Teknoloji yararlı mı zararlı mı? Zararlıysa neden hala kullanmaya devam ediyoruz? Yararlıysa zararlarını ne yapacağız? Teknolojiye kim yön veriyor? Kullanıcılara rağmen teknoloji mümkün mü? Teknoloji toplumsal, kültürel, ekonomik yaşama nasıl etki eder ve bu etkiyi yönlendirebilmek mümkün müdür? Bunlar ve benzeri birçok soru, teknoloji felsefesi kapsamında yanıtları tartışılan sorular. Adı üzerinde felsefi sorunsallar olduğu için yanıtı kolay bulunamayacak ancak tartışmaya devam edilecek konular.
Şu anda insanlığın yaşamı anlama serüveninin temel referansı olarak elimizde bilimin olduğunu -tabi ki bilimi de mutlaklaştırmadan ve sürekli bir değişim içinde olduğunu göz ardı etmeden- düşünebiliriz. Bilimin hayata uygulanması anlamında teknolojinin de en basitinden en karmaşığına kadar oldukça geniş bir kullanım alanı olduğunu biliyoruz. Bunlar arasında özellikle iletişim teknolojilerinin son dönemde oldukça öne çıkmaya başlaması, yukarıdaki soruları tekrar gündeme getirdi.
Özellikle geleneksel teknolojiye göre çok daha fazla sayıda insanın hayatına giren cihazlarla (Internet, TV, bilgisayar, mobil cihazlar ve bunlar üzerindeki sistem ve uygulamalar) birlikte teknolojilerin bireysel ve toplumsal hayattaki etkilerini çok daha yoğun yaşamaya başladık. Henüz çok yeni olmalarına karşın inanılmaz bir hızla yayılan ve etkiye sahip olan bu teknolojilerle ilgili daha çok konuşup tartışacağız gibi görünüyor. Ben de bu yazıda konuya giriş niteliğinde bazı noktalardan söz etmek ve özellikle bu teknolojilerin bireysel ve toplumsal karar alma süreçlerimize etkileri üzerine kısaca görüşlerimi paylaşmak istiyorum.
Çok değil 20-30 yıl önce neredeyse bu teknolojilerin hiç birisinin olmadığını ve bugünse neredeyse her insanın şu ya da bu düzeyde bu cihazlarla birlikte yaşadığını düşünürsek aslında ne kadar ciddi bir fenomenle karşı karşıya olduğumuzu daha rahat anlayabiliriz. Bu sürecin hızlanarak devam edeceğinden de neredeyse eminiz. İletişim teknolojilerinin yaşantımızda yol açtığı en çarpıcı değişimlerden birisi, her birimizin yaşantısında çok ciddi oranda bir zaman kaybına yol açması oldu. En mütevazi olanlarımız bile günde birkaç saatini Internet, cep telefonu, bilgisayar, TV başında zaman geçiriyor. Gününün uyku dışında neredeyse tamamını bu ekranların herhangi birinin karşısında geçiren insan sayısının da çok ciddi rakamlara ulaştığını biliyoruz. Dolayısıyla belki ilk vurgulamamız gereken nokta, bu cihazların hayatımızdan çaldığı zamanın çokluğu diyebiliriz. Çok daha önemli ve kendilerini mutlu edecek şeylerle uğraşmak yerine insanlar hayatlarını ekranların başında tüketiyorlar.
Diğer yandan bu cihazların insanı toplumsal yaşamdan -fiziksel anlamda- uzaklaştırıp yalnızlaştırdığını da biliyoruz. Bir hafta boyunca hiç evden çıkmayıp hiç gerçek insan yüzü görmeyen ve yalnızca önündeki ekranlar üzerinden hayatı yaşayan (iş, oyun, Twitter, Facebook, Instagram, film-dizi izleme, mesajlaşma, haber okuma vd.) insanlar tanıyorum. Fiziksel dünyadan kopup yalnızca sanal bir dünyada uzun süre yaşayan insanların psikolojik, kültürel, fiziksel vd. birçok sorun yaşaması kaçınılmaz oluyor.
Ayrıca bu cihazlara bakarken (hatta bakmazken) aklımızın sürekli oradaki uygulamalarda / mesajlarda olması ve onun dışında başka bir aktiviteye yeterince dikkatli bir şekilde eğilemiyor olmamız da çok önemli bir konu. Bu konuda Johann Hari’nin yazdığı “Çalınan Dikkat: Neden Odaklanamıyoruz?”* kitabında oldukça çarpıcı bilgi ve gözlemler bulunuyor. Kitabın tamamının okunmasını tavsiye ederek önemli gördüğüm bazı noktaları burada dikkatinize sunmak istiyorum.
Öncelikle kitapta da belirtildiği gibi genel olarak bilginin bize nasıl ulaştığı, ulaşan bilginin içeriğinden daha önemli olabiliyor. Bu anlamda örneğin Twitter, “Dünyada hiçbir şeye uzun süre odaklanmamalısın. Dünya 280 karakterden oluşan, kısa, basit ifadelerle anlaşılabilir.” mesajı veriyor. Facebook, “Hayatınız, başkalarının görmesi için var olan bir şey. Bir kişinin hayatının bazı anlarına bakıyorsanız ‘arkadaş’sınız demektir. Arkadaşlığın anlamı budur.” demiş oluyor. Instagram ise “Önemli olan dışarıdan nasıl göründüğünüz ve dışarıdan nasıl göründüğünüzün insanlar tarafından beğenilip beğenilmediğidir.” diyor. Ancak biliyoruz ki gerçek dünya yalnızca bunlardan oluşmuyor ve çok daha farklı yönler de barındırıyor. Ekran bağımlılığı bizi bu gerçeklikten uzaklaştırıp yanılsamalı bir dünyaya hapsediyor.
Yine beynimiz aynı anda sağlıklı olarak sadece tek bir şeye odaklanabiliyor. Ancak biz örneğin bir yandan telefonumuza bakarken diğer yandan başka bir şey yapmaya çalıştığımızda (okumak, konuşmak, dinlemek, düşünmek vd.) hiç birisinden gerekli verimi alamadığımız gibi bu durum hem bizi yoruyor hem de sağlıklı üretimlerden alıkoyuyor. (Örneğin bir deneyde iki gruba ayrılan öğrencilerden bir grubun sınavda telefonları açık, diğer grubun kapalı tutulmuş. Kapalı olanların açık olanlara oranla yüzde 30 daha başarılı olduğu görülmüş.)
İlginç bir nokta da çoğu zaman kendimizi bu uygulamalar üzerinden var ediyor olmamız. Çoğunlukla bunlar olmadığında “Sen önemli değilsin, bir anlamın yok!” duygusuna kapılıyoruz. Internette tanıdığımız-tanımadığımız herkes bu uygulamalar üzerinden bize bol bol beğeni gönderirken zihnimiz sürekli ödül ister duruma geliyor, kalp ve beğeni açlığı çekiyoruz. Buna karşın fiziksel dünyada bu kadar sık ve doğrudan bir ödüllendirme durumu olmadığı için sık sık telefonumuzu elimize alıp bakma ve buradan anlam arama ihtiyacı duyuyoruz.
Ekran bağımlılığının en önemli sonuçlarından birisi de derinlik konusu. Bu şekilde bilgiye çok hızlı erişiyoruz ancak karşılığında her türlü derinliği feda ediyoruz. Sürekli ekrana bakmaktan dolayı kitap, gazete, makale gibi uzun metinleri okuma becerimizi kaybetmeye başlıyoruz. Dünya karmaşık bir yer ve anlaşılması için odaklanmak gerekiyor. Ancak zihnimizi zorlayan metinlerle baş etmemizi sağlayan bilişsel sabrı, dayanıklılığı ve beceriyi kaybettikçe çok kısa yazıları bile okumakta zorlanıyor, onların yerine yalnızca video izler duruma geliyoruz. Konuyla ilgili olarak Hari şunları söylüyor: “Ekran alışkanlığı arttıkça okumak keyifli bir uğraş olmaktan çıkıp kalabalık bir süpermarkette ihtiyacımız olanı alıp hemen çıkmaya benzer hale geliyor. Derinlemesine odaklanma biçiminin böyle bir hızla ve bu ölçüde azaldığı bir dünyanın başına neler geleceğini merak etmeye başladım. Düşünmek gitgide daha az insanın yaptığı, opera veya voleybol gibi sadece ufak bir azınlığın ilgisini çeken bir şey haline geldiğinde neler olacak acaba?”
Yazarın çok güzel bir benzetmesi var. “Telefonlarımıza çoğumuz bebeğimiz gibi davranıyoruz.” diyor. “Taze ebeveynler olarak onun için tetikte olmamız gerektiğini hissediyoruz. Ona dikkat etmemiz gerektiği için pek derin uyumuyoruz. Çağrı bekleyen itfaiyeciler gibiyiz. Bir şey oldu mu acaba diye sürekli gerginlik içindeyiz.”
Öte yandan bu uygulamaların şu an geldiği durum ne yazık ki çoğunlukla insan doğasının çirkin ve yüzeysel taraflarını da besliyor. Örneğin Twitter’a baktığımızda sanki tüm dünya kafayı bizimle bozmuş, bizi seviyor, bizden nefret ediyor ya da sürekli bizden bahsediyor sanıyoruz. Bir araştırmaya göre tweet.lere eklenen her şiddet sözcüğüyle (saldırı, kötülük, suç, vd.) beraber paylaşılma oranı ortalama %20 artıyor. Yine başka bir çalışmaya göre sahte haberler gerçek haberlere göre altı kat daha büyük bir hızla yayılıyorlar. Youtube videolarına “Nefret ediyor, mahvediyor, yok ediyor” gibi başlıklar konduğunda çok daha fazla izleniyor. Facebook’ta da benzer şekilde olumsuzluğun daha çok yayıldığını görebiliyoruz. Bu şekilde birilerine kızdığımızda fikirlerin niteliğine daha az önem veriyor ve daha sığ, daha dikkatsiz bir şekilde düşünüyoruz. Çok sayıda insan bu şekilde zamanını sinirlenerek geçirdiğinde ise toplumsal kültür değişmeye başlıyor. Şiddet ve tahammülsüzlük bütün toplumun iliklerine işliyor.
Johann Hari, kendisinden örnek veriyor: “Kendi hayatımda takipçi sayısı ve paylaşımlar bakımından Twitter’da en popüler olduğum zamanların insan olarak en işe yaramaz olduğum zamanlara denk geldiğini fark ettim. Dikkat eksikliği çektiğim, basite kaçtığım, iğneleyici olduğum zamanlardı bunlar. Çok fazla kitap okuduğum zaman dönüştüğüm kişiyi seviyorum. Ancak sosyal medyada çok fazla vakit geçirdiğimde dönüştüğüm kişiyi sevmiyorum.”
Toplumlarda sağlıklı bir demokrasi için insanların gerçek sorunları yalan ve manipülasyonlardan ayırt edebilecek, bunlara çözüm bulabilecek, çözüm sunamayan liderlerden hesap sorabilecek nitelikte olması gerekiyor. Ancak ekran bağımlılığı, insanların birey olarak dikkat gösterme becerilerine zarar veriyor. Bunun sonucunda kafaları öyle gülünç saçmalıklarla doluyor ki gerçek tehlikeleri (örneğin otoriter liderleri, iklim krizini, ekonomik sorunları vd.) gerçek olmayan tehlikelerden (örneğin çocukların televizyona bakarak eşcinsel olacağını düşünmek vd.) ayırt edemez hale geliyorlar. Buna yeterince maruz kalan her toplum zamanla gerçeklikten kopuyor ve öfke içinde kaybolup sorunlarına çözüm bulamaz hale geliyor. Dikkat becerisinin kaybolması, sağlıklı işleyen bir topluma sahip olma özelliklerinin de kaybolması anlamına geliyor.
Dünyada savaşlar, iklim krizi de dahil her türlü toplumsal/siyasal sorunların çözümü mümkün olabilir. Ancak bunun için insanların berrak bir zihne sahip olmaları ve sorunlara odaklanabilmeleri gerekiyor. Hari’nin ifadesiyle: “Üç dakikada bir ekran değiştiren, öfkeyle birbirine bağırıp duran, sersemleşmiş toplumsal kesimlerin uygulayabileceği çözümler değil bunlar. Dünyanın sorunlarını çözmek için öncelikle dikkat sorununu çözmek gerekiyor. Yalanlar içinde kaybolduğumuzda, sürekli diğer insanlara atarlanıp durduğumuzda neler olup bittiğini anlayamaz hale geliyoruz. Bu şartlar altında karşı karşıya olduğumuz ortak sorunlarımızı çözemez hale geliyoruz.”
Başta da belirttiğim gibi genelde teknolojinin özelde ise iletişim teknolojilerinin toplumsal yaşamdaki etkileri, oldukça geniş ve derinlikli bir tartışmayı hak ediyor. Yazının sonuna geldiğimiz için tartışmanın devamını başka yazılara bırakıyorum. Ancak belki şimdilik son söz olarak şunu söyleyebilirim: Başka her şey gibi teknolojinin amacının da insanlığımızı güçlendirmek ve diğer tüm bileşenleriyle beraber doğa içinde saygılı, barışçıl, mutlu bir yaşam sürmeyi kolaylaştırmak olduğunu düşünüyorum. Bu anlamda her türlü teknolojiyi kullanırken bu ilkeyi gözetmemizde yarar var. Gereksiz ışıkları söndürdüğümüz, akan musluğu kapattığımız gibi televizyonun karşısında saatlerimizi geçirirken, bilgisayar başında günlerce otururken, telefon elimizde sürekli oynarken ya da bir tweet atarken, bir paylaşıma yorum yazarken de kendimize şu soruyu sormamız gerekli: Bu yaptığımın anlamı ne? Bana ve dünyaya ne faydası var, nasıl bir değer katıyor?
*Çalınan Dikkat: Neden Odaklanamıyoruz?, Johann Hari, Metis Yayınları, 2022, Çev: Barış Engin Aksoy
Leave a Reply