Son derece ekonomik. Ancak pazarlık sünnettir ya pazarlıksız hiçbir şey almayın derim.

Hep tavsiye etmişimdir. Fas için tek bavul git, artık kaç bavul dönersen.
Fas gezisi, içinde birçok macerayı barındıran, bana farklı dünyanın kapılarını açan bir gezi oldu.
Buralarla ilgili anlatacak daha nice yol hikayelerim var.
Ancak okuyucularıma da kendi deneyimleri için fırsat vermek gerek.
Dostçakalın,
Yolda kalın…
Video-1 (Aid Ben Haddou):
Video-2 (Essaouira):
Leave a Reply