Yeşil Mavi

Ayşegül Karaçocuk, Öyküler

Sait Faik’in Adasında Bir Gün

Sıcak bir ağustos günüydü. Kavruluyordu her yan. Uzaktan baktığımda ağaçsızdı kocaman şehir. Koca gri mezar taşlarını andırıyordu binalar. Vapura zor attım kendimi. Şehrin artık tanıdık olmayan silüetine bakmamaya çalışarak, köpüren sulara ve martıların çığlıklarına odaklanmaya gayret ettim.

Değişmeyen sadece onlar kalmıştı. Sıcak esintiyle yol almaya başlayan vapurun arkasına bir yere yerleştim. Şehrin üst üste hali, tazyikli kalabalığı geride kalıyor gibiydi.

Yitik Şehir

Şehir uzaktaydı…

Şehir köpüklerin ardında,  

Ağaçsız, rüzgârsız ve griydi.

Şehir yitikti, sahipsizdi.

Kulaklarım uğuldadı, ter damlacıkları kapladı alnımı.

Bulantı geçti içimden. Güneş tepede, sıcak dayanılmazdı.

Vapur beklenmedik şekilde kalabalıklaşmıştı.

Şehirden kaçarak uzaklaşmak isteyen uğultulu insan kalabalığı. Kendimi iyice yalnız hissettim.

Vapurun korkuluklarına dayanıp, beyaz köpüklere odaklanmaya çalışarak bulantımın geçmesini bekledim…

Ana karadan öfkeli ayrılmıştım.

Şehre kızmıştım. Şehrin insanına, öfkeliydim.

Bu beton yığınına öfkeliydim, bu denli kaçılası hale nasıl gelmişti?

Benim tanıdığım, bildiğim yer olmaktan ne zaman vazgeçmişti güzel şehrim…

Kendime öfkelendim sonra.

Bu şehir yok olurken ben neredeydim?

Yazarla Buluşma

Vapur adaya doğru ilerledikçe kendime geliyordum. Deniz köpürdükçe açılıyor gibiydim…

Sait Faik’in izinden doğruca Burgazada’ya yola çıkmıştım.

Yaklaştıkça pencere önünde oğlunu bekleyen Makbule Hanım’ı görmek istercesine heyecanla Ada’nın sırtlarındaki evlere bakındım.

Ada’nın avare rüzgârlarını sırtımda, yazarın sözcüklerini yanı başımda hisseder gibiydim.

Ada’nın Yeli

Bulantımın geçmesi için iskeledeki çay bahçesinde iki lokma atıştırmak istedim. Meydandaki çınar ağacını serin gölgesinde soluklandım. Oturduğum an içim açıldı. Rahatladım.

Şehrin karmaşasından uzak, gelip geçeni izlemeye koyuldum. Sait Faik’in gözleriyle bakmaya çalıştım.

Bir çay istedim.

“Demli olsun…”

Gidip Ada’nın eski pastanesinden ay çöreği aldım, epeydir böylesini yememiştim. Tadı, dokusu, küçüklüğümde yediklerim gibiydi. Adeta Ada’nın kokusu sinmişti. İri kuru üzümleri, cevizi, kakaolu tadı hatırladığımdan da iyiydi…

Her yer sıcaktan kavrulurken nispeten serin bir köşe olan ulu çınar ağacının altında oturmak iyi geldi…

Sait Faik’in gözleriyle görmek, onun gördüklerini anlamaya, hissetmeye çalışmak, günü aylak dolanarak geçirmekti niyetim. Yanımda getirdiğim kitabımı açtım, satırlarından birine göz attım:

“Sana koşuyorum bir vapurun içinde

Ölmemek, delirmemek için.

Yaşamak; bütün adetlerden uzak

Yaşamak…

Hayır değil, değil sıcak

Dudaklarının hatırası;

Değil saçlarının kokusu

Hiçbiri değil.

Dünyada büyük fırtınaların koptuğu böyle

Günlerde

Ben onsuz edemem.

Eli elimin içinde olmalı,

Gözlerine bakmalıyım,

Sesini işitmeliyim.

Beraber yemek yemeliyiz

Ara sıra gülmeliyiz.

Yapamam onsuz edemem.”*

Baba Evi  

Sıcak günün sabahında eve giden kısa ama dik yokuş tırmanmaya koyuldum. Onunla karşılaşacağım için heyecanımı gizleyemiyordum.

Kapını önüne geldim, hiçbir anını, anıyı kaçırmak istemiyordum, fotoğraf çektirmeyi sevmediğim halde her köşede, dolabın, yazılı her sayfanın önünde anı fotoğrafı çektirdim.

Okuduğu kitabı, giydiği pijamasını, pencere önünde oturduğu koltuğunu gözlerimle sevdim.

Edebiyatımızda derin iz bırakmış bir yazardı. 70 yıl önce aramızdan ayrıldı ancak ona denk hiçbir kimse olmadı.

Hakkında söylenenler, yönelimi, beni düşündüren bir konu olmadı hiçbir zaman, insanlığa bakışı ile örnek oldu. Eğitiminde, iş hayatında dikiş tutturamamıştı. Ticaretin de onun için olmadığını anlayınca kendini tamamen yazmaya, yaşamaya adadı.

Varlıklı bir kesimden olmasına rağmen kenar mahalle yaşantısını, “küçük insan”ların dünyasını bize anlattı.

Beyoğlu kıraathaneleri, esnaf lokantaları, işsizler, evsizler onun gözlem kaynağıydı. Acı çeken insanla ahbaplık etti. Kalbini dinleyen bir söz ustasıydı. İnsan olmanın tasasını gördü, yanı sıra okuyanlarına her daim yaşama inancı verdi. Vicdanlı, sıradan olabilen, ağacın gölgesinden, akan çeşmeden zevk alabilmeyi hatırlattı. Basit hazları, küçük anların sevincini gösterdi.

“İnsanın en fenasında bir iyi tarafın bulunduğunu biliyoruz. Biz o iyi tarafı bulmaya, ondan istifade etmeye mahkûmuz, mecburuz.”**

Ziyaretçilerinin yazdıkları mektuplar, bıraktıkları notlar anlatıyordu bize, fazla söze gerek yoktu. İnsanların ona olan sevgisini, yapıtlarıyla hissettirdiği gerçeklik, okuyanda bıraktığı acı bir his, tarif edilmez içtenlik, basitlik…

Bu yönüyle kadim bilgeliğin sırlarını insan arayıcılığıyla keşfetmiş bir yazardır. Bu da her bir sözüne yansır:

“Balığa çıksın çıkılmasın, satılmasın, ümit her zaman vardır.”***

“Bu iyi, temiz, sıhhatli, küçük insanların uykusu bambaşka bir şey. Uyuyanın iyi, güzel, dinlendirici dünyasına seyreden agâh oluyor gibidir.”****

Kırk sekiz yıllık kısa ömrü sıradan olmanın, insanlığın ne denli değerli olduğunu gösteriyordu bizlere. Farklı bir yaşantının da var olduğunu hissetmek ne güzeldi, balıkçının kokulu abası, küçük oğlan çocuğunun kirli yüzü, hayat kadınının hoyrat parmakları ne güzeldi…

Ziyaret bittiğinde, annesi tarafından iyi ki müzeye dönüştürülen ve Darüşşafaka’ya devri sayesinde sahip çıkılan köşkten, bizim gibi ayrılamayan, biraz daha onunla vakit geçirmek için bahçesinde oturan kişiler doluydu.

Yaşlı çitlembik ağacının gölgesine sığışarak oturduk. Defalarca satın aldığım öykü kitaplarından birkaç tane daha seçtim. Yerde tevazu, gökte ferahlık vardır, sözünü anımsayarak okumaya koyuldum.

Günümün kalanını ustanın izinde, Ada’da avare avare dolaşıp, iskele gördüğüm dondurmacıya da uğramayı ihmal etmeden kalan günün keyfini çıkarmaya karar verdim.


* Sait Faik Abasıyanık, Şimdi Sevişme Vakti ve Diğer Şiirleri

** Sait Faik Abasıyanık, Medarı Maişet Motoru, s.21

*** Sait Faik Abasıyanık, Medarı Maişet Motoru, s.25

**** Sait Faik Abasıyanık, Medarı Maişet Motoru, s.49

100% LikesVS
0% Dislikes

Leave a Reply