Mavi bir taş gibi masamda durdu gökyüzü. Bir çift kanat oluverdim. Belki bir kuş. Kanatlanmış bir söz. Söz, anlamak ve anlatabilmek adına yola çıktı.
Her yaşanılan an bir zaman sonra tarihe dönüşecekti/dönüşmüştü. Kendime yolculuk hiç bıkmadan devam etti.
***
Sözün yolculuğu M.Ö. 4000’li yıllardan kalma dikdörtgenimsi kil tabletlerin üzerinde başlamıştı belki de. Üstte birer çukur, altta çöp hayvanlar… Belki bir keçi, belki bir koyun. Arkeologlar çukurların on sayısını ifade ettiğini düşündüler ve tabletlerde “burada on keçi veya koyun vardı” yazılı olduğunu tahmin ettiler. Çöllerin yerinde yeşillikler vardır, çiftçiler belki de bu şekilde iletişim kurmaktaydılar birbirleriyle. Tarih öncesinden anlattı insan bize kendi hikayesini.
***
Sözler zamanın sonsuz pınarında akıp gitti, silinmedi tarihten. Bilgisayarın başına oturduğumda bir şiir eşliğinde beni buldular:
“her şeye rağmen,
içinden fışkırmıyorsa
bırak yapma.
kalbinden ve aklından ve ağzından
ve ciğerinden gelmiyorsa,
bırak yapma.
bilgisayar ekranına bakarak
saatlerce oturman gerekiyorsa
ya da daktiloya
gömülerek
sözcükler arıyorsan,
bırak yapma….”*
İşte şimdi tam da burada yolculuğum başladı. Buğulanan penceremden bir tren gördüm, yarı uyur gözlerimle. Uyumama izin vermeyen sefil zamanlara aldırmadan çıktım dışarı. Trenin peşinden koştum. O kadar çok koştum ki neredeyse nefesim kesilecekti. Nihayet son vagonlardan birisine hızla atladım. Günlerce, gecelerce yol aldım. Nereye gittiğimi bilmeden trenin penceresinden dünyayı seyrettim.
Ardından bir istasyonda indim. Hava griydi. İstasyonun yakınında bir göl vardı. Kenarına ağaçlar uzanmış, ağaçlar gölü soluk yeşile boyamıştı.
İstasyonun yanında harfleri ışıklarla süslenmiş “Yolcu Cafe”ye girdim. Demir çerçeveli pencerelerin dökülmüş macunları arasından soğuk sızdı içeri. Uzaklarda derme çatma evlerin bacaları öksürdü acı acı. Satılık enkazlar kışa aldırmadı.
Cebimde uzun süredir duran ve orada olduğunu yeni fark ettiğim bir kağıt parçası buldum. Kağıda birşeyler yazmıştım, zor okunuyordu:
“Ben şiir yazmak, vaaz vermek, resim yapmak için gelmemiştim dünyaya; ne ben ne de bir başkası böyle bir amaç için dünyada bulunuyordu. Bunların hepsi arada baş gösterip ikinci planda kalan şeylerdi. Herkes için gerçekte tek bir uğraş vardı: kendini bulmak. İnsan şairlikte, cinnette, peygamberlikte ya da canilikte alabilirdi soluğu, bu onun bileceği şey değildi, hatta bunun önemi de yoktu hiç. Onun işi rasgele bir nitelik taşımayan kendine özgü yazgıyı ele geçirmek, bu yazgıyı tümüyle ve kesintisiz olarak sonuna dek yaşamaktı. Geri kalanı yarım sayılacak işlerdi; kaçıp kurtulma girişimleri, kitle idealine sığınmalar, uyum sağlama çabaları ve kendi iç dünyası karşısında korkuya kapılmalardı.”**
Şimdi yeni bir yolculuk beni bekliyordu.
* Charles Bukowski, “Demek Yazar Olmak İstiyorsun” adlı şiirinden
** Hermann Hesse, Demian
Kapak görseli: Rene Magritte
Leave a Reply