Mümin Sekman’ın çok bilinen “Her Şey Seninle Başlar”* adlı kitabı, öğrenilmiş çaresizlik ve başarı kavramları konusunda oldukça zihin açıcı bir yaklaşım ortaya koyuyor. Deprem nedeniyle zor günler geçirdiğimiz şu dönemde bu kavramlar çok daha fazla önem kazanmış durumda. Ben de bu yazıda bu kitaptan yola çıkarak öğrenilmiş çaresizlik kavramını ve bunun başarıyla ilişkisini tartışmaya çalışacağım.
Sekman’a göre öğrenilmiş çaresizlik, kişinin herhangi bir durumda çok sayıda başarısızlığa uğraması durumunda bir şey yapsa da artık hiçbir şeyin değişmeyeceğini, olayların kendi kontrolünde olmadığını, o konuda bir daha asla başarıya ulaşamayacağını düşünüp bir daha deneme cesaretini kaybetmesidir. Geçmişteki acı deneyimlerden çıkan negatif şartlanmaların bugünkü davranışları belirlemesidir.
Aslında öğrenilmiş çaresizlik duygusu her birimizin yabancısı olmadığı bir durumdur. Hemen hepimiz bir şeyleri defalarca dener, yanılır, eğer başarısız olmuşsak genellikle umudumuz kırılır ve yeni bir deneme yapmaktan vaz geçeriz. Sonra da bir daha yanılmamak için bir daha denememeyi öğreniriz. Kendimizce akıllılık ederiz. Sonuç alamayacağımız bir şey için zaman, enerji ve çaba harcamaz, kendi gözümüzde daha fazla aptal durumuna düşmek istemeyiz. Aslında belki de bu sırada şartlar değişmiş ve eğer denersek başarılı olabileceğimiz bir hale gelmiştir ama biz genellikle ezberlediğimiz gibi yaşamaya devam ederiz. Böylece başarısızlığı öğrenmiş oluruz.
Biliyoruz ki başarısız olmayı öğrenenler, genellikle başarısızlık üreten zihniyetlerini çevredekilerin beynine de yükleyerek onları da başarısızlığa sürüklerler. Örneğin babalar, kendi önyargılarını ‘hayat dersi’ diye çocuklarına öğretmeye çalışırlar. Çocuklar da ‘biz babadan böyle gördük’ anlayışıyla yaşayan bir anlayışa sahiplerse, hayatları boyunca babalarının ötesine gidemezler. Bu nedenle hayatta bazı şeyleri bilmemek bazen çok büyük avantajdır. Özellikle başarısız insanlardan alınmış başarı derslerini!
Bir hedefe doğru yürürken dış engeller kendiliğinden ortadan kalkabilir ama iç engelleri zihnimizden bizim kaldırmamız gerekir. Sekman, konuyla ilgili olarak şunları söylüyor:
“Her sabah dünya yeniden kurulur. Her sabah şartlar yeniden oluşur. Her gece ihtimalleri yeniden düzenler. Dün olmayan bugün olabilir hale gelir, bugün olabilen yarın olmayabilir. Her gün ihtimallere ‘yoklama çekmek’ gerekir. Bildiklerinizin son kullanma tarihine, en az marketten aldığınız süt kadar dikkat etmeniz gerekir.”
Hayatımızda zaman zaman karşımıza çıkan gerçek çaresizlik durumlarıyla öğrenilmiş çaresizlik durumu aynı şey değildir. Bu nedenle bir sorunla karşılaştığımızda şu soruyu kendimize sormamız önemlidir: Gerçekten çaresiz durumda mıyım yoksa çaresiz olduğumu mu zannediyorum? Gerçekten çaresiz olmadığımız halde çaresiz olduğumuzu sanarak, çözebileceğimiz bir sorunu çözmek için hiçbir şey yapmadığımızda ‘öğrenilmiş çaresizlik’ durumunu yaşıyoruz demektir.
Aslında yeterince ararsak muhtemelen bir yerde umuda giden bir yol olduğunu görebiliriz.
Shakespeare, ünlü sözünde insanların korku ile ilişkisini çok güzel özetliyor: “İnsanlar sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için. Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için. Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten çekindiği için. Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten ürktüğü için. Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetin bilmediği için. Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için. Ve ölmekten korkuyor, dolu dolu yaşamadığı için.”
Sekman, öğrenilmiş çaresizliğin sonuçlarının depresyon belirtileriyle (kendine güven eksikliği, zayıf problem çözme yeteneği, dikkat eksikliği, umutsuzluk hissi vb.) çok benzediğini ifade edip öğrenilmiş çaresizliğin bir çeşit depresyon olduğunu iddia ediyor. Buna göre başlarına gelen her olayda kendini suçlayanlar açık, sürekli başkalarını suçlayanlar ise gizli (maskeli) depresyon yaşarlar. Sekman, konuyla ilgili olarak çok önemli olan şu noktaların altını özellikle çiziyor:
“Öğrenilmiş çaresizlik psikolojisinde uzun süre yaşayan bir kişinin davranışları ile sonuçları arasındaki bağlantıyı görme yeteneği zayıflar. Bu yüzden davranışlarının sonuçlarına karşı özensizleşirler. Bu kişiler kendi iradi seçimlerine değer vermezler. Müebbetten yatanların kendilerine ‘kader kurbanı’ demelerinin de, gazetelerde okuduğumuz incir çekirdeğini doldurmayacak nedenlerle işlenen cinayetlerin de nedeni, seçimlerinin sonuçlarını görememektir.”
Öğrenilmiş çaresizlik ile kardeş bir kavram olan öğretilmiş çaresizlikte ise, kişi herhangi bir deneme yanılma yaşamasa da toplum tarafından bireye çaresizlik kültürü yüklenir. Öğretilmiş çaresizlik kültüründe bireye neleri yapmamaları gerektiği o kadar güçlü bir şekilde öğretilir ki, o kişi o alanda yeni bir denemede bulunmayı aklından bile geçirmez. Kişi deneyip yanılmadan doğuştan kaybetmeyi kabul eder.
Sekman, öğrenilmiş çaresizlik konusunda Doğu toplumlarıyla Batı toplumları arasındaki kültür farkının da altını çiziyor. Yazara göre öğrenilmiş çaresizlik, batı toplumları için psikolojik bir problem, doğu toplumları için ise bir kimliktir. Doğu toplumlarında öğrenilmiş çaresizlik bir yaşam tarzıdır. Dini inançların bir parçasıdır. Türküler onu anlatır, atasözleri onu öğretir. İçli şarkılar, romantik filmler, arabesk müzik, onun üzerine kuruludur. Öğrenilmiş çaresizlik, doğu toplumlarında normalleştirilmiştir. Gelenektir, töredir. Doğu toplumlarında çaresizlik genellikle deneme yanılma ile öğrenilmez; evde anne-babadan, okulda öğretmenden, askerde komutandan, camide din adamından, sohbette en yakın arkadaştan öğrenilir. Yazara göre Batılılar deneyip yanılıp çaresizliği öğrenir, bizim toplumumuz ise çaresizliği doğar doğmaz bize öğretir ki deneyip yanılmayalım!
Gerçekten de öğrenilmiş çaresizlik; kaybedenlerin kimliği, kaderi, hayatı açıklama tarzı ve içinde yaşattığı hayat arkadaşıdır. Doğu toplumlarında insanın içinden öğrenilmiş çaresizliği çıkardığınız zaman, ‘kendine ait bir parça’yı kaybetmenin hüznünü yaşar. Hatta birçoğu onsuz nasıl yaşayacağını bile bilemez çünkü onsuz hemen hemen hiç yaşamamıştır. Ondan kopamaz çünkü en kötü günlerinde yanında hep o vardır!
Bu nedenle Sekman, önce kendi içimizdeki öğrenilmiş çaresizlik virüsünü temizlememizi, sonra da çevremizdekilerin ‘hayat dersleri’ diye öğrenilmiş çaresizliklerini bize yüklemelerine izin vermememizi öneriyor: “Zamanınızı neyin niçin yapılamayacağını değil, neyin nasıl yapılabileceğini anlatan insanlarla geçirin.”
Öğrenilmiş çaresizlik duygusundan kurtulup herhangi bir konuda başarıya ulaşmak, nihayetinde kişinin kendi iradesine bağlıdır. Başarmak, genel olarak amaca uygun sonuç almaktır ancak buradaki ‘başarı’ için çok çeşitli tanımlar yapılabilir. Amerikalı yazar Emerson’un konuyla ilgili güzel bir tanımı vardır:
“Başarı, çok ve sık gülmek; çocukların sevgisini ve akıllı insanların saygısını kazanmak; içtenlikli eleştirilerin kıymetini anlamak ve kötü arkadaşların yoldan çıkarma girişimlerine dayanabilmek; güzeli anlamak; başkalarında en iyiyi bulmak; sağlıklı bir çocukla, güzel bir bahçe ya da saygın bir sosyal durumla daha iyi bir dünya bırakabilmek; hatta bir tek kişi bile olsa, birilerinin siz yaşadığınız için daha rahat nefes aldığını bilmektir.”
Bu tanım çerçevesinde Sekman, başarı için mükemmeliyetçilik yerine sürekli iyileştirme felsefesine göre hareket etmeyi öneriyor.Eğitimli insanların atalete düşmesinin en önemli nedeninin kusursuz iş çıkarmak istemeleri olduğunu belirtip eyleme geçmek için mükemmel hale gelmeyi beklemeden bir yerden başlanmasını ve yapılanların adım adım düzeltilerek gelişimin sağlanmasını tavsiye ediyor:
“Önemsiz ama acil işlere boğulma tuzağına düşmeyin. Önemli işlere öncelik verin. En büyük bilgelik, neyi ihmal etmemek gerektiğini bilmektir.”
Öğrenilmiş çaresizlik psikolojisinden çıkamayanların en büyük özelliği, olaylara ve durumlara katlanabilme sabırlarının neredeyse sonsuz oluşudur. Çoğu kişi, “Beterin beteri var” diyerek her türlü eziyete katlanır. Oysa insan başarısızlık durumundan memnun olduğu sürece başarıya doğru gitmek için de hareket etmeye çalışmaz. Bu nedenle Sekman, insanların hayatta nelere katlanamayacaklarını belirlemelerini ve onlara da katlanmayıp değiştirmeye çalışmalarını öneriyor.
Günlük hayatımızda da çoğu insanın başarılı olmak istediğini ancak engellerle karşılaşmak istemediğini görüyoruz. Oysa engeller, herhangi bir işte başarıyı hak edenlerle etmeyenleri, yeterli olanlarla olmayanları ayırmaya yarar. Sekman konuyla ilgili olarak şu önemli saptamaları yapıyor:
“Sıfırdan zirveye çıkmış insanların başına gelen kötü olayların sayısı, sıfırda doğup sıfırda ölmüş insanların başına gelenlerden az değildir. Büyük insanların başlarına gelen kötü olayları karşılama biçimleri farklıdır. Başarılı tenis oyuncuları da çok sert servislere maruz kalır ama onların bu zorlu servisleri karşılama biçimleri farklıdır. Başınıza gelen kötü olayların azlığı değil, kötü olaylarla başa çıkma beceriniz sizi büyük yapar. İnsan aştığı engeller kadar büyüktür.”
Bu nedenle herkesin sadece hayatın önüne koyduğuyla yetinmeyip kendi hayallerini oluşturması ve bunları gerçekleştirmek üzere gerekli adımları atması çok büyük önem kazanıyor. Sekman’ın bu felsefeyi de özetleyen şu cümlesiyle bitirelim:
“Hayal ettiğin hayatı yaşamıyorsan, yaşadığın hayat sana ait değildir!”
* Her Şey Seninle Başlar, Mümin Sekman, Alfa Basım Yayım, 2005
Leave a Reply