‘Amerika. Sevecek birini isterler ama nefret edecek birini de isterler ve nefret edenler her zaman diyor ki “Tonya, gerçeği söyle.” Gerçek diye bir şey yok. Herkesin kendi gerçeği vardır.’
Eski Amerikan buz patencisi Tonya Harding’in filmde geçen tam da bu repliği ışığında açılır ilk sahne. Craig Gillespie’nin yönetmenliğini yaptığı, Margot Robbie’nin başrolünde yer aldığı ve Allison Janney’in en iyi yardımcı kadın oyuncu dalında Oscar ödülü aldığı biyografi türündeki film Ben, Tonya (2018); ele alınan konunun gidişatında birincil derece öneme sahip kişilerle yapılmış gerçek hayattan alınma röportajlarla başlamaktadır. Tabii ki tıpkı Tonya’nın dediği gibi her birinin hikayesi, konuya bakış açıları, inandıkları ve inanmak istedikleri arasında dağlar kadar fark vardır. Fakat özünde, hayatı boyunca sahip olamadıkları ve asla elde edemeyecekleri başına kakılmış, buz pateni alanındaki inanılmaz yeteneğiyle ne zaman öne çıksa geri adım atmaya mecbur bırakılmış birinin öyküsüdür bu aslında. Adına yarışıp olimpiyat madalyaları kazandığı ülke tarafından her defasında zor durumda bırakılmıştır. Bu durumun en temel nedenlerinden biri ise yaşadığımız dünyanın dış görünüşe atfettiği inanılmaz önemin yanı sıra Tonya’nın dört yaşından beri büyük bir hırs ve zevkle yaptığı sporun buz pateni olmasıdır.
Bütün spor dalları ele alındığında estetiğe en çok önem verilen daldır buz pateni. Yarışmacıların aldıkları puanı belirleyen birbiriyle eşit derecede önemli iki etken vardır: Birincisi, teknik elementler, ikincisi ise sunumdur. Teknik elementlerin puanı hesaplanırken atlayışların, dönüşlerin ve diğer hareketlerin zorluk dereceleri, ne kadar temiz bir şekilde yapıldıkları hesaplanır. Sunumda ise patencinin duruşuna, hareketleri yaparken müziğin patenciye verdiği hissi patencinin dansa nasıl yansıttığına, mimiklerine, ifadelerine ve kıyafetinin performansla uyumuna bakılır. Dolayısıyla atletlerin kostümleri en ince ayrıntısına kadar düşünülerek tasarlanır ve neredeyse her performansta farklı kostüm giyilir.
“Göze batıyor çünkü her sabah odun kesiyormuş gibi görünüyor.” diyor Tonya’nın koçu Diane, Tonya on iki yaşındayken. “Her sabah odun kesiyor zaten.” diye cevap veriyor Tonya’nın annesi de. Nasıl ki, okuldan sonra tavşan vuran bir kızın buz üzerinde kuğu gibi süzülmesi beklenemezse, satın almaya gücü yetmediğinden, avladıkları sincabın kürkünden mont yapan Tonya’nın giydiği her kostüme binlerce dolar vermesi beklenemez.
Hayatta öyle anlar vardır ki, kendimizi dört duvar arasında sıkışmış ve oradan çıkmak için yaptığımız hiçbir şey yeterli olmuyormuş gibi hissederiz. Bazen bu tür zamanları aşmanın yolu, size destek olabilecek veya yardım isteyebileceğiniz birilerinin varlığını hissetmektir. Çünkü insan ne kadar akıllı, güçlü, başarılı ya da yetenekli olursa olsun, bir işi tek başına ne kadar götürürse götürsün, bir yerde kilitlenir ve yardıma ihtiyaç duyar. “Kimse bana asla inanmak istemedi” diyor Tonya, ABC News ile film hakkında yaptığı bir röportajda. Onun hikayesinin belki de en karanlık tarafı, zor zamanlarında en çok destek beklediği iki kişi tarafından şiddet ve korku dolu bir ortama maruz bırakılmasıdır.
Babasının, Tonya küçük yaştayken evden ayrılmasının ardından annesiyle yalnız kalır. Çocukluğunda ve sonrasında annesinden pek çok kere dayak yer. Hakaretlerle ve aşağılamalarla geçen uzun yılların ardından ilişkileri, bir gün tartışma sırasında annesinin koluna sapladığı bıçakla sona erer. Ardından birlikte yaşamaya başladığı erkek arkadaşı Jeff Gillooly ile evlenirler. Evlendikten kısa bir süre sonra aslında annesiyle yaşarken içinde bulunduğu ortama bu sefer kendi rızasıyla girmiş olduğunu fark edecektir. “Jeff ile birlikteyken hiç hayatın için korktun mu?” aynı röportajda sorulan sorulardan biri. Tonya’nın “Pek çok kere.” cevabı, 90’lı yıllar boyunca kameralar karşısında gülümseyen genç kadının hayatının göründüğü gibi olmadığını, bazı olaylarda da siyah ya da beyaz olarak kesin bir ayrım yapılamayacağını gösteriyor…
Bunca imkansızlığa rağmen belli bir zaman aralığında çağının en iyi patencisi olmayı başarmıştır Tonya Harding. İzleyiciler açısından onun en akılda kalıcı performansı, kuşkusuz 1991 Minneapolis, Minnesota Dünya Şampiyonası’dır. Programında yaptığı üçlü axel atlayışıyla yarışmalarda bu atlayışı yapan ve teknik skorda 6.0 alan ilk Amerikalı kadın olarak tarihe geçmiştir. Tonya’nın o atlayışı yaptıktan hemen sonraki tepkisi hayranlık uyandırıcıdır. Üçlü axeli tamamladıktan sonra üstünden bir yük kalkar adeta, bunun en büyük sebebi belki de artık jüriler ne kadar taraflı davranırsa davransın ona yüksek puan vermekten başka seçenekleri olmadığını bilmesidir. Albertville 1992 Kış Olimpiyatları’nda dördüncü sırada gelir ve bu olimpiyatlardan kısa süre sonra buz pateni kariyerini yerle bir edecek olan o olay yaşanır: Tonya’nın eski kocasının Nancy Kerrigan’ın olimpiyatlarda diskalifiye etmek amacıyla planladığı ve Tonya için sonun başlangıcı olan saldırı filmin çıkışıyla bu kez daha farklı bir bakış açısından yorumlanma fırsatı bulmuştur.
Filmin, saldırının yaşandığı dönemde tamamen es geçilen tarafa, yani Tonya’nın hislerine de ışık tutması, olayın çok boyutluluğu göze alındığında, aslında daha önceden yapılması gereken bir şeydir. Çünkü Nancy Kerrigan’ın yaşadığı fiziksel acının karşısında, -Tonya’nın yaşadığı- nefret edilmenin verdiği psikolojik acı vardır. Tonya ve Nancy arasında oluşan bu sancılı ortamı daha da gerginleştiren ise medyanın tutumudur. Çünkü bu olayda da her zaman yaptığını yaparak olan biteni abartılı bir boyuta taşır. Nancy’i “prenses”, Tonya’yı da “kötü kalpli cadı” olarak gösterir. Olanlar hakkında önceden bilgisi olmadığını söylemesine rağmen Tonya, sonuç olarak saldırının asıl sorumlusu olan kocasından ve korumasından bile daha ağır bir cezaya çarptırılır. Daha 23 yaşındayken bir daha buz üzerinde herhangi bir yarışmaya katılmaktan ya da gösteri yapmaktan men edilir. Patencinin mahkemedeki sözleri, yapılan haksızlığın doruk noktasına ulaştığını vurgular gibidir adeta: “Hapse girmeyi tercih ederim. Diğerleri sadece 18 aya çaptırıldı. Ben de yatarım. Sayın hâkim, eğitimim yok, tek bildiğim buz pateni. Eğer kayamazsam bir hiç olurum. Canavar değilim; yapmayı bildiğimle elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum ama böyle yaparsanız müebbet hapis gibi bir şey oluyor. Beni hapse yollayın ki kaymaya devam edeyim.”“Mesele hiçbir zaman sadece kaymaktan ibaret değildi. Bunu söylediğimi inkar ederim hayatım ama dışarıya vermek istediğimiz imaja uymuyorsun. Ülkeni temsil ediyorsun be. Örnek bir Amerikan ailesi görmek istiyoruz ama sen buna uymayı reddediyorsun.” der jüridekilerden biri; otoparktan çıkmadan hemen önce onu güç bela yakalayan ve bütün atlayışlarını iyi yapmasına rağmen neden hala düşük puan aldığını soran Tonya’ya. Annesi tarafından beş altı yaşlarından beri dövülmüş, kocası tarafından silahla ateş edilmiş, bir zamanlar ikisinin de her şeye rağmen onu sevdiğini düşünmüş olan genç kız cevap verir. “Örnek bir Amerikan ailem yok. Neden mesele sadece kaymak olamıyor?”
Leave a Reply