Çatalca’dan süt getiren bir abimiz var: İbrahim. Haftanın bir günü geliyor ve genelde taze, çiğ süt getiriyor. Ben de genellikle üç litre alıp bir kısmını süt olarak tüketirken kalan kısmını da yoğurt yapıyorum. Eskiden olduğu gibi evde ne varsa tencereye sarılan şekilde değil de fırında bir süre bekleterek yapıyorum. Gayet güzel oluyor. İbrahim abiden de sütlerinden de çok memnunuz. Sağolsun😊
Bu arada zaman zaman yüksek lisans için arada Ankara’ya gitmem gerekiyor. Hızlı trenle gidip duruma göre bazen aynı gün dönüyor bazen de işlerimin yoğunluğuna göre birkaç gün kalıp öyle dönüyorum. Ankara’ya gitmişken de eski arkadaşlarımı arıyorum, uygun olanlarla görüşüp sohbet edip hasret gideriyoruz.
Bir gün yine bir Ankara ziyaretimde bir arkadaşımla görüştüm: Dr. Sibel. Kendisi mezun olduğundan beri birçok şehirde çalışmış, belki milyonlarca hastaya bakmış, çok özverili, çok iyiliksever, dünya tatlısı bir insandır. Hekimliğine de ayrıca çok güvenirim, en küçük bir sorunumuz olsa hemen O’na sorarız. Bu vesileyle milyonlarca hastası adına buradan ona da teşekkürlerimi ve sevgilerimi gönderiyorum😊
Sibel ile konuşurken sağlıklı beslenme, doğru besleniyor muyuz, yediklerimiz nedir acaba vs. derken söz bir şekilde bu süt olayına geldi. Ben İbrahim abiden bahsettim. Haftada bir süt getirdiğini, benim de ondan yoğurt yaptığımı falan söyledim. O şaşırdı:
– Süt çiğ mi?
– Evet.
– Ne kadar süreyle kaynatıyorsun?
– Yaklaşık yarım saat.
– Ama yarım saatte mikropları ölür mü?
– Bilmiyorum ki. Ama zaten daha fazla kaynatırsam da hem sütün kendisi bitiyor hem de herhalde içinde de yararlı bir şey kalmıyordur muhtemelen.
Baktım Sibel pek bir endişeli bakıyor:
– Hayırdır? Yanlış bir şey mi yapıyorum?
– Bilmiyorum ki. Ama bu kaynatma süresi bana az gibi geldi.
– …?
– Sen brucella diye bir şey duydun mu?
– Duydum ama fazla da bir şey bilmiyorum sanki. Taze peynirden geçer falan diye duymuştum.
– İşte bu brucella çok kötü bir hastalık. İnsana büyük eziyet veriyor. Ben çok brucella hastası ve onların çektiklerini gördüğüm için bu süt olaylarına temkinli yaklaşıyorum. Evde kaynatılan sütlere güvenmiyorum. Hep pastörize süt alıyorum.
– Öyle mi??
– Evet.
– Hımm!!??? Bir şey olmaz herhalde, ben iyi kaynatmaya çalışıyorum.
Konu can sıkıcı bir yere gittiği için herhalde ki daha fazla uzamadı. Başka şeylerden konuştuk falan derken ben konuyu unuttum.
İki gün sonra Ankara’da işlerimi bitirip hızlı trenle İstanbul’a dönüyorum. Yolda kitap okuyorum. Bir ara nasıl olduysa yine aklıma bu süt, brucella vb. konusu geldi. Biraz kaygılanmadım da değil hani. Bizim İbrahim abiye şu konuyu sorayım da biraz içim rahatlasın dedim.
Whatsapp’dan İbrahim abiye yazdım:
– Merhaba İbrahim abi, nasılsın?
– Teşekkürler, iyiyim. Siz nasılsınız?
– Çok teşekkürler, ben de iyiyim.
– Allah iyilik versin.
– Sağol abi. Uygunsan bir şey soracaktım.
– Tabi, buyrun.
– İbrahim abi, sen bize süt getiriyorsun ya. Bu sütler pastörize değil, değil mi?
– Yooo??
– Yani sadece bizim evde kaynattığımız kadar kaynatılmış oluyor.
– Evet.
– Hımm, anladım. Teşekkürler.
– !!??
Konu kapandı gibi. Ben tekrar kitabıma dönüyorum. Bir yanda da yola bakıyorum. Yolda da inekler, koyunlar vs. var. Birazdan tekrar aklıma takılıyor. Yine yazıyorum:
– Peki ama kaynatınca mikroplar ölüyor mudur?
– Ölüyordur ölüyordur.
– Hımm doğru. Teşekkürler.
Tamam. Konu bu kez kapandı artık, rahatladım. Tekrar kitaba devam edebilirim.
Bir zaman sonra yine aklıma geliyor. Gittikçe sevimsizleşmeyi de göze alarak yine yazıyorum😊
– İbrahim abi, brucella diye bir hastalık varmış, duydun mu?
– Evet, duydum. Ama bizim oralarda öyle bir şey yok.
– Peki doktor bir arkadaşımla konuştum da çiğ sütlerden geçebiliyormuş.
– Öyle mi?
– Evet. Kaynatmayla geçmeyen mikroplar varmış.
– Hımm!!??
Nihayet İbrahim abi de olayın önemini kavradı. Artık ikimizin ortak meselesi. Çözüme daha yakınız. Rahatlıyorum. Tekrar soruyorum:
– Bu brucellaya karşı aldığımız bir önlem falan var mı?
– Ne gibi?
– Yani işte?
– !!??
İşler iyice karıştı. Keşke bu konudan İbrahim abiye hiç bahsetmeseydim. Sordukça batıyorum sanki.
– Yani brucellaya yakalanmamak için aldığımız herhangi bir tedbir? Doktor, veteriner kontrolü falan?
– Yok!!
Hımm, iyi, yokmuş. Araya araya buldum cevabımı😊
Bir yandan bu konuyu niye açtım diye kendime kızıyorum diğer taraftan da konuyu kapatıp bu halde acı çekmekle sorulara devam edip iyice batmak arasında kararsız kalıyorum.
Bu arada belki biraz okursam rahatlarım diye Internet.ten brucella ile ilgili bazı bölümlere bakıyorum. Oldukça sevimsiz görünüyorlar. Kapatıyorum. Son bir umut yine yazıyorum:
– İbrahim abi, bizim inekler ara sıra yıkanıyorlar değil mi? Hortumla falan??
– Tabi tabi. Yağmur da yağıyor zaten bazen, altında ıslanıyorlar.
– Ooo tamam abi işte, kaygı duyacak bir şey yok aslında.
– Tabi tabi. Ben demiştim sana zaten.
– Ok ok… Çok sağol…
Biraz rahatladım sanki. Neyse, Pendik’e de gelmek üzereyiz. Bir an önce çantamı alayım da ineyim. Evde yoğurt da yok. Tekrar yazıyorum:
– İbrahim abi, sütü çarşamba getiriyordun, değil mi?
– Evet.
– Ok, bana 3 litre yazar mısın?
– Tabi.
– Tamam abi. Çarşamba görüşürüz. Çok teşekkürler😊
Memet Yücel
Ne çektin be İbrahim abi.😂 Kalemine, yüreğine sağlık Cem abi.
M. Cem Özmen
Teşekkürler😊