Kurutulmuş Felsefe Bahçesi’ndeydim. Bahçesinde ne çok çiçek vardı Salah Birsel’in. Açelyalardan aksümbüllere, ağlayan kiraz ağaçlarından kahkaha çiçeklerine, karanfillerden şakayıklara kadar çeşit çeşit çiçekle doldu belleğim. Kurutulmuş Felsefe Bahçesi’nin ne anlama geldiğini de öğrendim böylece.
Kitabın sayfalarında gezinmeye başladım. Japonya’da çiçek düzenleme sanatı XV. Yüzyılda başlamış. Bu sanatta dallara biçim verirken, her bir dalın ayrı bir anlamı varmış. Şöyle ki; uzun dal gökyüzünü (şin), ortanca dal insanı (so), en alttaki kısa dal yeryüzünü (gyo) simgelermiş.
Sayfalarda yol alıyorum yine. Okuduğuma göre Salah Birsel, düşünde Binbir Gece Masalları’nda bulmuş kendini. Burada padişah Şehriyar’ın odasına dalmış. Son anda cellat boğazına dayamışken kılıcını, padişahın ablası Şehrazat ona bir gönül eli uzatmış ve şöyle demiş Şehriyar’a;
“Sultanım bu adam bir yazardır. Adı da Salah Birsel’dir. Gerçi memleketinde yazılarını kimse okumaz ama tüm yaşamı kahvelerde geçtiği için dünya edebiyatı üzerine pek çok bilgisi vardır. Başını vurdurursanız bir kazancınız olmaz, ama bir odaya kapatıp kendisine bir masa, bir kalem, yeterince de kâğıt verirseniz size dünyanın dört bucağındaki edebiyat yapıtlarının özetini çıkarır ki İskenderiye Kitaplığı kaç para? Böylece dünyanın en zengin kitaplığına kavuşmuş olursunuz.”
Şehrazat’a itiraz etmek istiyorum ama nafile. Bu rüyandan atlayıp tekrar Kurutulmuş Felsefe Bahçesi’nin sayfalarına dönüyorum. Gümüş el aynaları, eski sırma ve ipek işlemeli yastıklar, abani kumaştan perdeler, eski divitler, kalemdanlar, rahleler, arabesk sandalyeler ve elyazması kitapların olduğu bir odada buluyorum kendimi. Geçmişten günümüze birçok yazarı ağırlıyor bu oda;
Orhan Veli, Nazım Hikmet, Adalet Ağaoğlu, F. Scott – Zelda Fitzgerald, Marcel Proust, Ernest Hemingway, Evliya Çelebi, Eremya Çelebi Kömürciyan, Said Naum-Duhani, Melih Cevdet Anday, Henry Miller, Ziya Osman Saba, G. Apollinaire, Halid Ziya, Cenap Şahabettin ve daha kimler kimler…
Sayfalar arasında gezerken burada yazdığım ve adını sayamadığım daha birçok sanatçının ön plana çıkmamış yönlerini öğreniyorum. Bir yandan da hem kendi coğrafyamızda hem de farklı coğrafyalarda gezintiye çıkıyorum.
“Ruhum” diyor ya Eremya Çelebi, Vartapet’e. Sonra şöyle devam ediyor; “bundan sonra kayıkla yolculuk etmenin olanağı yoktur. Zahmet olmazsa, yolumuzu atla sürdürelim.”
İşte ben de yolculuğumu Kurutulmuş Felsefe Bahçesi’ni okuyarak devam ettiriyorum. Çünkü bahçede ne yolun biteceği var ne de yolculuğun.
Ve sonunda okyanusların derinlerine varıyorum. Beyaz balina karşılıyor beni. Kurutulmuş Felsefe Bahçesi dile geliyor yine;
“O, denizlerdeki aydınlığın da bir simgesidir. Çünkü denizlerin bir büyüsü de aydınlığından gelir. Halikarnas Balıkçısı, insanoğlunun geceleri denizin bağlarından patlayan can yanardağının aleviyle aydınlanıp ağardığını söyler.”
Böylece aramızda bir dostluk başlıyor beyaz balinayla. Denizden çıkıp şehirlere dalıyorum. Oradan fotoğraflara ve aynalara bakıp bahçede öğrendiklerimi bir bir tekrarlıyorum içimden. Her satırında hayatın gizlerini keşfetmeye devam ediyorum. Bahçedeki yolcuğum burada sona ererken mektubumu bitirdikten sonra, onu el yazması kitapların arasına bırakıp Salah Birsel’e veda ediyorum.
Leave a Reply