“Ne yapıyorsun?”
Aniden duyduğum bu soruyla irkildim. Sesin geldiği yönü aradım. Görünürde kimse yoktu. Çatıdan da gelemezdi; orada sadece kuşlar vardı. Evet bu kuşlar, bazen o kadar çok sekip hareket ediyordu ki, bu seslere alışık olmayan biri, çatıda çocukların oynadığını düşünebilirdi.
Ben bunları aklımdan geçirirken yabancı ses soruyu tekrarladı:
– Ne yapıyorsun?
Uzaktaki konuğumun sorusuna nezaketle cevap verdim:
– Balkonu temizliyorum canım. Sonbahar yağmurları başladı ya. Her yer çamur!
Ses tanıdık geldi. Ama görünürde kimse yoktu. Tereddütlü bir mesafe koymaya çalışarak cevapladım. Acaba Firdevs Hanım mıydı? Yasemin’in sesini de çağrıştırıyordu.
Sesin geldiği yöne gülümseyerek bakıyor, onu tanımamış gibi davranmamaya çalışıyordum. Derken son derece canlı bir şekilde konuşmaya başladı.
– Ay şekerim, hiç gelmiyorsun bana. Gel de bir kahvemi iç. Geçenlerde Nagihan bizdeydi. Senin de kulağını çınlattık.
– Olur, olur gelirim. Niye gelmeyeyim canım!
Böyle derken içim içimi yiyordu. Uzaktaki konuğumun kim olduğunu bir an önce öğrenmek istiyordum. Fakat en azından Nagihan Hanım olmadığını öğrenmiştim.
– Bizim apartmanda neler oluyormuş şekerim, bir duysan sen de şaşarsın. Giriş katındaki komşularımız gürültü yüzünden birbirine girmişler. Duyunca inanamadım. Karşı dairedeki kadın akşamları eve geç geliyor, üstelik arkadaşlarını da toplayıp neredeyse sabahın ilk ışıklarına dek eğleniyorlarmış. En sonunda bu gürültülere daha fazla tahammül edemeyen karşı dairedeki adam kadının üzerine yürümüş. Üç beş tokat sallamış. Zor tutmuş komşular ayol!
– Gerçekten mi!?
– Neyse sonra sakinleşmişler. Ama bu böyle gitmeyecek belli. Adam da karısına laf dinletemiyormuş efendim. Her gece her gece, nerede görülmüş bu eğlence! Hah ha!
Hala sesin nereden geldiğini ve kime ait olduğunu anlamaya çalışıyordum. Beni hiç ilgilendirmeyen şeylerden bahsetmek gibi bir huyu vardı konuğumun anladığım kadarıyla. Bir yandan da balkondaki işimi bitirip dedikodularıyla beni boğan bu sesten uzaklaşmak istiyordum. Kadın tekrar söze girdi.
– Ay canım, sana birini anlatacağım, hiç inanamazsın vallahi. Hah hay!
İlgimi çekmeye çalışıyordu, bense kaçmak için fırsat kolluyordum.
– Yasemin Hanım’ın okulunda bir öğretmen varmış. Kadının giydiği dekolteli giysiler milletin dilindeymiş ayol. Mini eteksiz rahat edemezmiş efendim, var mı böyle bir şey! Geçen okula gitmiştim. Bu kadın, öğretmenler odasına girer girmez bakışlar değişti. Erkek öğretmenlerin gözleri yerinden fırladı. Kimisi soğuk terler döktü, kimisi kravatını gevşetti. Sana nasıl anlatayım ki; düğünden çıkmış gelmiş zannedersin! Daracık, deri, süper mini bir etek, altına delikli çoraplar, üzerine payetli bir bluz…
Demek ki sesin sahibi Yasemin Hanım değildi.
Çenebaz konuğum devam etti.
– Apar topar oradan çıkmaya çalışırken bir de bize merhaba demez mi! Yasemin Hanım’ı ve beni tatlı diliyle çemberine aldı. Kadındaki rahat tavırları sorma gitsin. Görsen gözlerine inanamazsın.
Bunları söyledikten sonra bir sessizlik oldu. Herhalde benden bir şeyler dememi bekliyordu. Balkonda işim bitmişti. Konuğum beni görüyordu galiba. Ben de bu sessizliği fırsat bilerek kafamı boşlukta aranır gibi yaptım ve iki kez gülümsedim. Sonra hızla mutfağa geçtim.
Kurtulmuştum kendisinden. İçimde bir rahatlama oldu. Lavabodaki bulaşıkları temizlemeye koyulmadan önce önlüğümü takmak için seğirtmiştim ki o sesle yeniden irkildim.
– Ne yapıyorsun, ne yapıyorsun?
Bu kez sahiden korkmuştum. Ama belli etmedim. Ses daha da yakından geliyordu. Korku ve şaşkınlıkla dolapların içlerine baktım. Kapıların ardına bakıp ışıkları yaktım.
– Bak sana bir şey anlatacağım. Bunları duyunca heyecandan konuşamayacaksın.
Zaten konuşamıyordum. Dilim bağlanmış gibiydi. Ağzımın içi kupkuru olmuş, karnımın içinde trompetler çalıyordu. Çok da kızıyordum kendime. Ben onu çağırmamıştım ki! Onun sesi, kendini zorla davet ettiren bir misafir gibi içeri girmişti. Fakat kendisi neredeydi?
Onu bir bulsam bütün nezaketimle ona “iyi günler” der ve kapıyı kapatırdım. Lakin bu sesten kurtulmanın imkanı yoktu. Bir şekilde yolunu bulup girerdi içeri.
– Ne yapıyorsun, ne yapıyordun, beni dinle, beni dinlemelisin!
Dinlediğimi belli etmeye çalıştım. İçimden, seni bir görsem bilirdim ben sana yapacağı dedim. Bulaşık önlüğümü bağladım. Bulaşıkları yıkamaya devam ettim. Tavanda gelen tıkırtılarla tencereyi elimden düşürmem bir oldu. Ses yine konuşmaya başladı.
– Ne oldu, korktun mu? Bak sana neler anlatacağım? Ama bu anlatacaklarımdan sonra hep beni dinleyeceksin.
En iyisi kaçmaktı. Ellerim köpük içinde kaçmaya yeltendiğim anda ses hiç susmadan konuşmaya devam ediyordu.
– Ben var ya ben. Yukarıdaki kuşlarla aram hiç iyi değil. Bak, o kuşların gelmemesi için geçtikleri yerlere CD takıyorlarmış. Komşumuz Nuray Abla’dan öğrendim kız. Ya sen onların gelmesine izin verirsen daha çok gelirler. Bak şu aşağıdaki kuş besleyen çocuk var ya, geçen de bana bir sürü güvercin gösterdi. Yok efendim, taklacı güvercinleri varmış, yok posta güvercinleri ne güzelmiş. Hiç sesimi çıkarmadım. Normalde bizim oralarda güvercin besleyenlere selam bile verilmez. Sen beni dinle, gel bu kuşları gönderelim biz. Bir gün sana çıkayım o CD’leri çatıya takalım. Güvercinlerin pisliğinden, tüyünden geçilmiyor ayol!
Kapıyı kapattığım anda seslerden kurtulurum sandım. Ama o sesler yeni seslerle, yeni dedikodularla çoğaldıkça çoğaldı. Bir ara o kadar çok konuşmaya başladı ki sesini, güvercinlerin sesleriyle karıştırmaya başladım. Kuşlar bir yandan birbirlerine kur yapıyor, sekiyor, kanat çırpıyorlardı. Konuğumun iyice anlamsızlaşan konuşmaları kulağımda yankılanmaya başladı. Güvercinler de ona eşlik ediyordu;
– Evet, evet. Cık, cık, cık! Bu eskimiş CD’leri de anneme vereceğim bu hafta sonu. Kuşlar için dediydi ya, şimdi aklıma düştü, düştü, düştüüü! Hah hah hay! Düştü, düştü, düştüüü!
Leave a Reply