Hayat çok karmaşık değil mi? Hem bizim bireysel dünyamızda hem ülkemizde hem dünyada o kadar çok şey olup bitiyor, eskiyor, değişiyor ki bir konuda bir şeyi anlayana kadar yeni bin tane konu ortaya çıkmış oluyor zaten. Dolayısıyla eski-yeni, iyi-kötü, doğru-yanlış birbirine karışıyor. Böyle olunca da neler olup bittiğini bir türlü anlayamıyor, olayların arkasından yetişemiyoruz. O kadar okuyoruz, yazıyoruz, izliyoruz, düşünüyoruz, konuşuyoruz… Hangi konuda neyi anlıyoruz desem? Neredeyse elde var sıfırmış gibi geliyor.
Bu arada bir parantez açayım. Ben bunları kendi adıma söylüyorum ama çevremdeki çoğu kişide de benzer durumu gördüğüm için herkes adına böyle rahat konuşuyorum. Yoksa eğer yaşadığımız bu hayatta neler olup bittiğini iyi-kötü anlayabilen birileri varsa ortaya çıkıp bize de biraz anlatırsa büyük bir hizmet yapmış olur aslında 😊
Diyerek parantezi kapatıyorum.
Fakat öte yandan, size de oluyor mu bilmiyorum, bu karmaşa ve kaos içerisinde bazen insan öyle bir şeyle karşılaşıyor ki bir anda bir sürü sorun çözüldüğünü, o karmaşık gibi görünen bir sürü konunun kısa zamanda netleştiğini görüyor. Örneğin bir kitap okuyorum veya birisiyle konuşuyorum, durumu öyle bir özetliyor ki o yoğun karmaşa durumu kayboluyor ve bir sürü şey bir anda oldukça berraklaşıyor. Örneğin Y. N. Harari’nin “İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi: Sapiens” adlı kitabını okuduğumda böyle bir duygu hissetmiştim. İnsanlık tarihini çok net, anlaşılır ve güzel bir şekilde anlatmış, binlerce yıl ve milyarlarca olaydan oluşan kaosu çok basit ve anlaşılır bir dille özetlemişti. Böyle olunca da insan koca evren, tarih, zaman, toplum, insan denkleminde o kadar da bilgisiz ve çaresiz olmadığını hissediyor ve bir güven duygusu oluşuyor.
Benzer bir duyguyu geçenlerde izlediğim “Borgen” adlı dizide de hissettim. Orada da toplum, devlet, siyaset, ekonomi, insan, vd. birçok konuyla ilgili karmaşık durumun çok güzel bir şekilde özetlendiğini gördüm. Muhakkak ki her bir ülkenin ve toplumun yapısı kendine göre değişiklikler gösteriyor ancak yine de şu anda dünyanın en ileri ülkelerinden birisinde (bu da tartışmaya açık bir önerme ama yine de ekonomik durum, sosyal/kültürel gelişmişlik vb. ölçütleri göz önüne alırsak genel olarak böyle bir ifade kullanabiliriz sanırım) yaşanan olayların diğer bütün toplumlar için şöyle ya da böyle bir referans oluşturabileceğini düşünüyorum. Dolayısıyla çok boyutlu ve karmaşık konuları gayet güzel bir şekilde özetleyen böyle bir diziyi izlediğim için oldukça memnunum. Bu şekilde insanı etkileyen kitap, film, dizi vs. ile kolay karşılaşılmıyor. Onun için kendi adıma hazır böyle etkili bir tanesini bulmuşken sizlerle de paylaşayım dedim.
Borgen, bir Danimarka dizisi. Devlet televizyonu DR1 tarafından yapılmış. 2010-2013 yılları arasında üç sezon ve toplam 30 bölüm olarak gösterilmiş. “Borgen”, Danimarka dilinde “kale” anlamına geliyor. Ancak aynı zamanda Parlamento, Başbakanlık Ofisi ve Yüksek Mahkeme’nin bulunduğu Christiansborg Sarayı’nı da ifade etmek için kullanılıyor. Dolayısıyla isminden de anlaşılacağı gibi dizi, Danimarka hükümet sistemi merkezindeki politik işleyişi konu ediniyor.
Dizide ana karakter olan Birgitte Nyborg, merkez-sol partisinin genel başkanı. Seçimlerden üçüncü parti olarak çıkmasına karşın çeşitli dengelerin etkisiyle hükümet kurma görevi kendisine veriliyor. O da İşçi Partisi ve Yeşiller ile birlikte koalisyon kurarak aynı zamanda Danimarka’nın ilk kadın başbakanı oluyor. Özellikle değerleri olan, dürüst, duyarlı, iletişime açık ve güvenilir kişiliğiyle herkesin beğenisini topluyor ve bu nedenle ülke yönetiminde büyük bir umudun doğmasına neden oluyor.
Dizideki kişiler ve partiler bütünüyle kurmaca ancak özellikle partiler, işlev olarak Danimarka politik sahnesindeki gerçek partilerle de büyük ölçüde benzeşiyor. Buna karşın dizinin belki de en ilginç yönü, 2010 yılındaki ilk sezonda Birgitte Nyborg Danimarka’nın ilk kadın başbakanı olarak seçildiğini gösterdikten bir yıl sonra, 2011 yılında, ülkede gerçek seçimler yapılıyor ve Helle Thorning-Schmidt, ülkenin ilk kadın başbakanı olarak seçiliyor. Hatta bu nedenle “Borgen ilk kadın liderin yolunu açtı” yorumları yapılıyor. Yine Helle Thorning-Schmidt’in partisinin dizideki Birgitte Nyborg’un partisine karşılık gelen sosyal demokrat parti olduğunu da belirtmeye gerek yok sanırım 😊
Ayrıca dizinin sadık bir izleyicisi olarak o dönemki başbakan Helle Thorning-Schmidt’in “Birgitte Nyborg’u çok da sık izlememeye çalışıyorum ki O’ndan gereğinden fazla etkilenmeyim diye. Hiçbir şey olmasa bile zaman zaman hayatın sanatı taklit ettiğini görüyoruz” dediğini de belirteyim.
Bu arada yine ilginç bir not olarak dizide göçmen hakları konusunda oldukça duyarlı politikalar izleyen Yeşiller Partisi’nin başkanı bir göçmeni (“Amir Diwan”) oynayan Dar Salim’in de altı yaşında Danimarka’ya göçmen olarak gelmiş ve Irak doğumlu bir Danimarka vatandaşı olduğunu vurgulamakta yarar var.
Dizide benim açımdan en ilginç olan şey, birbirine karşıt iki konuyu gözlemlemek oldu. Bunlardan ilki olarak, başroldeki Nyborg’un kişiliğinde her şey mükemmel başlamışken daha sonra işlerin nasıl karmaşıklaştığını ve iktidar olgusu ortada dururken sahip olunan ilke ve kuralların ne kadar hızlı bir şekilde bozulmaya başladığını görüyoruz. Bir ülke yönetmenin ne kadar karmaşık, çok boyutlu, çelişik ve zor olduğunu hissediyoruz. Örneğin işsizliği çözmek için sanayi yatırımı yapılması gerekiyor ama bu sefer de çevre zarar görüyor. Ya da işleri düzeltmek için başbakanın çok çalışması gerekiyor ama bu kez de aile ilişkileri olumsuz etkileniyor. Bu durumu iyi ifade ettiğini düşündüğüm bir Ekşi Sözlük yorumunu sahibinin (“capodelnulla”) izniyle buraya alıyorum:
“Daha çok, arzu ne olursa olsun, politikacı ve yola çıktığı politikasının bir süre sonra nasıl yozlaştığına dair bir dizi Borgen; çünkü o gücün sahibi olma mücadelesi kazanıldıktan bir süre sonra onu elinde tutma mücadelesi başlıyor ki her şeyi kısır döngüye iten, ‘kötü karakterleri’ ortaya çıkaran da bu zaten. O güce birisinin neden sahip olması gerektiğinin cevabı genelde kolayken o gücü birisinin daha uzun süre tutmaya neden hakkı olduğunun cevabı pek o kadar kolay olmuyor. Dizinin en önemli başarısıysa, bu sıradan mesajı çekici biçimde işleyebiliyor olması.”
Dizide en çok dikkatimi çeken ikinci konu ise bir ülkede hükümet sisteminin, muhalefetin, basının, yargının vs. normal ve insan temelli olarak da işleyebileceğini görmek oldu. Örneğin güvenilirliği sarsılan bir bakanın istifa ettiğini, devlet televizyonunun tarafsız yayın yapabildiğini, basın içerisinde gazetecilerin bırakalım devleti, çalıştıkları kuruma karşı bile haber yazma özgürlüklerinin olduğunu görüyoruz. Bakanların işe bisikletle gelip gitmesi, mahalle arasında bir evde oturan başbakanın akşam eve geldiğinde yemek yoksa çocuklarına telefonla pizza söylemesi, şirketlerle “çıkar çatışması” olasılığı nedeniyle başbakanın eşinin istifa etmesi de zaten ifade etmeye bile değer bulunmayan, sıradan olaylardan olmuş. Dizide anlatılanlar her ne kadar kurgusal nitelik taşısa da olayların geçtiği toplumun gerçek yapısı ve işleyişi hakkında da belirli bir fikir verdiğini hissedebiliyoruz. Tabi bir Orta Doğu, Asya, Afrika ülkesi vatandaşı bu diziyi izlerken neler hisseder tahmin edebilirsiniz 😊
Dizinin her bir bölümü içerisinde toplumsal/siyasal/kültürel yaşamla ilgili bir konu üzerinde duruluyor ve onun üzerinden konunun çeşitli boyutları tartışılıyor. Bu tartışmalar genellikle tarafsız (olabildiği kadar tarafsız diyelim) olduğu ve konuyla ilgili çeşitli tarafların bakış açılarını dile getirdiği için bir bölümü izlerken o konuyla ilgili olarak hem yeni bilgiler edinme şansı buluyorsunuz hem de farklı açılardan o soruna yaklaşıldığını görüyorsunuz. Örneğin 25. bölümde ülkedeki seks işçilerinin sorunları tartışılırken (örneğin yasaklanmalı mı, resmi olarak serbest mi olmalı, vb.) konunun daha önce farkında olmadığım birçok boyutu olduğunu öğrendim ve dizideki bu tartışmaların bu konudaki bakış açımı zenginleştirdiğini hissettim. Aynı şekilde 11. bölümde Danimarka’nın Afganistan’daki askerlerini çekmek istemesi, 19. bölümde sağlık sektöründeki kamu-özel kurumlar ayrımı ve 6. bölümde Sovyetler Birliği sonrası kurulan cumhuriyetlerden birinin devlet başkanının uygulamaları konularını değerlendirirken birbirine karşıt etkenlerin varlığını ve bunları dikkate almak zorunda kalan başbakanın çelişkilerini izlerken bu konularla ilgili bakış açılarımızın ne kadar zenginleştiğini görebiliyoruz.
Dizinin hemen her bölümünde bir konunun ele alındığını ve onun üzerinden tartışmanın yürütülerek akışın kurgulandığını belirtmiştim. Üzerinde durulan konular, ana hatlarıyla şu şekilde özetlenebilir:
- Başbakanın ve bakanların devlet bütçesinden kişisel harcama yapması ya da rüşvet/hediye alması (Bölüm-1, 9)
- ABD’nin Grönland’da bazı yasa dışı uygulamaları ve buna karşı çıkan Danimarka’ya baskı uygulaması (Bölüm-3)
- Danimarka’nın Grönland yerlilerine karşı uyguladığı ayrımcı politikalar (Bölüm-4)
- Toplumsal yaşamda kadın-erkek eşitsizliği (Bölüm-5)
- Yasa dışı dinleme (Bölüm-7)
- Basın özgürlüğü (Bölüm-10)
- Çalışanların sorunları (Bölüm-13)
- Eşcinsellik konusu (Bölüm-14)
- Çevre politikaları (Bölüm-15)
- Tarım ve hayvancılık politikaları (Bölüm-24)
Dizinin bütün bölümlerinde işlenen konuları buraya almak istemedim ama başta da belirttiğim gibi her bir bölüm içerisinde en az bir konu üzerinde düşünme ve yeni bilgiler/fikirler edinme olanağının olması, izleyici açısından çok güzel bir şey. Ayrıca dizide toplumsal sorunların yanında bireysel konulara (aşk, kadın-erkek ilişkileri, çocuklarla ilişkiler, dostluk, rekabet, hırs, aile içi şiddet vb.) da güzel bir denge içerisinde yer verildiğini görüyoruz. Öte yandan dizinin oldukça akıcı ve yüksek bir tempoya sahip olduğunu da belirtmeliyim. Bütün bu etkenleri bir araya getirince ortaya kolay izlenen, zevkli ve geliştirici bir dizi çıkmış diye düşünüyorum.
Bu arada dizinin her bir bölümünün başında o dizideki olaylarla ilgili kısa bir söze (aforizma?) de yer verilmiş. Bunlar da hem taşıdıkları anlamın derinliği hem de dizide yaşanan olaylarla ilişkisi açısından oldukça sevimli bir bütünlük taşıyorlar. Birkaç tanesini buraya da almak istedim:
- Korku uyandırmak, sevilmekten çok daha güven vericidir. (Machiavelli)
- Demokrasi en kötü yönetim seklidir. Diğerleri hariç. (Churchill)
- Bir sırrı saklarsanız, daha da büyür. (Grönland atasözü)
- Bir prens, sözünden dönmek için her zaman geçerli bir mazeret bulur. (Machiavelli)
- Dostlarınızı yakında, düşmanlarınızı daha yakında bulundurun. (Sun Tzu)
- İdealizm olarak görülen şeylerin çoğu, gizlenmiş güç sevgisidir. (B. Russel)
- Hemen hemen herkes güçlüklere dayanabilir ama birinin karakterini sınamak istiyorsanız, ona güç verin. (A. Lincoln)
Bu arada dizide çok anlamlı replikler de bulunuyor. Örneğin 6. bölümde 1995 sonrasında Rusya’dan ayrılan cumhuriyetlerden birisinin (“Turgisia”) devlet başkanı olan Grozin kendi içinde bağımsızlık isteyen azınlıklar ve bir şairin tutuklanması konusunda Nyborg’a aşağıdaki sözleri söylüyor:
“Danimarka demokrasisi kaç yaşında? 160 mı? Bizimkisi, 20 yaşında. Bu işler zaman alır Sayın Başbakan. Turgisia halkı kendilerine danışılmasına değil emredilmesine alışıktır. Liderlerine uymak, halkımın DNA.sında vardır.”
Yine 4. bölümde Başbakan Grönland’ı ziyarete gidiyor ve dönüşte eşi ile konuşuyorlar:
– Grönland nasıldı?
– Muhteşemdi. Ruh karartıcı. Çirkin. Hayatımda gördüğüm en güzel yerdi. Hepsi birden. Grönland’ı keşfetmekle onlara iyilik yapmadık bence.
Yazının genelinde de hissedildiği üzere ben diziyi çok beğendim. Tabi beklentileri yükseltip de kimseyi hayal kırıklığına uğratmak istemem ama yine de diziyi herkese hararetle tavsiye ettiğimi söylemem gerek. Hatta aslında bütün politikacılar ve kamuoyunu etkileme gücüne sahip kurumlarda bulunan kişiler (örneğin basın) bu diziyi izleseler, muhtemelen yaptıkları işlerde ve aldıkları kararlarda dizinin ve bölümlerde yapılan tartışmaların etkisini hissedeceklerdir. Böylece -göreli olarak diyelim- daha uygar bir dünyada bu işler nasıl oluyor görme şansına da sahip olabilirler.
Ama belki daha önemlisi bizler gibi sıradan insanların ve özellikle yaşadıkları ülkelerdeki siyasetin kirlenmişliğinden, basının durumundan, muhalefet partilerinin etkisizliğinden ve benim burada saymama gerek olmayan ama hepimizin bildiği bir sürü sorundan şikayet eden ülkelerdeki (özellikle Orta Doğu, Asya, Afrika, bazı Latin Amerika ülkelerindeki) toplumların diziyi izlemesinin oldukça önemli olduğunu düşünüyorum. Hem hayatın gerçek sorunlarını ve bunlara üretilen çözümleri Danimarka örneği üzerinden görmek hem de bunlarla kendi coğrafyalarındaki uygulamaları karşılaştırabilmek için. Ve en önemlisi belki iyimser bir mesaj almak ve şu duyguyu hissetmek için: “Bu yaşanılanlar kader değil. İnsanca yaşam olanakları her yerde var ve bunları hayata geçirmek her yerde mümkün.”
Leave a Reply