Fatma, gözünden damlayan yaşlarla salonda ileri geri yürüyerek ve iç çekerek kendi kendine konuşur: “Evlilik yıldönümümüz bugün. Daha doğrusu, evlilik yıldönümümüzdü.”
Kanepede oturmakta olan Kerem, boş olan yüzük parmağı ile oynayarak: “Ne güzel başlamıştı oysa. Fatma, masal diyarlarından süzülüp gelen bir peri. Ve ben! Onun beyaz atlı prensi!”
Fatma volta atmaya devam ederek: “Kerem’i ilk gördüğümde kalbim yerinden fırlayacak gibi olmuştu. Beyaz atlı prensimi buldum diye ne çok sevinmiştim”. Birden yüzündeki sevecenlik kızgınlığa evrilir: “Oysa bula bula, beyaz bir kutup ayısı bulmuşum.”
Bu arada Kerem de hafiften öfkelenmeye başlar: “Peri zannettiğim meğerse bir cadıymış; en süpürgelisinden, en külahlısından.”
Koltuğa oturan Fatma: “Neyse, çabuk kurtardım canımı.”
Kerem, ellerini dua eder gibi açarak: “Tez kurtuldum ya! Buna da şükür.”
Fatma, koltukta dizlerini göğsüne yaslamış, kolları ile dizlerini sarmış vaziyette oturmaktadır: “Evleneli bir yıl olmuş, boşanalı altı ay.”
Kerem’in yüzünde, geçmişi andığından tebessüm oluşur: “Vay be! Rüzgâr gibi geçti desene.”
Fatma ağlamaklı: “Daha dün gibi aklımda boşanmamız.”
Kerem neşelenir: “Unutmak mümkün mü, o güzel günü?”
***
Mahkeme salonunda, hâkim kararı okur:
“Karar: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere davanın kabulüne. Tarafların karşılıklı anlaşmaları üzerine; Türk Medeni Kanunu’nun 166/1 maddesi uyarınca, şiddetli geçimsizlik nedeniyle boşanmalarına”.
***
Fatma, cenin pozisyonunu bozmadan ağlamaya devam eder: “Bu kadar emek, bunca mücadele. Hepsi boşunaymış. Demek bu kadar basitti Kerem Efendi! Ayrılmamak için, en ufak bir gayret bile sarf etmedin. Meğer, derme çatma bir kulübe gibiymiş evliliğimiz. İlk rüzgârda yerle yeksan oldu. Ama gör bak. Yıkılmadım ayaktayım.” Gözyaşını sildikten sonra, eliyle göğsüne oh olsun işareti yapar: “Asıl sen derdine yan Kerem. Asıl sen derdine yan!”
Kerem müzik olmadığı halde kendi kendine mutlu: “Ne güzel yaptım! Bastım kıçına tekmeyi. Arabayı da süsledim. “Boşanıyorum, mutluyum” yazısı da yazdırdım cama. Çatlasın Fatma!” Sıkılı yumruklarını birbirini üzerine koyarak çatla işareti yapar: “Çaaatt, çaaatt, çaaatt! Akşama da “evliliğe veda partisi” düzenlemeyen Kerem ne olsun!”
Fatma, parmağını sallayarak söylenmeye devam eder: “Tek suçlu sensin Kerem. Engel olmadın bitmesine!”
Kerem: “Tek suçlu sensin Fatma. Engel olmadın bitmesine!”
***
Kerem elindeki kumanda ile televizyonda devamlı kanal değiştirir. Laptop’un başındaki Fatma, sert bir hareketle tuşa basar “Aldıımmm! Hadi hayırlı olsun!” Kerem alaycı bir tonla sorar Fatma’ya: “Yine ne aldın, alışveriş bağımlısı?”. Fatma gülümseyerek cevap verir: “Elektrik süpürgesi”. Kerem şaşırır: “Kaç tane süpürgemiz var. Yatayı, dikeyi, yıkamalısı, dövmelisi. Bunu niye aldın?” Fatma aynı alaycı ifadeyi takınır: “Ama bu farklı.” Kerem de aynı tonda karşılık verir: “Öyle miii? Ne farkı varmış? Simyacı mı bu süpürge? Tozları, altına mı dönüştürüyor?” Fatma imalı: “Çok komik! Evcil hayvan besleyenler için tasarlanmış bir kere. Bütün kılı tüyü topluyor.” Kerem şaşırır: “İyi de bizim hayvanımız yok ki!” Fatma devam eder: “Emin misin?” Kerem başıyla tasdik eder: “Nasıl emin miyim? Tabii ki eminim.” Fatma yapıştırır lafı: “O zaman! O kadar kıl tüy, nerden ya da kimden dökülüyor acaba?” Kerem anlamazdan gelir: “Kimden?” Fatma tam gaz devam eder: “Bak sana ne diyeceğim! Senin tüy dökmek için belli bir mevsimin var mı? Yoksa yedi yirmi dört devam mı dökmeye?” Kerem sinirlenir: “Sen şimdi bana hayvan mı diyorsun?” Fatma omzunu silker: “Ne münasebet canım!” Kerem karşı atağa geçer: “Ha ha hayyy! Asıl senin deri değiştirme mevsimin ne zaman? Söyle de bilelim.” Fatma hışımla sorar: “Sen şimdi bana yılan mı diyorsun?” Kerem alaycı şekilde cevap verir: “Ne münasebet canım!”
Tartışma tam alevlenmek üzereyken kapının zili çalar. Fatma kapıyı açar. Gelen Hasan ve Suna’dır. Fatma, her ikisine de sarılır: “Hoş geldin anne! Hoş geldin baba!” Birlikte cevap verirler: “Hoş bulduk kızım.” Kerem de karşılamaya gelir: “Hoş geldin Hasan Baba! Hoş geldin Suna Anne!” Hasan soğuk bir şekilde “hoş bulduk” deyip içeri geçer. Suna direkt dalar Kerem’e “bula bula seni bulduk.” Kerem cevap verir kayınvalidesine: “Ne kadar da şakacısınız anneciğim. Ama her şakanın altında bir gerçek payı vardır derler. O nedenle size kızamıyorum.” Suna cevaptan memnun: “Ha şöyle!” Kerem devam eder: “Tabii canım. Bizimkiler de hep aynı şakayı yaparlar. Biliyorsunuz, beş ablam var benim”. Suna’nın suratı düşer: “Bilmez miyim hiç!” Yaka silker: “Evlerden uzak. Bu kadar görümce düşman başına!” Kerem kendi kendine söylenir: “Kaynana değil, Çin’den ithal şaka makinası. Iyyy!” Devam eder: “Ha, ne diyordum? Bizimkiler de ‘beş tane kızdan sonra, bula bula seni bulduk’ derler.” Suna yüzünü buruşturur: “Annen olacak o cad!” Neyse ki Suna, ‘cadı’ sözünün tamamını söylemeden lafı toparlar: “Şey Cavidan. Annen olacak o Cavidan ilk defa doğru söylemiş.” Kerem düzeltir: “Sevgili kayınvalideciğim, çok iyi biliyorsunuz, annemin adı Adiviye. Cavidan değil yani.” Suna bozuntuya vermez: “Ne fark eder ki? Ha Salak Kerem, ha Kerem Salak. İkisi de aynı şey!” Kerem, Suna’ya sitem eder: “Anne, biraz ayıp olmuyor mu?” Hasan’a dönerek: “Baba! Şu anneme bir şey söyler misin lütfen?” Hasan, Suna’ya seslenir: “Hanım, hanım! Dümdüz… Çocuğun yüzüne karşı dümdüz… Böyle şeyler bir çırpıda söylenmez ki canım… Alıştıra alıştıra söyler insan.” Kerem, sitemli bir şekilde konuşur Hasan’a: “Sağ ol ya baba!”
Kapı zili tekrar çalar. Adiviye ve Münir gelir. Kerem hemen yanlarına koşar: “Hoş geldin anne! Hoş geldin baba!” Adiviye ve Münir, oğullarına sarılırlar: “Hoş bulduk canımın içi!” Fatma da dil ucuyla seslenir: “Hoş geldin Adiviye Anne! Hoş geldin Münir Baba!”. Münir “hoş bulduk kızım” dedikten sonra Adiviye atılır: “Hoşt bulduk”. Lafının bitmesiyle koltukta oturmakta olan Suna’yı fark eder. Kafasını yukarı kaldırarak konuşur: “Pek hoş bulmadık ya neyse. Bu seferlik böyle olsun”. Suna altta kalmaz: “Hoşluk kim, sen kimsin? Herkes haddini bilsin”. Adiviye sinirlenir: “Asıl sen haddini bil, kaynana kapuskası!” Suna boş durur mu, son sürat girer Adiviye’ye: “Benim haddimi bildirmek, senin haddine mi kalmış kaynana pırasası”. Bunun üzerine Münir de Suna’ya kızar: “Hanım, hanım! Burası oğlumun evi. Asıl sen haddini bil!” O arada Hasan fırlar, yapıştırır cevabı: “Burası benim kızımın evi. Asıl sen haddini bil hödük!” Münir çıldırır: “Hödük diye bana mı dedin?” Hasan kafasıyla onaylama işareti yapar: “Sana dedim, düdük!” Münir, Hasan’ın üzerine yürür: “Şimdi sana gösteririm hödüğü düdüğü!” Hasan eliyle işaret yapar: “Gel gel. Senden korkan senin gibi olsun”. Hasan ve Münir pehlivanlar gibi peşrev çekmeye başlar. Suna da cazgırlığa soyunur: “Bir yiğit çıktı meydane. Hasan, Münir’den merdane.” Adiviye boş durmaz: “Hasan mı merdane? Yok ayol. Ondan olsa olsa oklava olur.” Suna cevap verir: “Hiç de bile. Hasan oklavaysa, Münir baklava. Haydi Hasan, şu Münir’i hamur gibi yoğur da görsünler.”
Hasan “Allah Allah” sesleri ile Münir’e tek dalar. Münir de aynı şekilde karşılık verir. Alt alta, üst üste boğuşma devam eder. Suna tezahürata başlar: “Vur vur inlesin, Münir dinlesin!” Adiviye de tezahüratta geri kalmaz: “Vur Hasan’ın kafasına kafasına. Çivi gibi çivi gibi. Çak, çak, çak!” Kerem her ikisini de ayırmaya çalışır: “Baba durun yapmayın!” Demeye kalmadan Suna ile Adiviye de saç saça baş başa kavgaya tutuşur. Kerem bu sefer onları ayırmaya yönelir: “Anneee! Siz yapmayın bari!” Fatma da annesine seslenir: “Dur anne! Dur. Sen uyma o edepsize!” Kerem dayanamaz: “Edepsiz senin anandır!” Fatma daha baskındır: “Senin anan. Senin, senin, senin!” Bu sefer Kerem ve Fatma birbirine girer. Altta kalanın canı çıksın durumudur bundan sonrası.
***
Fatma oturma pozisyonuna geçer. Derin bir iç çeker: “Düşünüyorum da. Aslında boşanmak için ortada, Kerem’den ve benden kaynaklanan ciddi bir sorun yokmuş. Çocuklukmuş. Şımarıklıkmış. Aptallıkmış.”
Kerem, yüzünü iki avucunun arasına alır: “İncir çekirdeğini doldurmayan sebepler. Sudan bahaneler. Körolası ego savaşından başka bir şey değilmiş yaşananlar. Boş yere yıkmışız güzelim yuvayı.”
Fatma duygulanır yeniden: “Kerem’i çok özlüyorum. Keşke bir çocuğumuz olsaydı. Belki de onun hatırına boşanmazdık.” İç geçirir: “Ahhh! Ne güzel olurdu.” Kalkar ve radyoyu açar.
Kerem pişmanlık dolu bir iç çeker: “Fatma’yı çok özlüyorum. Ayrılmayı kafasına koydu ya bir kere. Muhakkak ayrılırdı. İnatçı keçi n’olacak! Ama keşke bir çocuğumuz olsaydı. Hiç olmazsa, çocuğu görme bahanesiyle Fatma’yı da görürdüm.” diye iç geçirir: “Ahhh! Ne güzel olurdu!” Kalkar ve radyoyu açar.
Her ikisi de derin düşüncedeyken aynı anda radyoda, aynı şarkı çalmaktadır:
Böyle mi sona erecekti?
Böyle parça parça mı olacaktı?
Bu kadar yalan mı yaşandı her şey?
Hem sana hem bana yazık!
Leave a Reply