“Önyargıları parçalamak, atomu parçalamaktan daha zordur.” A. Einstein
Hakkari yolculuğum öncesi aldığım geri bildirimler bana bu sözü onlarca kez hatırlatmıştı.
Oysa ben denizlerden daha çok dağlara aşıktım.
En çok bu duygu yoğunluğuyla Hakkari gezisine “varım” dedim.
Gitmeden önce hem o yöreyi anlatan içerikleri okuyup hem de birçok gezginin videolarını seyrederek az da olsa bir fikir sahibi olmaya çalıştım. Yöre halkının meşhur misafirperverliğinin yanı sıra, sadece filmlerde gördüğümüz yaşam mücadeleleri en çok merak ettiğim konulardan birisiydi. Bunun yanında aşiretlerin devam ettirmeye çalıştığı o feodal, kapalı toplulukların yaşama karşı duruşlarını izlemek, mümkün olduğunca deneyimlemek için düştük yollara.
Van üzerinden yola çıkıp bir gece karanlığında virajlı olduğunu göremediğim ama hissettiğim yollardan vardık Hakkari’ye.
Gece olduğu için şehri görme şansımız çok olmadı. Doğrudan otelimize gittik.
Ağustos ayının sarı sıcağını önce dağlar çekmiş ciğerlerine, sonra da şehre yansıtmış, Allah ne verdiyse.
Saatler gece yarısını çoktan geçmiş, otel odamın camları açık, yöre halkı sokaklarda. Çok haklılar, bu sıcakta evlerde durmak ne mümkün!
Sıcaktan yatağa yapışmış ve sızmışım.
Saatin kaç olduğundan emin değilim, birden açtım gözlerimi. O yoğun uğultu halindeki insan sesleri bitmiş, sokak köpeklerinin havlama sesleri ile yankılanıyor oda.
Sahi kaç köpek var havlayan?
Ses, şehri kale surları gibi çevirmiş dağları tek tek dolaşarak yükseliyor.
İlginç bir gece. Derin bir sessizlikte kuş kanatlarının ve köpek havlamalarının dağları dolaşarak sadece odada değil, kulaklarımda da yankılanmasıyla tan ağarıyor.
Acayip merak içerisindeyim, sabah olduğunda nasıl bir şehirle karşılaşacağım acaba?
Ve sabah oldu. Kaldığımız otelin en üst katındaki kahvaltı salonunun camından şimdi daha iyi anlıyorum o yankıların nedenini. Yer gök dağ!
Çorak dağlar, yüce dağlar, yılan gibi kıvrıla kıvrıla yükselen dağlar…
Burada dağlar kimi gerçek, kimi efsane onlarca hikâyeye ev sahipliği yapmış. Ve nice acılara, türkülere konu olmuş.
Acı da bizim, mutluluk da. Ancak ilk defa geldiğim bu topraklarda ayak izimi bırakma zamanı.
Son zamanlarda bölge, kötü anılarını ve biraz da kötü kaderini silmek için dağ tırmanışı ve yürüyüş rotaları ile yerli ve yabancı turistleri ağırlıyor.
Yöre insanı çok memnun bu durumdan. Ekonomiye de can, yörenin gelişmesine de.
Aslında söz konusu buralar olunca konuşacak o kadar konu var ki. İnsanların psikolojisinden sosyal hayata, konuşulan dillerden ekonomiye, siyasetten kültüre, belki çoğumuzun bilmediği bir dünya var burada. Ben birazını görmüş olduğum için şanslı sayıyorum kendimi.
Yani ben buraları ne kadar anlatmaya çalışsam da eksik kalacak.
Anlattığım değil, anladığınız kadar hissedeceksiniz.
En iyisi siz de bu dağların yüceliğini, ulaşılması zor zirvelerini, şelalelerini, kâh yeni gelin gibi nazlı nazlı, kâh deli küheylan gibi hızlı akan Zap suyunu, buzul göllerinin güzelliğini, dağ yollarında yükseldikçe tepenizde uçmaya başlayan kartalları, vahşi, henüz bozulmamış doğasını, endemik bitki türlerini, göçer berivanların günlük yaşamlarını kendiniz deneyimleyin.
Efsaneli dağların başkenti Hakkâri’ye hoş gidiniz…
Not: Yazı içeriğinde kullanılan tüm video ve görseller yazar tarafından çekilmiştir.
Hasan
Hakkarlar şehri, COLMEREK… Dağların BASKENTİ. Güzel deneyimler..
Ayşegül Karaçocuk
bir de senden dnlemek ayrı keyif oldu.Teşekkürler