İlk kez 1991 yılında gezdiğim Gelibolu Yarımadası, daha o yıllarda savaştan kalan mektupların bizlere okunması, burun buruna savaşan her iki ordudan kalan materyaller ve o büyük zaferin destansı anıları ile gönlümde ayrı bir yer edinmişti.
Yıllar içinde bu lokasyona yüklediğim manevi mana ile abartısız her mevsimde tüm yarımada içinde ayak basmadık yer bırakmadım.
Aslında yarımada o kadar büyülü ki oraların maviye karışan yeşilinin kokusunu ciğerlerinize bir kez çekmeniz yeterli.
Bugün, dünyanın gözünün üstünde olduğu, bu çok kıymetli ve hatta maneviyatı yüksek toprakların düşmanın geçemediği ve dünya literatürüne “Çanakkale Geçilmez” olarak yerleşmiş bir olgunun efsane doğasını değil, nasıl ateşle imtihan edildiğini ve doğasının katledildiğini dilim döndüğünce kelimelere dökeceğim.
Evet, yarımadayı ilk gezdiğim 90’lı yıllar ile 2024 yılları arasında, yarımada içerisi ve çevresi dahil bazı çalışmalar (Yeni müzeler, Abidenin yenilenen çevresi, Seddülbahir ve Bigalı kaleleri, Türk şehitlikleri ve yabancı Anzak mezarlıkları, çevresel düzenlemeler vb.) ile çehresi çok değişti.
Yazın, yerli turistin akın ettiği (Anzak günü hariç yabancı turist yıllar öncesine göre az ☹) bu topraklar da, -ne kadar çevre düzenlemesi ve yenilenen yollar yapılırsa yapılsın- bana sorarsanız “Maalesef hak ettiği değeri hâlâ göremedi.”
Ve 16 Ağustos 2024 tarihinde çıkan yangınla düşmana değil, ateşe teslim oldu.
Yangından sonra ilk kez yarımadaya ayak basıyorum.
Buraların o yeşilden maviye geçişini okuyucuya bir de ben anlatmayı çok isterdim.
Oysa hayatın belki de görmek istemediğimiz o karanlık yüzü ile yüzleşip yanmış yarımadayı anlatmak yazılarıma nasip oldu.
Sebebinin insanoğlunun cahilliği, ihmali, vicdansızlığı, ihaneti -adını siz koyun, önemli olan adı değil zaten- olan bu felaketin bıraktığı hasarı görmek içimi çok acıttı.
Ataların emaneti olan bu topraklarda artık yeşilden değil, siyahtan maviye geçiş☹
Hala yanık kokusu var o canım Anzak koyunda, Büyük Anafartalar köyünde, Serçetepe’de. Ağaçların bazıları çığlık atarken donmuş gibi yanık. Kapkara dalları ile alanlar korku ormanı olmuş.
Oraları gezerken görüp resimlediğim kaplumbağaların, tilkilerin, baykuşların durumunu düşünemiyorum bile.
Savaş destanlarının yazıldığı bu topraklar korku filmleri dekoru sanki.
Yarımadanın ekosistemi can çekişiyor.
Yüzyıllardır kaderinin efendisi olmuş bu topraklar, şimdi kaderine terk edilmesin. Tek dileğim.
Sadece Gelibolu Yarımadası değil. Ben bu yazıyı hazırlarken Denizli’deki ormanlar da beş gündür yanıyordu.
Tüm doğa severlerin dilinde “tüy bitti”; sigara izmaritlerinizi, çöplerinizi ormanlık bölgelere atmayın, diye.
Doğamızı koruyalım. İlk fırsatta küçücük bir toprak parçasına dahi ağaç dikelim.
Evlatlarımıza bırakacağımız, milli gururla anlatacağımız efsanevi savaş başarılarımızın yanında mirasımız, bu toprakların habitatıdır.
Doğayı yorumlamak için, onun sessiz harflerine aklın sesli harflerini eklemek gerekir.
Doğa’nın bereketi üzerimize olsun.
Video:
Not: Yazı içeriğinde kullanılan tüm video ve görseller yazar tarafından çekilmiştir.
Nurhan emir
Doğayı yorumlamak için, onun sessiz harflerine aklın sesli harflerini eklemek gerekir.👏👏
Siyahtan maviye geçiş 😔
Ellerine sağlık 🙏🙏 Çocuklarımıza mavi yeşil bir dünya bırakabilmek ümidiyle🙏
Derya
Tüm yorum ve geri bildirimleriniz için çok teşekkür ederim.
Engin
Derya tum ictenligin kelimeleerle ne guzel de dokulmus tebrikler.