Merhaba doğa harikası Svaneti,
Sarı sıcakların kol gezdiği 2024 Ağustos ayında yüksek rakımlı ovaların, sarıçam ormanlarının ve yaz-kış karlı yüksek zirveleriyle ünlü sıra dağların cenneti Svaneti’ye çevirdim rotayı.
Yine yollara düşmeden, yöre hakkında onlarca program seyredip, hap gibi yuttum detayları.
Lokasyon hakkında biraz bilgi vermek gerekirse;
- Svaneti, Gürcistan’ın batısında yer alan, tarihi ve kültürel zenginlikleriyle ünlü bir bölge.
- Özellikle dağlık yapısı, geleneksel yaşam biçimi ve benzersiz mimarisiyle dikkat çekiyor.
- Svaneti, Gürcistan’ın en yüksek dağları olan Büyük Kafkas dağları ile çevrili ve bu nedenle de doğaseverler ve dağcılar için popüler bir destinasyondur.
Bu bilgilerle yola çıkıyoruz. İlerlerken Svaneti bölgesine yaklaştığımızı tek tük Svan Kuleleri belirince anlıyorum.
Yol boyu, köy evlerinin veya çiftliklerin bahçelerinde küçükbaş hayvanlar, kazlar ve yollara kadar çıkıp dolaşan domuzların resimlerini çekerek ilerliyoruz.
Ve nihayet bölgenin başkenti, 1400 metre rakımdaki Mestina’dayız.
Aman tanrım! Dünyanın her yerinden gelmiş, özellikle dağcı gruplarının o ihtişamlı araç, kamp ve dağcılık malzemelerinin bin bir çeşidi gözlerimin önünde.
Böylesini ancak filmlerde görürüm dediğim tüm hareketlilik tabire caizse burnumun dibinde.
Heyecandan, aracın camına suratımı dayayıp gözümü dört açıyorum. Çünkü hiçbir AN’ı kaçırmak istemiyorum.
Otelimiz, merkeze yakın, yeni açılmış bir aile işletmesi.
Uzun bir yolculuk olduğu için o yorgunlukla hemen odama çıkıyorum.
O da ne? Svan Kuleleri ve şahane dağ görselleri sunuyor oda manzaram. Bu manzara ile uyanacağım iki gün. Mutluluğumun tarifi yok😊
Svan halkı; merkezi yönetimi pek dinlemeyen, yarı özerk bir halk. İklim sert. Hatta kışın beş metreyi bulan kar kalınlığı olan köyleri ile feodal bir yapıda yaşıyorlar.
Kendi aralarında da sürekli kan davaları olan Svanlar, kuleleri olan bu taş evleri inşa etmişler.
Sorun çıktığında ya da sorun olabilecek durumlarda; besin kaynakları, mücevherleri ve en önemlisi can güvenlikleri için aile bireyleri bu kulelerde saklanırlarmış.
Her katta, gelen düşmana ateş etmek veya bir şeyler atmak için mazgal delikleri var.
Ayrıca ne kadar büyük kule yapılırsa ailenin güç ve prestiji o ölçüde büyük olur ve diğer ailelere gösterilirmiş.
Tüm bölgede toplam yaklaşık 1600 kule var ancak bunların sadece 600 tanesi günümüze kadar sağlam bir şekilde ayakta kalmış.
Kulelerin yapımı 1800’lu yılların sonunda tamamlanmış.
Çok şükür ki sağlam kalanları ziyaret edebildim.
Bu arada ziyaret edilebilen kuleler için ufak bir miktar giriş ücreti ödeniyor.
Bölgedeki ilk gün aktivitemiz, Uşba Şelalesi’ne yürüyüş.
Gribal enfeksiyon, biraz kulak ağrısı, biraz da tansiyonla başladığım yürüyüşün, bugüne kadar en çok zorlandığım rota olduğunu itiraf etmeliyim.
Grubun hep en arkasında kalarak, dinlenerek, arada çıkan tansiyon problemleri ve istifralarla, çoğunluğu tırmanış rotası ile geçen, zorlu bir yolculuk oldu.
1000 kere yarı yolda bırakıp dönmeyi düşünsem de ekip arkadaşlarımın motive edici konuşmaları ile yaklaşık 13 km’lik rotayı dört saatte tamamlayabildim.
Şanslıyım ki görüş alanımda bir değil iki tane şelale var.
Hava, yükseldikçe sertleşmiş; su, rüzgârın da gücü ile yüzümüzü kamçılıyor.
Tüm yorgunluğumla şelaleleri ve manzarayı görünce olduğum yere çöktüm ve ağlamaya başladım deli gibi. Yanımdan geçen turist ekipleri “Bir sorun mu var?” deyip yanımda bekleşiyorlar. Sorun olmadığını, sadece kafamı sallayarak anlatabiliyorum.
Çıkarken zorlandığım rotayı adeta uçarak iniyorum. Artık ne ağrım kaldı ne de yorgunluk.
Dönüş yolunda fark ettim ki; 4700 metrelik Uşba Şelale rotasını dünyanın birçok ülkesinden insan yürüyor. 70 yaşındaki doğasever de, annesinin sırtında bir yaşındaki bebe de.
Yurtdışında bu işler böyle.
Ertesi gün bölgenin en prestijli ve yüksek köyüne, Uşguli’ye gidilecek ve buzullara dokunacağız. “Chalaadi Buzulu”na bir yürüyüş daha.
Şimdi iyi dinlenmek gerek.
Öncesinde çarşıda Svan tuzu alışverişi için kısa bir mola.
Anlatılanlara göre aylarca kar yığınları kalkmayan dağ köylerinde en büyük ihtiyaç tuzdur.
Bahar geçip, yaz başında köylerinden Kutaisi’ye gelen köy halkı, hayvancılıktan elde ettikleri hayvan postu, et vb. satarak karşılığında tuz alırlarmış.
Ancak uzun ve çetin geçen kış dönemleri tuz yetmiyor.
Köy ahalisi de, tuzun daha uzun süreli kullanımı için tuza değişik baharatlar ekleyerek çoğaltmışlar. Ve gerçekten bu tuz yemeklere apayrı bir lezzet katmakta. (Hala özellikle çorbalarda ve yemeklerde kullanıyorum.)
Akşam otel sahiplerinin hazırladığı yerel Gürcü yemekleri ile damakları çatlatıyoruz.
Dağ ve Svan Kule manzaralı odamda, kuş tüyü yorganımı kafama kadar çekmiş, memleket 40 derece sıcakta n’apıyor acaba? diyerek rüyalara dalıyorum.
Bir sonraki yazımda hayatımın ilk buzul yolculuğu ve buzula dokunuş hikayemi paylaşacağım.
O güne kadar;
Dostçakalın,
Yolda kalın…
Video:
Not: Yazı içeriğinde kullanılan tüm video ve görseller yazar tarafından çekilmiştir.
canan mutluer
Bu deneyim ve anlatım tarzı beni oralara götürdü .Ayrıca tuzu da çok merak ettim…
Derya
Tuz bir harika bir daha gidersem sözüm olsun. Sevgilerimle