Çıkış yok.
Hasmım karşıda beni bekliyordu. Elinde kızılcık sopası, ağzında çiğnediği sakızıyla. Ona doğru gitmek zorundaydım. Çünkü tek çıkış hasmımın olduğu taraftaydı.
Yanımda bir kadın belirdi. Sırtı kamburlaşmıştı. Eşarbını boynunun altından bağlamış, bir elinde çekiştirdiği pazar arabasıyla bir yerlere gitmeye çalışıyordu.
“Bana başka bir çıkış gösterir misiniz,” dedim.
Beni duymamış gibiydi. Gözlerini hafifçe kaldırdı. Aranır gibi yaptı. Fakat aradığını bulamamıştı. Tekrar aşağı düşürdü gözlerini.
Sağına soluna bakınarak, yaya geçidinden karşıya geçiverdi.
Bu arada hasmım evlerin arasından geçip ara sıra sopasını öyle bir şaklatıyordu ki neye uğradığımı şaşırıyordum. Kızaran yerlerimi ovalayıp sinip saklanacak bir yer aranıyordum.
Etrafta dolaşırken sayfaları dağılmış bir kitap buldum. Kitabın başlığı şöyle idi; SORGULARKEN.
Sayfalarını yavaşça çevirdim acımdan bir yere kıvrılırken;
“Yakalanan mahkumlar, birinci gün masaya yatırılır. İlk gün çok acı verici bir işlem olmaz. Birinci görevli, aşama aşama çoğaltır gerekenleri talimatlar doğrultusunda.
Hafif kanamalar olması gayet doğaldır. Bu mahkumun ilk günahlarını temizler her zaman.
Zaman geçtikçe mahkum alışır. Birkaç gün geçtikten sonra işlemlerde yeni teknikler uygulanmalıdır…”
Daha fazla okuyamadan kitabı fırlattım. Hasmımın evlerin arasında gezinmesini fırsat bilip çıkışa doğru hızlıca koştum. Fakat nafile, anında orada beliriyordu. Adım adım takip ediyordu beni.
Pencere ardından bakan insanları görüyordum. Film izler gibi benim çaresizliğime bakıp hüzünleniyorlardı. Mesela kadının biri sevgilisinin omuzuna başını yaslamış, mendiliyle gözyaşlarını siliyordu. Sevgilisi de onu teselli ediyordu. Halbuki pencerelerini açsalar beni kurtarabilirlerdi. Oysa yalnızca izliyorlardı.
Derken sağ tarafımda bir çocuk belirdi. On yaşlarında olmalıydı. Kararmıştı her yanı. İnsanların beni izlerken ortalığa bıraktıkları yemek artıklarına baktı. Yarısı yenmiş bir muzu midesine indiriverdi. Burnundan ağzına doğru akan sümükleri, hep silmekten sertleşen kolunun yenine sildi.
Onun hali benden de beterdi.
Hasmım çıkışın kenarında durmuş beni izlemeye devam etti bir süre. Bazen yüzüne bir gülümseme geliyordu ya da ben öyle sanıyordum. Acaba bana acıdı mı diye düşünecekken, gülümsemesinin bana verdiği acıdan olduğunu anlıyordum.
Evlerin arasında koşturmaktan o kadar yoruldum ki ellerimi dizlerime dayayıp öylece kalakaldım. Bir duvarın kenarına çöktüm. Hiç bakmaz oldum elinde kızılcık sopası taşıyan o garipliğe. Bakmadıkça kayboldu sanki. Gözlerime uykunun derin ağırlığı çöktü.
Çıkış yoktu, biliyordum.
Kapak görseli: Jacques Bellange
Leave a Reply